Hata neredeydi?

Hata neredeydi?

Bernard Lewis’in çalışması Müslümanların yıllardır sorduğu bir soru etrafında zaman zaman önyargılı da olsa düşünce teatisinde bulunuyor.

12 Ocak 2021 Salı 10:52A+A-

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Hata neredeydi?

Modernleşme karşısında yaşanan mağlubiyet çok acı sonuçlar ortaya çıkardı. Müslümanlar coğrafyalarının işgal edildiğine şahit oldular. Batı dünyasının tahakküm tarzı yalnızca siyasi baskı ile anlatılamayacak kadar zorluydu.

Yıllardır kendi memleketlerini, şeriatları ile yöneten Müslümanlar 'gavur' idaresi altında yaşam mücadelesi vermeye başladı. Bedel ağırdı. Müslümanların kanı döküldüğü gibi onlar da düşmanlarının kanını döktüler. Ancak şehit olanlar aslında ağır bedeli ödeyenler değildi. Onlar inançlarının gereği olan savaşı verip hesaplarını ahirete bıraktılar. Geride kalanlar ise bu sefer daha farklı bir ‘işgal’ ile karşılaştılar.

Müslümanlar daha önce de siyasi olarak işgalle karşı karşıya kaldılar. Moğollar Asya üzerinden gelerek bütün bir Müslüman geleneği yok etmek istercesine soykırım uyguladılar. Buhara, Semerkant, Horasan yerle bir edildi. Ardından Bilad-i Rum kıyımdan geçirildi ta ki Ayncalut’a kadar. Mısır’da durdurulan Moğol istilası, istilacıların zaman içinde Müslümanlaşmasıyla son buldu. Çünkü Müslümanlar cephede kaybettiklerini ilmi ve ahlaki birikimleri ile kazandılar. Onları öldürmeye gelen onlarda can buldu. Tarihte bu olayın benzerini bulmak güçtür.

Ardından Haçlılar geldi. Onlar da ciddi anlamda soykırımlar işlediler. Ufak başarılar kazansalar dahi dokuz kez Müslüman topraklarına gelen işgalciler en sonunda mağlubiyeti kabul ederek bir daha gelmemek üzere çekildiler. Haçlı askerlerinin anılarında Antakya’da açlık ve sefalet baş gösterince insan eti yemeye başladıklarından bahsedilmektedir. Doğunun zenginliği için gelen Batılılar başarısızlıklarının yanında yamyamlık yapacak kadar kötü bir duruma düşüp geri çekilmek zorunda kaldılar. Bilinen dokuz haçlı seferinden başarısızlıkla dönmek, bunun da tarihte benzerini bulmak güçtür.

Yazının başında vurguladığımız mağlubiyet ise tarihte yine eşi benzeri görülmemiş bir olay ortaya çıkardı. Müslümanlar ilk defa sorunu Müslümanlıklarından kaynaklı olarak değerlendirdiler. Buradan ortaya çıkan çatışma Müslüman coğrafyada ikircikli bir duruma sebep oldu: Artık dünyaya, olaylara bir başkası gibi bakan Müslüman nesiller… Batıya odaklanmış sorunlarının çözümünü düşmanında arayan, iyi veya kötü niyetli olarak Batılılaşmayı kurtuluş için bir ön kabul olarak değerlendiren bir kuşak yetişti. Bizler de hala bu cenderenin içindeyiz.

Bu noktada her zaman yaşanan tartışmalara eşlik eden bir soru vardı: Hata neredeydi? Bernard Lewis’in aynı ismi taşıyan eseri bu soru etrafında tartışmalar yürütüyor.

stoksave.jpg

Hangi soru gerçek sorunu ortaya çıkartacak?

Lewis’in çalışmasının bir oryantalistin perspektifinden neşet ettiği asla göz ardı edilmemeli. Bu nokta atlandığında eserde Müslümanları rahatsız edebilecek ön yargılı saptamalardan istifade edilmesi de mümkün hale gelmeyecektir. Evet, özellikle kadınların yaşadıkları sorunlar hakkında Lewis’in çalışması meseleyi anlamaktan ziyade bir yere endeksli şekilde kategorize etmeye çalışıyor.

Batının anladığı şekilde özgürlük, eşitlik arayışı olumlanırken Müslümanların kendi varoşluları gereği yaptıkları itirazlar ise hemen ‘radikalizm’ parantezi içine alınarak yaftalanıyor. Bunun dışında demokrasi başta olmak üzere benzeri kavramlar, yönetim ve hukuk sistemleri ulaşılması gereken idealler olarak sunuluyor ve Müslümanların bu sistemlere ne kadar yaklaşabildikleri tartışılıyor. Bunların tümü özünde batı merkezlilik ve ilerlemeci anlayışın dışavurumunu gösteriyor. Bernard Lewis’in böyle anlaşılmakta bir beis görmeyeceğini de belirtmek gerek. Ancak okur eğer ki bu hususları göz önüne almadan kitaba yaklaşırsa amiyane tabirle ‘zokayı’ yutmuş oluyor.

Bunların dışında ise ilgi çekici bahsi laiklik konusu oluşturuyor. Lewis kısaca laikliğin Müslüman dünyada hiçbir zaman kök salamayacağını belirtiyor. Zira Müslümanların düşünme tarzları ve gelenekleri buna izin vermiyor. İslam’ın parçalanmaz bütünlüğü laik/din dışı sistemleri işlevsiz hale getiriyor. Tam anlamıyla yürürlükten kaldırılamasa dahi laikliğin bir şekilde yapısı değiştirilerek kodları bozuluyor. Ortaya ise bugünkü gibi ne olduğu belirsiz bir şey çıkıyor.

Lewis’in Hıristiyanlık ile İslam arasında kurduğu analoji bu açıdan ilginç. Kilise kurumunun varlığı Hıristiyanlığı bütün inanışlardan farklı bir yere koymaktadır. Dindar otorite başka hiçbir inançta böylesine güç tekeline sahip değildir. Bu bağlamda Hıristiyanlığın tecrübesi oldukça acı sonuçlar ortaya çıkartmış ve kendisine karşı öfkeli bir kesim var etmiştir. Ancak laik-seküler eğilimler de yine muhaliflerin tepkisi bir yana Hıristiyanlık içinden gelmiştir. Yani Kilise’nin yeryüzünde kurduğu tahakkümün var olduğu şekilde devam etmesinin mümkün olmadığını anlayan inanmışlar, laikliği var ettiler. Hıristiyanlık laikliğe ihtiyaç duydu. Ancak böyle bir durum İslam için hiçbir zaman geçerli olmadı. Öncelikle Kilise benzeri bir kurum hiçbir zaman Müslüman coğrafyada inşa edilmedi. Bunun yanında en önemli etken ise Lewis’in ifade ettiği gibi oldukça ayrıcalıklı bir durum ortaya çıkardı. Hz. Muhammed ise (Hz. İsa ve Hz. Musa’nın aksine)  hayattayken başarıya ve zafere ulaştı. Kendi vadedilmiş topraklarını fethetti, kendi devletini kurdu ve en üstün egemen güç oldu. Bu şekilde yasalar koydu, adalet dağıttı, vergi topladı, ordu kurdu, savaş ve barış yaptı. Başka bir ifadeyle, o hükmetti ve hükümdar olarak kararları ve yaptıklarına dair anlatılar İslami metinlerde kutsal sayıldı, Müslüman geleneğinde kuvvetlendi.

İslam’ın teori-pratik bütünlüğünde ulaştığı başarı bugün dahi bütün zaaflarına rağmen din dışı akımlara, ideolojilere karşı rezervli bir ortak şuur var etti. Lewis’in farkına vardığı ve biraz şikâyet ederek aktardığı bu durumun Müslümanların da farkına varması gerekmektedir. Hata neredeydi sorusu etrafında yapılan fikir teatileri verimli tartışmalara yol açabilir. Tabi çözüme dair de bir şeyler söyleme ukdesini içinde taşıdığı oranda…

HABERE YORUM KAT

3 Yorum