1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun
Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun

Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun

Yangına karşı mücadele eden bir itfaiyeci gibi ateşin içinden birilerini çekip çıkarırken kendimizi ateşin içine atmamalıyız. Ateşten koruma görevimizi yaparken, “Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.” ilâhi uyarısını aklımızdan çıkarmamalıyız.

01 Şubat 2023 Çarşamba 21:17A+A-

Fevzi Zülaloğlu / Haksöz Dergisi Sayı: 369 - Aralık 2021

 “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrim, 6)

Bu ayetten üç hikmetli sonuç çıkarabiliriz:

Birincisi; ayet tüm müminlere hitap ediyor. Muhatap burada mümin kadınlar ve mümin erkeklerdir.

Allah Resulü, bu ayeti şu hadisiyle şerh eder gibidir: “Hepiniz koruyup gözeten çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhari ve Müslim)

Hadisteki hepinizden maksat, sadece mümin erkekler değildir. Tahterevallinin bir tarafı çürük olursa, çocuklar üzerine binemez. Dengeleri koruyup gözetmek, yangın gibi tehlikeden korunmak için elzemdir.

İkinci dikkat çeken vurgu, “yangında ilk kurtarılacaklar listesi” vermesidir. Önce kendimizi, sonra ehlimizi yangından kurtarmalıyız.

Peki, yangından kurtuluşta kendimize öncelik vermemiz bencillik değil mi?

Hikmetli Kur’an önce “kendinizi” diyor. Burada bir bencillik yoktur. Örneğin düşme riski taşıyan uçakta, çocuklardan önce yetişkinlerin kabin oksijen maskesini takması gerektiği ifade ediliyor. Batma riski taşıyan gemide önce can simidini ya da kurtarma yeleğini kendimize takmalıyız ki etrafımızdakilere yardımcı olabilelim.

Kendimizden başlamamız bencillik değil. Çünkü biz kurtulmazsak, ehlimize bir yardımımız da dokunmaz. Kurtaranın yüzme bilmesi, suyun üstünde kalması, nefes alması gerekiyor.

Ailenin korunmasından söz eden ayette dikkatimizi çeken üçüncü husus ateşin niteliğidir. “Naran”, yani ateş belirsiz gelmiş. Bunun anlamı, aklınızın almayacağı öyle tanımsız bir ateş ki oksijen maskesini takmazsanız, cankurtaran yeleğinizi giymezseniz başınıza gelecekleri tahmin bile edemezsiniz. Eğer fitneyi önlemez, zamanında müdahale etmezsek, sadece zalimlere dokunmaz, evlerimize kadar girer.1

Tarifsiz özellikte ve sonsuza dek yanacak olan ateşten korunmak için önce bencillikten korunmamız gerekir. Çünkü tek başına kurtuluş vaadi yoktur. Benim kurtuluşum senin kurtuluşundan, senin kurtuluşun benim kurtuluşumdan geçmektedir. Hepimiz okyanusun dibine ayaklarımızdan zincirlerle birbirimize bağlıyız. Birimizin kurtuluşu ötekinin kurtuluşundan geçmektedir.

Benliğimizi ve zulümle dengeleri alt üst olmuş dünyanın karanlık noktalarını Asr Sûresi ile aydınlattığımızda göreceğimiz şey “takva”dır. Yani bencillikten, sorumsuzluktan hicret edersek basiretimiz artacak, gönül gözümüzdeki perdeler açılacaktır. Asr Sûresi, imandan sonra karşılıklı olarak hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi, hüsrandan kurtuluşun anahtarı olarak beyan etmektedir. Yani tek başına kurtuluş yoktur. Benim kurtuluşum, senin kurtuluşundan geçmektedir. 

Bizi köleleştiren geçici hazların zincirlerinden kendimizi kurtarmamız yetmez, ehlimizi de kurtarmak zorundayız. Bunun usûlü, “yakından uzağa doğru”dur. Kendimizi ateşten kurtaracak iyilikler peşinde koşarken, ehlimizi ihmal etmemeliyiz. Önce evimizi, sonra insanlığı ateşten koruyacak bir dünyayı birlikte inşa edeceğimiz ümmetimiz için tedbirler almalıyız.

Ayetteki uyarı kendimizi ve ehlimizi ateşten koruyacak tedbirleri önceden almaya bizi sevk etmektedir. Bu tedbiri kısaca “kendimize ve ehlimize yangın sigortası yaptırmak” şeklinde ifade edebiliriz. Her zaman ebedi güvencemiz, el-Mümin olan, “tüm güvenlik sistemini inşa eden” Rabbimizdir.

Kendisini ve ehlini ateşten korumaya aday olan her mümin mürebbi önce, rahim sahibi “anne gibi” olmalıdır. Çünkü Kur’an’ı inzal eden Yüce Allah, Rahman ismiyle “öğretmenlik” yapmıştır.

Biricik kitabımız Kur’an’ın Rahman-Rahim ismiyle başlamasının hikmetleri üzerinde tefekkür etmeliyiz. Esmâu’l-Husna zarfının içinde 99 isim vardır. Zarfın dışında yazan ise Rahman ve Rahim olan Allah’tır.

114 ailenin oturduğu Kur’an binasının dış kapısı Fatiha’dır. Dişi bir kelime olan Fatiha’nın anahtarı da Rahman-Rahim’dir. Hayatımızda en çok okuduğumuz, en çok gündemimizi inşa eden, “Kur’an’ın annesi” Fatiha’nın terbiyesinden geçen bir mümin bencil olamaz. Çünkü başöğretmeniz Yüce Allah, bu sûrede bizi “biz dili” ile terbiye etmektedir. Rahman’ın indirip öğrettiği Kur’an’ın terbiyesinden geçen mümin, artık bencil olamaz, biz diliyle konuşur, düşünür ve yaşar. 

Namazını ikame eden bir mümin günde kırk defa Fatiha okumaktadır. Fatiha kendisini ve ehlini ateşten koruyacak bir müminin şahsiyetini merhamet ve takva üzerinde inşa eder. Yani Fatiha bizi kaba-sabalıktan, bencillikten ve sorumsuzluktan korur.

Peki, ehlimiz kim? Ehlimiz ailemiz mi? Ailenin sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor?

Türkçede araba kullanma izni olan kişilerin üzerinde bulundurmak zorunda olduğu vesikanın adı ehliyettir. Yani ehliyet, bizim o konunun uzmanı olduğumuzu gösterir.

Ehlimiz de aynı evde yaşadığımız için ya da aynı safta namazı ikame ettiğimiz için uzmanı olduğumuz kişilerdir. Birinin ihtiyacını anlamak, onu belli bir yöne, Allah yoluna kanalize etmek için onu uzmanlık derecesinde, yakından tanımak gerekir.

Kişinin ehli onunla aynı davaya iman eden, onu dinleyen eşi, çocukları ve kendisini dinleyen, söz geçirebildiği kimselerdir. Kan bağıyla yakınımız olmasa da söz geçirebildiklerimiz ehlimizdir.

Bazen sözünü geçirebildiği uzaktaki insanlar kişinin ehli olurlarken, bazen de kişinin kendisini dinlemeyen, söz geçiremediği eşi, oğlu, kızı bile onun ehli olmayabilir. Örneğin Lut’un (a) eşi kendisini dinlemediği için onun ehli değildi. Yine Nuh’un (a) oğlu kendisini dinlemediği, onunla aynı yolda yürümediği için, Rabbimiz, “O, senin ehlinden değildir.2 buyurmuştur.

1) Rahmet ve Muhabbetin Yeşerdiği Çatımız: Aile

Aile kelimesi  “destek ve dayanak” anlamına gelen ‘avl/ayl’ köküne dayanır. “Biri diğerine dayalı” olduğu için terazinin bir kefesinin yukarıda olmasına ‘avl’ denir.

Altına destek verilerek yapıldığı için gölgeliğe ve yağmurdan çamurdan koruyan çardağa aileyle aynı kökten olan ‘el-‘âle’ denilir. Aile kök anlamındaki işlevine uygun olarak altındaki bireylerini çardak ve gölgelik gibi dış etkenlerden koruyan bir güvenlik merkezidir.

Para ya da para yerine geçebilecek değerleri geçici olarak almak, tutmak, dağıtmak ve göndermekle görevli olan, güvenilir kişiye mutemet denilir. Çalıştığı kurumu ayakta tutan, kendisine dayanılan, destek alınan kimseye de aileyle aynı kökten bir kelimde olan “el-‘ıvel” denilir.

Kök anlamını dikkate aldığımızda aileyi şöyle tanımlamak mümkündür: Birbirinden destek alan, birbirine dayanan ve yaslanan, birini çekince diğeri ayakta kalamayan birden fazla unsur.

Ailenin iki ana unsuru vardır. Her ikisine de Kur’an’da zevc denilir. Zevc, Kur’ani bir kavramdır ve anlamı aynı zamanda vahyin inşa etmek istediği aile tasavvurunu da yansıtır. Nisa 1. ayette kullanılan kelime de budur. Zevc’in en güzel tarifi şudur: Biri diğerinin yerini tutmayan ve birbirini bütünleyen iki unsurdan her biri. Her iki cins, Kur’an’ın ifadesiyle birbirinin örtüsüdür.3

İkisi bir çift olan ayakkabının her birine de zevc denilir.4 Eğer Müslüman bir ailede eşler birbirlerine ayakkabının her bir teki gözüyle bakarlarsa “Sağ ayak mı soldan, sol ayak mı sağdan üstündür?” veya “Sağ ayakkabı mı soldan, sol ayakkabı mı sağdan üstündür?” sorusu anlamını yitirecektir.

Müslüman ailede mümin erkeklere, aileyle yakın anlamlı bir kelime olan “koruyup gözeten, ayakta tutan” anlamındaki “kavvam” rolü yüklenmiştir. (Bkz. Nisa, 4/34) Mümin kadınlar ise kendisini koruyup gözetme yükümlülüğünü eşine bir akitle teslim eden, kendisine güvenen erkeğe dayanak (‘âile) ve sığınaktır. Mümin erkekler ve kadınlar iffetlerini koruyan, neslin korunma sorumluluğunu birlikte üstlenen aile çatısının iki asli unsurudur.

Birinin başrolü evin içinde, diğerinin başrolü ise daha çok çatının dışındadır.

2) İmanın Muhabbet ve Takvayla Korunduğu Yuvalarımız

Kur’an’da “ev” için iki kelime kullanılır: Beyt ve dâr. Beyt bizi dışardaki tehlikelerden koruyan, gecelediğimiz mekândır.5 Dar ise hayatın sürekli insanların deveran ettiği, sağlam bir duvarı6 olan, girilip çıkılan, bazen sosyal işlevi de olan mekânlardır. Çadır beyt’tir fakat taş bina dâr’dır. Her çadır beyt’tir fakat Kâbe’ye verilen Beytullah (Allah’ın evi) adından da anlaşılacağı gibi her beyt çadır değildir.

Beyt ve dâr ilerleyen zamanlarda birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Daru’l-Erkam, Dâru’n-Nedve, Daru’s-Suffe adlarında geçen “dâr”, bu mekânların sosyal işlevinin yanında “duvarları olan binalar” olmasıyla da ilgilidir.

a) Küfrün Karanlığına Karşı Vahyin Nuruyla Parlayan Evlerimiz

Ahzab 33 ve 34. ayetlerin verdiği mesaj ışığında, ilâhi vahyin, kadını, “eve sahip olma” anlamında, “evli” olmaya çağırdığı sonucuna da varabiliriz. Fransız Devrimi’nden sonra kurulan paganist Batı uygarlığının doğal bir sonucu “evsizlik”tir.

Küfrün karanlığının getirdiği tehlikelere karşı ehlimizle birlikte yaşadığımız mekânlarda kendimizi terbiye etmek için “evli olmak” gerekir. Evsizlik, eşsizlik ve bireyselleşmenin tetiklediği dramatik sonuçlar açısından, müşriklerin dünyanın başına açtığı musibetlerin gözle görülür hale geldiği bir dönemde aile daha da önem kazanmıştır.

b) Kitap ve Hikmeti Birlikte Öğrendiğimiz Evlerimiz

Vahyin kadını vakarıyla oturmaya çağırdığı “ev”, bir tembelhane değil, içinde Kur’an’ın talim edildiği ve ilâhi vahyin hikmetlerinin hâkim olduğu yerdir. Mümin erkek ve mümin kadınların birlikte inşa edecekleri evlilik kurumu, aynı zamanda bir okuldur. Bu okulun müfredatı, eğitim programı, kitap ve hikmet olmak üzere iki ana amaç taşımaktadır. İkisinin de kaynağı Kur’an’dır. Kitap, ilâhi vahiy sayesinde edindiğimiz doğru bilgilerdir. Hikmet ise Kur’an’la terbiye olanlarda gelişen doğru karar verme kabiliyetidir. Sağlam karar verebilme kabiliyeti durup dururken gelişmez. Kur’an’ı tilavetle, kıraatle ve tertilen okumakla, namazı ikame etmek ve zekâtı vermekle gelişir.7

c) Takva Libası Giyen Evlerimiz

Mümin erkek ve mümin kadınların birlikte inşa ettikleri iman yuvasında, “resmî kıyafet” kalplerde bulunan ve içimizdeki İslam’ın simgesi olan “takva elbisesi”dir. İlâhi vahyin inşa ettiği akla göre giyinme, tesettür şuuruyla birlikte müminlerin birinci evidir. Etrafında duvarları olan bir ev ise özellikle mümin kadınların ikinci tesettürüdür. Bu nedenle tesettür basit bir “giyinme” emri değil, “takvayla örtünme” emridir.

Sosyal hayatta üzülerek şahit olduğumuz gibi, tesettür şuurundan yoksun olan bir giyinme, kolayca teşhirin tamamlayıcı bir unsuruna dönüşebilmektedir. Giyinmede teşhir varsa tesettür “takva elbisesi”nden yoksun kalmış demektir. Oysa giyinme her zaman müminlerin kalbinde bulunan takva elbisesinin, Allah’a karşı sorumluluk bilincinin şahidi olmalıdır.

d) Kıblegâh ve Mescit Olan Evlerimiz

“Derken Musa ve kardeşine şöyle vahyettik:

Şehirde toplumunuz için bazı evleri karargâh edinin; kendi evlerinizi ise ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi edâ edin! (Sen ey Musa!) Müminleri (zaferle) müjdele!” (Yunus, 10/87)

Musa Nebi (a) ve onun etrafındaki müminlerin yaptıkları gibi, evlerimizi, kıblesi “Allah rızası” olan mescitler halinde inşa etmek zorundayız. Mescitler Allah’ın adının çokça anıldığı yerlerdir.8  

Bizim evlerimiz de Allah’ın adının çokça zikredildiği, O’nun davasının baş üstünde tutulduğu güvenli mekânlar olmalıdır. Çünkü anılmaya değer olmak anmakla başlar. Yüce Allah kendisini zikredenleri, kendisinin de anmaya değer bir şahsiyet olarak zikredeceğine söz vermiştir.9  

Evlerimiz putları temizleme konusunda ilk deneyim alanlarımızdır. Evlerimizde Allah’ın adını anmak, O’nun seçip âlemlere üstün kıldığı değerleri, yani tevhid ve adaleti hâkim kılmak zorundayız. Daha sonra şehrin sokaklarına, caddelerine, alışveriş merkezlerine, meydanlarına yönelebiliriz.

Öyle evler vardır ki zulüm ve suç yuvasıdır, adeta “ateş”in ocaklarıdır. Öyle evler de vardır ki Allah’ın zikredildiği, şeytani güçlere karşı savaş için karargâh haline getirildiği iman yuvalarıdır.10 Allah’ın adının anılmadığı evler ise mezarlık gibidir,11 orada hayat ebterdir. Allah’ın adının anıldığı evler ise kevserdir, hedefi cennettir.

e) Rahmet ve Merhametin Egemen Olduğu Evlerimiz

Müminlerin evlerinde resmî eğitim müfredatı Allah’ın indirdiği kitabı Kur’an’dır. Kur’an’la kendini ve ehlini ateşten korumak için gayret eden bir mümin öğretmen öncelikle öfkesini kontrol etmelidir. Çünkü ilâhi vahyin hikmetli öğütleri kaba saba yöntemlerle öğretilemez. Kitap, ancak merhamet ve şefkatle doğru anlaşılabilir.   

Yangına karşı mücadele eden bir itfaiyeci gibi ateşin içinden birilerini çekip çıkarırken kendimizi ateşin içine atmamalıyız. Ateşten koruma görevimizi yaparken, “Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.12 ilâhi uyarısını aklımızdan çıkarmamalıyız.

Tüm insanlığı veya yakınımızdakileri, istemedikleri halde, ateşten kurtarma hayâli, romantik bir hedeftir. Çünkü imtihan dünyasında iradeyi yok etmek, onu ipotek altına almak gibi bir görevimiz yoktur. Bizimle ehil olanı ateşten kurtarmakla yükümlüyüz.

 

Dipnotlar:

1- “Ve öylesine bir fitneye karşı tetikte ve tedbirli olun ki o içinizden yalnızca zulmetmede ısrarlı kimselere musallat olmakla kalmayacaktır. Ve iyi bilin ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Enfal, 8/25)

2- “Nuh, Rabbine seslendi ve dedi ki: ‘Rabbim, oğlum benim ailemdendir. Senin verdiğin emir mutlaka doğrudur; en iyi kararı sen verirsin.’ Allah dedi ki: Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O, uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma! Kendini bilmez cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” (Hud, 11/45-46)

3- “… Onlar sizin için elbisedir, siz onlar için elbisesiniz…” (Bakara, 2/187)

4- İbn Manzur Lisanu’l-Arab’da zevc kelimesini “bir çift ayakkabı” örneğiyle izah etmektedir: “Zevcâ na’lin” yani, bir çift ayakkabının teki.

5- Arapçada bâte “geceledi” demektir. Beyt ise gecelenen mekân için kullanılır.

6- Deverân ve duvar (dîvar) ev anlamına gelen dâr ile aynı kökten türemiş kelimelerdir.

7- Kur’an’ı okumak, namaz kılmak ve zekât vermek arasındaki ilişki için bkz. Ahzab, 33/33-34.

8- “Onlar ki yalnızca ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır.’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Zira eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savunmamış olsaydı, o zaman içerisinde Allah’ın adının çokça anıldığı nice mescitler, manastırlar, kiliseler ve havralar yıkılıp giderdi. Ama Allah kendi (davasına) destek verenlere elbette yardım edecektir: çünkü Allah aklın almayacağı kadar güçlü ve yücedir.” (Hacc, 22/40)

9- “Şu hâlde, siz beni anın ki ben de sizi anayım. Ve bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin!” (Bakara, 2/152)

10- “İçlerinde sadece kendi ismi anılsın diye Allah'ın yükseltilmelerine izin verdiği evlerde O'nun kudret ve yüceliğini sabah akşam dile getiren [öyle] nice yiğitler vardır ki onları ne ticaret ne bir (başka) kazanç kapısı Allah’ı anmaktan, namazı hakkını vererek eda etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni -zekâtı- vermekten alıkoyabilir; onlar kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar.” (Nur, 24/36-37)

11- “Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Sahih, ‘Salât’, 52, ‘Teheccüd’, 37; Müslim, Sahih, ‘Müsâfirîn’, 208-209)

12- “Sen onlara inanç dayatan bir zorba değilsin!” (Ğaşiye, 88/22)

HABERE YORUM KAT