
İsrail’in Eurovision'a katılması garip değil zira Avrupa ve İsrail birbirine layık
İsrail'in Gazze'deki savaşı Avrupai değerlere ihanet etmez, aksine onları somutlaştırır.
Somdeep Sen, soykırım sürmekte iken İsrail’in Eurovision’a katılması rezaletini ve bununla birlikte vicdanlı kesimlerce Eurovision’dan dışlanmak istenmesini neden makul görmediğini yorumluyor. Sen’in yazısını Haksöz-Haber için Tümer Erkin Çiftci Al Jazeera’dan çevirdi.
İsrail, Eurovision'a Aittir
Somdeep Sen
Al Jazeera / 21 Mayıs 2025
Eurovision'un çoktan dibe çöktüğünü düşünüyor olabilirsiniz. Ancak 2025'te, parıldayan klişeleriyle, acayip şarkı sözleriyle ve yerel bir karaoke gecesini bile abartılı gösterebilecek performanslarıyla düşündüğünüzden daha da batmış durumda. Bu yıl İsrail, Gazze'ye ve uluslararası hukuka karşı açtığı savaşın ortasındayken Eurovision'a katıldı ve neredeyse kazanıyordu.
Yarışma öncesinde Avrupa genelindeki aktivistler İsrail'in yarışmadan ihracını istediler. Yetmiş iki adet eski Eurovision yarışmacısı, İsrail'in -ve ulusal yayıncısı KAN'ın- men edilmesini talep eden bir açık mektup imzaladı. Yarışmanın sistematik olarak iki milyon tutsak insanı aç bırakıp bombalamakla suçlanan bir devlete ışık tutması yerine, kendi sözde "Avrupa'nın birliğini ve kültürü"nü idame etmesini baskılayan protestolar, dilekçeler ve kampanyalar dalga dalga yayıldı.
Ancak Eurovision oralı olmadı ve sahneyi birçok ülkede seyirci oylamasını kazanarak ikinci sıraya yerleşen (birinciliği kıl payı kaybetti çünkü halkın aksine birçok profesyonel jüri üyesi Avusturya'nın yarışmacısını seçmeyi tercih etti) 24 yaşındaki Yuval Raphael'e verdi. Raphael, Hamas'ın 7 Ekim'deki Re'im Müzik Festivaline saldırısından kurtulanlar arasındaydı.
Sonuç olarak İsrail'in şaşırtıcı ikinciliği bir ters tepki dalgasını tetikledi. Gazze'deki İsrail eylemlerine yönelik eleştirilerde en sesini yükselten halklara –örneğin İrlanda– Raphael'e en yüksek puanları verdikleri iddia edilince, oyların hileyle yönlendirildiğine dair yaygın suçlamalar ortaya atıldı. İspanya ve Belçika’daki ulusal yayıncılar, halk oylaması sisteminde olası manipülasyonun araştırılması talebiyle Avrupa Yayın Birliğine resmi şikayette bulundu. Bu sırada, The Intercept’in yaptığı ses analizi, Eurovision organizatörlerinin Raphaël’in canlı performansı sırasında seyirciden gelen yuhalamaları ve "Özgür Fiilstin" sloganlarını susturduğunu ortaya koydu.

İsrail'i “New Day Will Rise” şarkısıyla temsil eden şarkıcı Yuval Raphael, Eurovision Şarkı Yarışmasının öncesindeki bayrak merasiminde gösteri yaparken. St. Jackobshalle arenası, Basel, İsviçre, 17 Mayıs 2025 (Fabrice Coffrini/AFP)
Bu yılki yarışmanın ardından, İsrail’in Eurovision’dan çıkarılması yönündeki çağrılar her zamankinden daha yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Açıkça görülüyor ki, Avrupa genelinde Eurovision’u seven –ister abartılı havası, gösterisi ister nostaljik çekiciliği için olsun– ancak aynı zamanda uluslararası hukuka ve Filistinlilerin yaşamına değer veren birçok kişi için, İsrail’in yarışmada yer almaya devam etmesi ahlaki bir başarısızlık olarak görülüyor.
Yine de ben, İsrail’in Eurovision’da yer alması gerektiğine ve gelecekte de yarışmada kalması gerektiğine inanıyorum. Sebebi ise şu:
Birincisi, İsrail’in yarışmaya katılmaya devam etmesi, Avrupa politikalarının mevcut gerçekliğini yansıtır. Artan halk öfkesine rağmen, birçok Avrupa lideri Gazze’deki yıkıcı harekâtı boyunca İsrail’e verdikleri desteği sürdürmekte kararlı davrandı. İspanya ve İrlanda Cumhuriyeti gibi ülkeler Avrupa Birliği’nin İsrail’le ilişkisini yeniden değerlendirmesi çağrısında bulunsa da Avrupa’nın büyük bir kısmı için her şey olduğu gibi devam etti.
Şubat 2025’te, insan hakları gruplarından gelen artan baskılara rağmen, Avrupa dışişleri bakanları İsrailli mevkidaşlarıyla bir araya geldi ve “siyasi ve ekonomik bağların güçlü kalmaya devam ettiğinde” ısrar etti. Birkaç ay sonra, yedi AB ülkesi Gazze’deki durumu “insan eliyle yaratılmış bir insani felaket” olarak nitelendirerek sona erdirilmesi çağrısında bulunan ortak bir açıklama yaptı. Ancak harekete geçilmediği için bu sözler boş bir ifade olarak kaldı.
Ayrıca Avrupa, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yakalama kararını yerine getirip getirmeyeceği konusunda da bölünmüş durumda. Belçika, Hollanda, İrlanda, Litvanya, Slovenya ve İspanya bu karara uyacaklarını belirtti. Birleşik Krallık ise her zamanki gibi temkinli davrandı ve sadece “yerel ve uluslararası hukuk kapsamında yasal yükümlülüklere uyacağını” belirtti. Bu arada, Başbakan Viktor Orban yönetimindeki Macaristan, yakalama kararını uygulamayı kesin bir dille reddetti. Avrupa’nın en büyük aktörlerinden Fransa, Almanya ve İtalya arasında ise verilen tepkiler kaçamaklı olandan tamamen reddedici olana kadar değişiklik gösterdi. Fransa, Netanyahu’nun İsrail ICC üyesi olmadığı için dokunulmazlığa sahip olduğunu iddia etti; İtalya, onun tutuklanmasının “mümkün olmadığını” söyledi; Almanya’nın yeni seçilen Şansölyesi Friedrich Merz ise Netanyahu’nun ziyareti için “yollar ve yöntemler” bulacağına dair söz verdi.
Avrupa liderlerinin, İsrail’i hesap vermeye zorlamaktan çok Filistin dayanışması aktivistlerine karşı sert önlemler almaya daha istekli oldukları düşünüldüğünde, İsrail’in Filistinlilerin hayatlarının enkazı üzerinde Avrupalı dostlarıyla el ele şarkı söylemeye ve dans etmeye devam etmesi pek şaşırtıcı değil.
Ama bu ittifak sadece siyasi değil. Bunu savunanlar, bunun aynı zamanda kültürel ve hatta “medeniyetlerarası” bir ilişki olduğunu öne sürüyorlar.
Birçok Batılı entelektüel, uzun zamandır İsrail’i sözde vahşi bir bölgede Avrupa değerlerinin bir karakolu olarak görüyor. 7 Ekim’den sonra, bu anlatı yeni bir aciliyetle tekrar gündeme geldi. Fransız kamu entelektüeli Bernard-Henri Levy, kendisini “insan haklarının militan savunucusu” olarak tanımlasa da, İsrail’i –apatheid de dahil– Ruslar, Türkler, Çinliler, Persler ve Araplar gibi “diğerlerine” kıyasla ahlaki bir ışık olarak sundu. Onun iddiasına göre, onların emperyal hırsları İsrail’in “Batı Şeria’yı kolonileştirme politikası”ndan çok daha büyük bir “medeniyet” tehdidi oluşturuyor. Hatta İsrail’in “ahlaki metaneti”ni ve Gazze’deki sivil hayatı önemsediğini varsayan tutumunu övdü, ki bu sözler 19 aylık saf yıkımın ardından hiç de akıl işi durmuyor.
Amerikalı yorumcu Josh Hammer’ın “Israel and Civilization: The Fate of the Jewish Nation and the Destiny of the West” (İsrail ve Medeniyet: Yahudi Ulusunun Kaderi ve Batı’nın Yazgısı) adlı kitabı ise çok daha açık ve net ifadeler içeriyor. Onun için İsrail, şiddet ve İslami “terörizm”le sarsılan bir bölgede Batı’nın “ajanı”dır. Filistin haklarını savunanlar ise onun ifadeleriyle “Amerika karşıtı, Batı karşıtı çakallar” olarak tanımlanıyor. İngiliz yorumcu Douglas Murray, “On Democracies and Death Cults: Israel and the Future of Civilization” (Demokrasiler ve Ölüm Kültleri Üzerine: İsrail ve Medeniyetin Geleceği) adlı kitabında benzer bir medeniyetçi bakış açısını yansıtarak İsrail’i kötülüğün hüküm sürdüğü bir dünyada iyiliğin kalesi olarak nitelendiriyor.
İsrailli liderler de bu dili benimsedi. Netanyahu, 7 Ekim’den kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada “İsrail, medeniyetin kendisinin düşmanlarıyla savaşıyor.” dedi ve Batı’yı “ahlaki netlik” göstermeye çağırdı. Bu dünya görüşüne göre, İsrail sadece kendini savunmuyor, tüm Batı medeniyetini savunuyor.
Bütün bunlar bir şarkı yarışmasından çok uzakmış gibi gelebilir. Ama Eurovision her zaman sadece payetler ve ton değişikliklerinden ibaret olmadı. Bu, “Avrupalılık” kavramının bir yansımasıdır ve “Avrupa” kavramı her zaman siyasi olmuştur. Avrupa’nın aydınlanmış, düzenli ve akılcı olarak hayal edildiği, buna karşılık geri kalmış, duygusal ve irrasyonel olduğu varsayılan Avrupa dışındaki “öteki” ile tanımlanan sömürgeci bir miras üzerine kuruludur.
Bu miras, sömürgeci fetihleri ve anti-sömürgeci ayaklanmaların şiddetle bastırılmasını meşrulaştırdı. Katliamlar düzeni yeniden sağlamanın bedeli, etnik temizlik ise bir medenileştirme görevi olarak gösterildi. Bugün, aynı anlatı Batı'nın İsrail’i -barbarlığa karşı cesurca duran bir demokrasiyi- nasıl tanımladığı biçiminde yaşamaya devam ediyor.
Bu yüzden, insanlar bu yılki oy hileleri iddiaları nedeniyle İsrail’in Eurovision’dan men edilmesini isterken, ironiyi fark etmeden edemiyorum: Gazze’deki soykırım kampanyası Avrupa için kırmızı çizgiyi aşmamışken, bir şarkı yarışmasında hile yapmak aşabilir.
Eğer Eurovision şimdi İsrail’i atarsa, bu kıtanın o ülkeye şimdiye kadar verdiği en ağır ceza olur ve bu ceza toplu katliamdan değil, pop müzikle karışıklık çıkarmaktan kaynaklanır.
Ve böylece, evet. İsrail’in Eurovision’da kalması gerektiğine inanıyorum.
Ne de olsa, Avrupa ile İsrail birbirine layık.








HABERE YORUM KAT