1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. İslami Şahsiyetin İnşası Üzerine
İslami Şahsiyetin İnşası Üzerine

İslami Şahsiyetin İnşası Üzerine

Rıdvan Kaya Müslümanların gerçekleştirmeleri gereken bir takım sorgulamaları hatırlatıyor. Ramazan ayını sonlandırırken, İslam’ı temsil etme şuurunu ve bunu cemaat olmanın gerekliliği içerisinde yapmamız gerektiğinin altını çiziyor.

23 Mayıs 2020 Cumartesi 19:04A+A-

Musa Kurbanoğlu  / Haksöz Haber

Allah’ın rızasını ve dininin ölçülerini merkeze almayan, onları meşruiyet ölçütü ve hizmet edilecek öncelikli amaç kabul etmeyen bir ülkede ve dünyada yaşıyoruz. Birey, aile, topluluk, kültür, ekonomi, siyaset; insani değerler yerine başka kutsallar ekseninde dizayn edilen, o kutsalların gerekleri için insani değerlerin feda edildiği alanlar. Bu ortamda; Allah’ın var ve müdahil olduğu bir dünyaya, insanın yaptığı her zerre iyilik ve her zerre kötülük için hesap vereceğine inanma iddiasında olan bizler; bu kimliğimizle ve onun gerektirdiği hassasiyetlerle varolmaya çalışıyoruz. Bu da bizi ister istemez yaşadığımız dünyanın norm, zorunluluk, hatta dayatma olarak önümüze çıkardıklarıyla karşı karşıya getiriyor. İnsani değerlerin izafi, tarihsel, insan ürünü, vazgeçilebilir ve ‘şartlar öyle gerektirdiğinde’ zayi edilebilir bir şey düzeyine indirildiği bu vasatta; her alanın o değerlerin müdafaası için bir cephe olduğuna şahit oluyoruz. Bu; cehalet ve koyun psikolojisiyle yürütülen ve göz yumulan, yeri geldiğinde devlet politikası olarak veya sözde insan hakları aktivizmi adı altında gerçekleştirilen tüm ihlallere karşı bir nefsi müdafaa savaşı.

Rıdvan Kaya Ağabey, İslami Şahsiyetin İnşası kitabında, vahyi ilkeleri müdafaa etmekle mükellef olan mü’min şahsiyetin bu vasatta bunu nasıl yapacağı, bunun için ne tür erdem ve hassasiyetlere sahip olması gerektiğini anlatıyor.

Bahsi geçen tüm o alanlarda insan hak ve onuruna tehdit oluşturan tüm fikir ve pratiklere karşı kendi tekliflerimiz, karşı savunularımız var. Irkçılık, cinsiyetçilik, cinsel sapkınlıklar ve ırza, aileye tecavüz, milliyetçilik, kolektivizm, bireycilik, devletçilik, mezhepçilik, otoriterlik … gibi şirk kültürünün sayısız tezahürüne karşı adalet ve tevhid alternatifini temsil etmeye çalışıyoruz. İnsani alternatiflerin varlığına şehadet ediyoruz. Kaya’nın önemini vurguladığı üzere; gündemlerin boş dertler, dünyevi arzular, ideolojik amaçlarla belirlenmesine karşı gündeme bu şehadet bilinciyle yön vermenin, münkeri sorgulama ve ifşa etme ve toplumun hayrına olan ma’rufu öne çıkarmanın gerekliliğini hatırlatmayı arzuluyoruz. Teslimiyeti reddedip, dayatılan gündeme ve genel geçer kabullere karşı fikri ve fiili muhalefet etme yolunda bir ahlaki seçim yapmakla; bu muhalefet yolunda yürürken karşılaşacağımız binbir çeşit muhtemel problem ve zaafı da göze almış, onları aşma gayretine girişmiş oluyoruz. Bir nevi, dışarıdan seyredenlerin aksine bataklığı kurutmayı kafasına koymuş insan; bunun yöntemleri, bunu yaparken nelere dikkat edileceği, kendisinin de kirlenmekten nasıl korunacağı gibi sorular, riskler, deneme yanılmalarla da muhatap olmak zorunda.

Allah’ın rızasına ve dininin ölçülerine göre yaşamak ve onu yeni norm haline getirmek meşru bir amaç. Ama insanların meşruiyeti kendinden menkul değildir. Meşru bir amaca hizmet etme iddiası, hatta bunda kendince samimi olmak, insanın her daim meşru pozisyonda kalacağını garanti etmez. Resullere ve en yakınlarındakilere bile böyle bir garanti verilmemiştir. Meşru davalar için yola çıkan insanlar yolda tökezleyebilir; duyguları, bilgi eksiklikleri, bazen farkında bile olmadan menfaat güdüleri onları hataya sevk edebilir. Önceliklerden yavaş yavaş uzaklaşılabilir. Bunun için Kaya, yol üzerindeki mü’minlere ve özellikle yola yeni çıkan gençlere bir yol haritası çiziyor: onları reel ve potansiyel zaafları, sorumlulukları konusunda uyarıyor, sahip olmaları gereken ideal hasletlerden bahsediyor ve uzun bir mücadele birikiminden damıtılmış birçok dersler paylaşıyor.

Mücadele elbette bireyden, bireyin iç dönüşümünden, seçiminden başlar. Ama nasıl ki liderlere sınırsız egemenlik emanet edilemezse, yozlaşmamak için egemenliği paylaşmaları şartsa; aynı şekilde sıradan bireyler de hayatlarında doğru kararlar vermek ve adil tavrı korumak için kendi iradelerinden fazlasına ihtiyaç duyarlar. Etraflarındakilerin aklına, denetim ve eleştirisine, sorumluluğu paylaşmasına, arkadaşlığına muhtaçtırlar. Kaya, içimizden atamayacağımız ve bizi önceliklerimizden saptırabilecek temayüller olan korku, sevgi, nefret, cehalet, atalet, karamsarlık, menfaatperestlik, beka ve hükmetme arzusu konularında uyarıyor: buna karşı en iyi tedbirin; aynı ahlaki öncelikleri paylaşan ve zayıflıklarının farkında olan insanların onları birbirine durmadan hatırlattığı, onlar hususunda birbirlerini kırmadan ve dışlamadan kritik edebildikleri, onlara uyma yükünü birlikte sırtladıkları ilişki ve örgütlülükler olduğunun altını çiziyor. Kişi tek başına sonsuza dek ilkeli kalamaz; rüzgarın estiği yöne savrulmaktan, güce ve çoğunluğa veya test edilmemiş aklına göre şekil almaktan kurtulamaz. Bu, özgürlük değildir. Kişiyi bundan kurtaracak olan şey kendisiyle aynı dertleri ve zaafları paylaşan kardeşleriyle cemaat olmak, güç birliği yapmaktır. Birbirlerine ve başkalarına güven telkin eden, ahde ve emanete vefa gösteren, hataları nezaketle uyaran ama iyiliği öne çıkaran ve insanlara merhameti elden bırakmayan, bilginin azlığından da çokluğundan da kaynaklanabilecek cehaletten uzak duran, zulmedenlere izzetle buğzeden ve güçlükleri tevekkülle birlikte göğüsleyen bir topluluk olabilmektir. Kaya’ya göre bu cemaat; teker teker fertlerin kimliklerini korumaları için elzemdir, ama varlığını sürdürmesi de fertlerin bu ahlaki ölçülere dikkat etmesiyle mümkündür. Ve böyle bir cemaat adına yapılan faaliyet ve fedakarlıklar, insanın kendi bireyselliğini teslim etmesi değil muhafaza etmesi anlamına gelir. İslami mücadelenin temelinde ise birey olma özelliğini yitirmeyen bu insanlar vardır.

Rıdvan Kaya Ağabey, eserde, İslami şahsiyetin kalbinde sahih itikad ve pratiğinde salih amel olduğunu hatırlatıyor. İlkesizliğin, oportünizmin, korkunun, ılımlılaşmanın, aşırı iyimserliğe veya umutsuzluğa kapılmanın temel nedeni; sahih bilgiden, vahiyden ve adalet duygusundan kopuş, veya bilgi olmasına rağmen onunla amel etmemektir. Sahih kimliğin teminatı, kimliğin belirleyicisi olması gereken Kur’an ile ve resullerin sünneti ile ahlaklanma çabasıdır. Vicdanımızın kaynağını unutursak, onun sesini bastırmaktan bizi hiçbir şey alıkoyamaz.

Yolda yapılan hatalara, zaman zaman yaşanan kötü tecrübelere, mücadele edilen büyük statükolar karşısında yaşanan yenilgilere gelince; bunlar birçokları için amacın kendisinin baştan yanlış, onun uğruna ortaya konan azim ve gayretlerin baştan ölü doğum, karşı çıkılan zulüm ve ifsadların aşılamaz, onları icra eden güçlerin yenilmez ve hatta haklı olduğu kanaatini uyandırabilir. Cehd ve gayret için ‘ideolojinin varacağı yer bu’ söylemi hakim olabilir, insanların yanlışları dine ve Allah’a fatura edilebilir, tabi bu arada o eleştirilen insanların birçok iyilikleri de tamamen hesabın dışında tutulur, nihayet umutsuzluk ve teslimiyet meşrulaştırılır.

Ama zulmün ve imtihanın bitmediği, bitmeyeceği, zamanımızdan, imkanlarımızdan ve seçimlerimizden her daim sorumlu olduğumuz gerçeği vaki: ‘sorgulama’, ‘özeleştiri’ ve ‘itiraf’ adı altında açılımlar bu gerçeği esgeçtiği ve acziyeti meşrulaştırdığı sürece bir anlam ifade etmeyecektir. Bize düşen ise nerede yanlış yaptığımızı ve doğru olanın ne olduğunu sormak, anlamak, yanlışlarımızı düzeltme istikametinde yeniden yelken açmak için gereken iradeye ve sorumluluk duygusuna sahip olmaktır.

HABERE YORUM KAT

4 Yorum