1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Haberin Sıhhatini Araştırmak Vaciptir!
Haberin Sıhhatini Araştırmak Vaciptir!

Haberin Sıhhatini Araştırmak Vaciptir!

S. Ömer Sinanoğlu, Resul (s) ve sahabe pratiğinden örneklerle haberin doğruluğunun araştırılması hususunu ele almış.

08 Şubat 2014 Cumartesi 13:24A+A-

HAKSÖZ-HABER

Haberin kaynağı, sıhhati ve doğrulanması konuları sağlıklı bilgi sahibi olmak isteyen herkes için son derece gerekli unsurlar olmak yanında Müslümanlar açısından ise hayati önemi haiz konulardır. Sahih haber olmazsa sahih bilgi ve salih amel söz konusu olamaz.

Yaşadığımız ortamda sahih haber konusu özellikle iletişim imkânlarının ve çeşitliliğinin artışına bağlı olarak çoğu zaman gözden kaçırılan, önemsizmiş gibi addedilen bir konu haline gelmiş görünüyor. Oysa bu alan Müslümanların çok dikkatli hareket etmesi ve özen göstermesi gereken konuların başında geliyor.

Konuya ilişkin olarak Seyyid Ömer Sinanoğlu’nun bugünkü Zaman gazetesinde yayınlanan yazısını iktibas ediyoruz.     

***

İSLAMÎ KAYNAKLARA GÖRE HABERDE DOĞRULUK

Seyyid Ömer Sinanoğlu / Zaman

Dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kanun düzenlenmesi ve ardından yolsuzluk iddiaları üzerine yapılan operasyonlar ülkemizde büyük gerginliklere sebep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Olayların medyadan aksettirilişi, doğruluğu araştırılmadan birtakım haberlerin yayınlanması dolayısıyla büyük toplum kesimlerinin bundan zarar görmesi, dinî referanslarımıza bir kez daha dönmeyi zaruri kılmıştır.

Hata yapma ihtimali, şahsî menfaat elde etme kaygısı veya mensup olduğu grubu koruma, övme, karşı grubu yerme amacı gibi faktörler, insanları haberlerde hata yapmaya, hatta yalan uydurmaya sevk edebilmektedir. Bu tür faktörler, haberde doğruluğun araştırılmasına zemin hazırlayan en önemli sebeplerin başında gelir. Ayrıca haber sadece haber olma özelliğiyle kalmaz; taşıdığı bilgi ve insanların atfettiği değere göre önem kazanır. Eğer haber, kişi veya toplumla ilgili bir hükme dayanak teşkil ediyorsa veya insanların davranışlarını düzenleyici bir özellik taşıyorsa böyle bir haberin doğruluğunun araştırılması ayrı bir önem taşır. İşte haberin taşıdığı bu önemden dolayı İslâm dini, haberin doğruluğunun mutlaka araştırılmasını emretmektedir.

Allah Teâlâ “Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde hemen onu yayarlar. Halbuki onlar bu haberi Peygamber’e ve aralarındaki yetkili zatlara arz etselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar (ehil kimseler, uzmanlar), onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.” (Nisâ (4), 83) âyetiyle mü’minlerin kendilerine ulaşan haberleri, doğruluğundan emin olacak biçimde tahkik etmeleri ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmaları gerektiğini açıkça ifade etmekte; eğer bunu yapmazlarsa, aslı olmayan (uydurma, yalan), çarpıtılmış veya eksik haberler sebebiyle halkın büyük zarar göreceğini vurgulamaktadır.

Allah Teâlâ, bazı âyetlerde, bize ulaşan haberlere inanmada acele etmemeyi, temkinli davranmayı ve haberi araştırıp tahkik etmeyi açık bir şekilde emretmektedir. Aksi halde zâhire göre alelacele hüküm vermek ve sırf zanna dayalı yargıda bulunmak günahtır. Bu konuda Hucurât Sûresi’nde, “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır.” (Hucurât (49), 12) buyrulmaktadır. Bu âyete göre kişinin başka birine sebepsiz yere kötü zan (su-i zan) beslemesi veya başkaları ile ilgili kanaat ve görüşlerinde daima su-i zannı ön plana çıkarması yahut dış görünüşleri ve hareketleri itibarıyla iyi bir insan olduğu görülen kişilere su-i zan beslemesi günahtır.

‘TEENNÎ ALLAH’TAN, ACELE ŞEYTANDANDIR’

Kur’an’da haberin doğruluğunun araştırılmasına dair diğer bir örnek de Hz. Süleyman’ın (as), Hüdhüd’ün getirdiği haberi tahkik etmesidir. Hüdhüd, Sebe Melikesi Belkıs’tan haber getirince O (as), haberi hemen onaylamayıp “Doğru mu söyledin yoksa yalancının biri misin, bakıp anlayacağız?!” diyerek haberin doğru olup olmadığını araştırmıştır. (Neml (27), 20-27).

Resûl-i Ekrem’in, haberde doğruluğun araştırılmasına bizzat kendi uygulamalarıyla büyük önem verdiğini görmekteyiz. O’nun (sas) ilke özelliği taşıyan ve hayatın bütün alanları için geçerli olan “Teennî Allah’tan, acele şeytandandır.” (Tirmizî, Birr, 66) sözü, haberin doğruluğunun araştırılması konusunda daha bir önem kazanmaktadır.

Resûlullah, bir kimsenin herhangi bir maksada ulaşmak için halkın dilinde dolaşan ve kesin bir bilgiye dayanmayan, şek, zan ve tahminden oluşan birtakım haberleri/bilgileri dile getirmesini, söyleyip durmasını kötü bir bineğe benzetmektedir (Ebû Dâvûd, Edeb, 72).

Haberde doğruluğun araştırılması konusunda Resûlullah’ın (sas) hayatında pek çok örneğe rastlamak mümkündür. İşte bunlardan birkaçı:

Benî Müstalik Gazvesi dönüşünde münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selûl, Resûl-i Ekrem’in eşi Hz. Âişe’ye (r.anhâ) zina iftirası atmıştı. İftira haberi Medine’de yayılmış ve Resûlullah ve Hz. Âişe başta olmak üzere bütün Müslümanlar büyük bir üzüntü yaşamışlardı. Bu vahim iftira olayı karşısında Resûlullah, vahiy gelmesini beklemiş, vahiy gecikince Hz. Âişe’yle ayrılık konusunda yakınındaki kimselerle istişare etmiştir. Bu istişarelerde Resûlullah, Hz. Âişe aleyhindeki haberin (iftira) içyüzünü ortaya çıkarmaya, araştırmaya koyulmuştur. Nihayet Hz. Âişe’ye iftira atıldığını beyan eden âyetler inmiş ve Müslümanlar büyük bir sevinç yaşamıştı.

Konuyla ilgili bir başka örnek, Resûlullah’ın Velid b. Ukbe’yi Mustalikoğulları’na zekâtlarını toplamak üzere göndermesiyle ilgili olaydır. Mustalikoğulları, Velid b. Ukbe’yi görünce onu karşılamak üzere yola koyuldular. Velid, onların kendisine doğru geldiğini görünce kendisini öldüreceklerini zannederek korkup kaçtı. Resûlullah’a gelerek onların dinden çıktıklarını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah, Halid b. Velid’i Mustalikoğulları’na gönderdi. Fakat acele etmeyip önce olayı tahkik etmesini emretti. Halid b. Velid (ra), gece vakti Mustalikoğulları beldesine vardı. Beldeye girmeden onların durumunu öğrenmek maksadıyla oraya adamlarını (casuslarını) gönderdi. Adamları, onların İslâm üzere olduklarını, ezan okuyup namaz kıldıklarını müşahede edince durumu Halid b. Velid’e haber verdiler; o da Resûlullah’a gelerek olayın iç yüzünü anlattı. İşte bu olay üzerine “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin; doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât (49), 6) âyet-i kerimesi indi (İbn Hacer, el-İsâbe IV, 321-322).

‘BELKİ SEN ÖYLE İŞİTTİN?’

Resûlullah’ın, meşhur münafık Abdullah b. Ubey b. Selül’ün Müreysîa suyunun başında Ensar ile Muhacir arasında çıkan kargaşa üzerine “Allah’a yemin ederim ki, Medine’ye vardığımızda aziz olanlar zelil olanları oradan çıkaracaklardır.” sözünü aktaran henüz genç yaştaki Zeyd b. Erkam’la yaptığı muhavere, O’nun (sas), haberi tahkik konusuna verdiği önemi gösteren başka bir örnektir. Haberi getiren Zeyd’e, Resûlullah “Evladım! Belki de ona kızgınlığından bunları söylüyorsun!” dedi. Zeyd “Allah’a yemin ederim ki hayır! Muhakkak ki, ben bu sözleri ondan duydum.” dedi. Resûlullah “Belki de yanlış işittin.” dedi. Zeyd “Hayır ya Resûlallah!” dedi. Resûlullah “Belki de sana öyle geldi!?” dedi. Zeyd yine “Hayır! Allah’a yemin olsun ki, bu sözleri ondan işittim.” diye net ifadelerle cevap verdi (Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, II, 415-417). Resûlullah, haberi getiren Zeyd’i sorgulamakla yetinmemiş, Abdullah b. Übey ve arkadaşlarını da çağırarak böyle bir söz söyleyip söylemediğini ona da sormuştur. Abdullah b. Übey, o sözleri söylemediğine dair yemin etmiştir. Fakat çok geçmeden münafık Abdullah b. Übey’i yalanlayan ve Zeyd b. Erkam’ı tasdik eden âyetler inmiştir (Buhârî, Tefsîru Sûrati’l-Munâfikîn (63), 1, 2).

Resûlullah, bir mesele hakkında araştırma yapmadan peşin hükümde bulunup cinayet işleyen bir kişinin bağışlanma talebini de reddetmiştir. İbn Abbas (ra)’dan gelen rivâyete göre, adamın biri kendine ait küçük bir davar sürüsünün başında bulunuyordu. Bir seriyyede bulunan Müslümanlar o adama rastladılar. Adam onlara “Es-selâmu aleyküm” diye se­lâm verdi. Bu selâma rağmen onlar adamı öldürüp sürüsünü aldılar. İşte Allah bu hâdise üzerine “Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman son derece dikkatli davranın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin! Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz. Öyleyse iyi anlayın, dinleyin, çok dikkatli davranın! Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Nisa (4), 94) âyetini indirdi. O dünya hayatının geçici menfaati, işte bu küçük davar sürüsüdür (Müslim, Tefsir, 22). Âyette iki defa “tebeyyün” kelimesinin geçmesi, haberin araştırılmasına ne kadar ehemmiyet verilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu olayda öldürülen kişi, selâmıyla Müslüman olduğunu ifade etmek istemiş; ne var ki, gerçekte Müslüman olup olmadığı araştırılmadan ve hadiste ifade edildiği üzere az bir dünya malı elde etmek için öldürülmüştü.

Buradaki örneklerden de anlaşılacağı üzere bizzat Resûl-i Ekrem, âyetlerdeki “iyice tahkik edin” emrini önce kendisi yerine getirmiş, doğruluğu araştırılmayan bir habere dayanarak bir hüküm beyan etmemiş veya bir karar vermemiştir.

Bilmem ki, burada anlatılanlar, bir-iki ay içinde medya kanalıyla, değil haberlerde doğruluğu araştırmak, uydurma haber yaparak ötekileştirdikleri kimseleri küçük düşürmeye, mü’minlerin onur ve haysiyetlerini incitmeye, toplumda fitne tohumları saçmaya ve nihayet içinde bulunduğumuz gemiyi tabanından oymaya çalışanlar için bir şey ifade eder mi?

*Araştırmacı-yazar

 

HABERE YORUM KAT