
Güney Kore seyahatimiz – Hatıra ve gözlemlerimiz
Nasıl ki bütün dünya kapitalizmin merkezi tarafından tek tipleştiriliyorsa, Güney Kore’de de en büyük tehdit bu yeni nesil kültür üzerinde görülüyor.
ZAFER ÖZER'in Güney Kore izlenimleri:
Bir Seyyah Niyetiyle…
Yola çıkarken gönlümüzde İbn Battûta’nın şu duası vardı: “Rabbim! Gözlerimize ibretle bakmayı, kalbimize hikmetle görmeyi nasip eyle.”
Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayeti ise bize yol gösteriyordu: “Yeryüzünde gezin, ayetleri görün…”
İşte biz de bu niyetle yola çıkmak istedik. Baktıklarımızı sadece gözle değil gönülle görmeye, gördüklerimizden ibret almaya niyetlendik…
İkiye Bölünmüş Tek Millet
Kore’ye adım atarken ilk aklımıza gelen hakikat şuydu: Aslında tek bir millet, ama iki ayrı devlet… Cetvelle çizilmiş sınırlar, iki farklı rejim… Birbirine çok yakın ama bir o kadar da uzak; aynı kökten gelen ama farklı yollara savrulmuş iki kardeş. Bu bölünmüşlük insana garip geliyor. Kendi tarihimizde yaşadığımız ayrılıkları düşündükçe, onların hali gönlümüze daha da derinden dokundu. Tek bir milletin ikiye ayrılması, yürekleri parçalayan bir tablo…
Derin Bir Bağ: Türkiye ve Kore
Bu yolculuğumuzun arka planında zihnimizi en çok meşgul eden şey, tarihimizdeki ortak bağ oldu. 1950–53 Kore Savaşı’nda Türkiye’den yaklaşık 25.000 asker bu topraklara gelmiş, bin civarında evladımız burada can vermişti. Yani kanımız bu topraklara karışmış, kaderimiz bir süreliğine aynı cephede birleşmişti.
Dolayısıyla bizim Kore ile olan bağımız yalnızca turistik bir yakınlık değil; aynı zamanda kardeşlik, fedakârlık ve kan bağıdır. Bugün Güney Kore halkının belli bir yaşın üstündekiler, özellikle de 30 yaş üzerindekiler, bir Türk’ü gördüğünde gözlerindeki o içten tebessüm, işte bu tarihten süzülüp gelen minnettarlığın ifadesidir.
Kore Savaşı Şehitliği: Sessiz Bir Minnet
Seul sokaklarında yaptığımız gezilerin ardından rotamızı, bizim için en anlamlı mekânlardan biri olan Kore Savaşı Türk Şehitliği’ne çevirdik. Burada, 1950–53 yılları arasında bu topraklarda canını feda eden Mehmetçiklerimizin isimleri tek tek yazılıydı. Her bir taş, Anadolu’dan çıkıp hiç tanımadığı bir diyarda toprağa düşen bir yiğidin sessiz şahidiydi.
Şehitlikte dolaşırken, kalbimize hem bir gurur hem de derin bir hüzün çöktü. Çünkü o taşlarda yazan isimler, sadece asker değil; bir köyden, bir kasabadan, bir ocaktan kopup gelmiş evlatlardı. Kimi belki ardında nişanlısını bırakmış, kimi annesinin duasıyla uğurlanmıştı.
Kore halkının şehitliğe gösterdiği hürmet, bize şunu hissettirdi: Bu fedakârlık unutulmamıştı. Orada karşılaştığımız yaşlı bir Koreli, gözleri dolarak şunları söyledi: “Türkler geldiğinde biz kurtulduk. Bizim kalbimizde Türkler hep kardeştir.” Bu sözler, tarihin ve siyasetin ötesinde, gönüller arasında kurulan kalıcı köprünün ifadesiydi.
Biz buraya sadece misafir olarak gelmedik; geçmişimizden gelen kan bağıyla, şehitlik bağıyla buradaydık. Ve bu bağ, modern diplomatik ilişkilerin çok ötesinde, kalpler arasında kurulmuş sessiz ama güçlü bir köprüydü.
Seul’de Gözlemlerimiz
Ama Güney Kore’nin, 1953 savaşından sonra büyük bir gayret ve azimle yeniden ayağa kalktığını görmek de takdire şayan. On yıllar içinde yokluklardan varlığa doğru yükselmiş, çalışarak, emek vererek, eğitime önem vererek dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri haline gelmişler. Bugün kişi başı gelirleri 36.000 dolarları buluyor. Bizim için de ibretli bir ders: Gayret, çalışma ve azimle milletler yeniden doğabiliyor.
Seul – Temizlik ve İntizam Şehri
Seul’e adım atar atmaz şehrin temizliği, düzeni ve intizamı dikkatimizi çekti. Kaldırımlar, yollar, metro istasyonları pırıl pırıldı. İnsanlar çöplerini yerlere atmıyor, sıraya giriyor, birbirine nezaketle davranıyordu. Bu hâl, şehrin sadece dışını değil, insanlarının iç dünyalarına da bir düzen getiryordu..
Bu nezaket ve intizam bize hiç yabancı gelmedi. Aksine, kendi İslam medeniyetimizdeki saygıyı, edepli duruşu ve temizlik hassasiyetini hatırlattı. Demek ki insana dair güzellikler evrensel; farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde de yaşatılabiliyor. Bunu görmek, bizi hem sevindirdi hem de kendi değerlerimizi yeniden düşünmeye sevk etti.
Seul Sokaklarında
Sabahları yaptığımız yürüyüşler, bize şehri daha yakından tanıma fırsatı sundu. Kaldığımız bölge, kalabalığı, ticaretin döndüğü hareketliliğiyle bize İstanbul’un Eminönü’nü hatırlattı. Her sabah farklı bir yöne yönelerek Seul’ün farklı yüzlerini görme imkânı bulduk.
- Birinci yürüyüşümüzde, modern Kore ile karşılaştık. Yüksek binalar, geniş caddeler, düzenli trafik ve yepyeni mağazalar… Dünyanın yükselen ekonomilerinden birinin başkentinde olduğumuzu hissettiren manzaralardı bunlar.
- İkinci yürüyüşümüzde, hem geleneksel çarşıların hem de modern mağazaların iç içe geçtiği bir bölgeye girdik. Sadelikleriyle dikkat çeken dükkânlar, esnafın sıcaklığı ve kalabalığın içindeki canlı akış, bizleri içine çekti. Bu bölge, geçmişle bugünün yan yana yürüdüğü bir Seul portresi gibiydi.
- Üçüncü yürüyüşümüz ise daha çok sokak lezzetlerinin yoğun olduğu bir bölgeye çıktı. Ancak buradaki tatlar bize pek hitap etmedi. Bizim damak zevkimizle onların mutfağı arasındaki farkı bir kez daha hissettik. Bu farklılık, kültürlerin çeşitliliğini gösteren bir tecrübe olsa da, bize kendi mutfağımızın zenginliğini yeniden hatırlattı.
Seul’de Kütüphaneler
Kore sokaklarında dikkatimizi çeken en önemli şeylerden biri, eğitime verilen kıymet oldu. Bir alışveriş merkezinin girişinde karşımıza çıkan devasa kütüphane bunun en somut göstergesiydi. Raflar gökyüzüne doğru yükseliyor, yüzlerce insan kitapların arasında vakit geçiriyordu. Bu mekân, sadece kitap satışı için değil; aynı zamanda insanların oturup okuyabildiği, düşünceye dalabildiği huzurlu bir alan olarak düzenlenmişti.
Bizim gönlümüzde kitaba dair çok farklı bir hatıra bıraktı bu manzara. Kapitalizmin en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan bir AVM’nin girişine böyle bir kütüphane kurmak, aslında “eğitimle bir duruş” sergilemekti. Tüketim dünyasının ortasında bilgiye ve hikmete ayrılmış bu alan, bize ilmin yüceliğini ve medeniyetlerin yükselişinde kitaba verilen değerin ne kadar mühim olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu.
Hyundai, Kia ve Seul’ün Sokakları
Seul sokaklarında dikkatimizi çeken bir başka manzara da otomobiller oldu. Caddelerde Kia, Hyundai ve onların premium markalarının en son modelleri adeta şehrin dinamizmine eşlik ediyordu. Yalnızca otomobiller değil; Samsung, LG gibi markaların tabelaları, binaları, mağazaları da her köşede karşımıza çıktı.
Kendi millî markalarını böylesine görünür ve güçlü şekilde yaşatmaları insana bir gurur duygusu uyandırıyor. Çünkü bu manzara, aslında azmin, çalışmanın ve yerli üretime verilen değerin meyvesi.
Bizim ülkemiz için de bu, önemli bir hatırlatma yapıyor;Kendi markalarımızı üretmek, geliştirmek ve dünya yollarına çıkarmak sadece ekonomik bir başarı değil; aynı zamanda bir medeniyet göstergesi.
Seul İslam Merkezi – Sessiz Bir Köşe
Yol arkadaşlarımızla çıktığımız seferde, İGEDER gönüllüleri, İzmit’ten kıymetli Diş Dr. İlhan Yelmer Abimiz ve birbirinden değerli dostlarımızla birlikte ilk günümüzde öğle namazını Seul İslam Merkezi’nde kıldık. Şehrin yoğun kalabalığı arasında saklı bir köşe gibiydi burası. İçeri girdiğimizde, kalabalığın gürültüsü dışarıda kalmış; gönüllerimize farklı bir huzur dolmuştu.
Caminin içinde ve çevresinde küçük bir cemaat vardı. Müslümanların sayısı oldukça azdı. O an düşündük: Bu topraklarda yapılacak çok çalışma var. İslam’ın hakikatlerini insanlara ulaştırmak, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde hizmet etmesi gerekiyor. Seul’deki Müslüman azlığı bize hem bir hüzün, hem de omuzlarımıza yüklenen bir vazifeyi hatırlattı.
Hanok Evleri ve Saraylar
Geleneksel Hanok evleri arasında yürüyüşümüz bize Amasya evlerini, Osmanlı sokaklarını hatırlattı. Küçük avlular, taş duvarlar, ahşap işçilikler… Kapılardaki ahşap işçiliği, avluların düzeni bize kendi medeniyetimizden izler sundu.
Üçüncü günümüzde gezdiğimiz kraliyet sarayı ise başlı başına bir tarih yolculuğuydu. 30.000 metrekareyi aşan geniş alan, ihtişamlı kapılar, tarihi Kore Sarayları, nöbetçi askerlerin törenleri… Bir milletin tarihini, gururunu ve köklerini yansıtan görkemli bir mekân.
K-Pop Kültürü: Cinsiyetsizleştirme…
Güney Kore gezimiz boyunca gözlemlediğimiz bir başka dikkat çekici husus ise, ülkenin kendi gelişiminin kanseri olacak “K-Pop” kültürü oldu. İlk bakışta gençlerin enerjisi ve neşesi gibi görünen bu hareket, aslında globalleşmenin getirdiği tek tipleştirici, cinsiyetsizleştirici ve yozlaştırıcı etkileri içinde barındırıyor.
Sosyal medya aracılığıyla tüm dünyaya hızla yayılan bu kültür; giyim-kuşamda, müzikte, eğlence anlayışında tek tip bir gençlik meydana getiriyor. Bununla beraber LGBT dayatmaları ve Netflix benzeri platformların toplumlara sunduğu kimliksizleştirme projeleri de maalesef Kore’den tüm dünyaya sirayet ediyor.
Kore’nin ekonomik kalkınması, disiplinli eğitimi ve çalışkanlığı ne kadar övgüye değer olsa da;nüfus artışının neredeyse sıfıra düşmesi, genç neslin tüketim kültürü içinde eriyip gitmesi ve ruhsuzlaşması bu ülkenin en büyük tehlikesi olarak önlerinde duruyor.
Ayrıca ibretlik bir manzara daha var: K-Pop sahnesine çıkabilmek için yıllarca süren eğitimlere maruz kalan gençler… Bir kısmı şöhretin kapısını aralasa da, hedefe ulaşamayan nice genç de bunalımlara giriyor. Tarihte nice toplumlarda görülen “şöhretin ateşiyle yanıp kül olma” hâli burada da yaşanıyor. Erkeklerin makyajla kadınsılaştırılması, kadın-erkek arasındaki çizgilerin silinmesi, popüler kültürün dayattığı çıkmaz sokak… Ekonomik olarak büyük bir sektör gibi sunulsa da aslında insan kaynağını tüketen, gençliği yıpratan bir endüstri hâline dönüşüyor. Yakında bunun topluma ağır faturalarıyla yüzleşmeleri kaçınılmaz görünüyor.
Nasıl ki bütün dünya kapitalizmin merkezi tarafından tek tipleştiriliyorsa, Güney Kore’de de en büyük tehdit bu yeni nesil kültür üzerinde görülüyor. Adeta bir virüs gibi kendi içlerinden neşet eden bu K-Pop ve türevleri; gençliği kimliksizleştiren, öz değerlerinden koparan bir unsur olarak öne çıkıyor. Böylece Kore’nin parlayan ekonomik başarısının ardında aslında ciddi bir toplumsal kırılganlık saklanıyor.
Sonuç
Üç günün sonunda gönlümüzde şu duygular kaldı:
Bir milletin azim ve gayretiyle küllerinden nasıl yeniden doğabileceğini, eğitimin ve çalışkanlığın bir ülkeyi nereden nereye taşıyabileceğini bizzat gözlemledik. Sokaklarındaki temizlik, düzen, intizam; insanlarının nezaketi ve birbirlerine gösterdikleri saygı, bize kendi islam medeniyetimizin köklü güzelliklerini hatırlattı.
Tarihimizden gelen bağlarımız ve Kore topraklarında yatan şehitlerimizin aziz hatırası birleşince, bu ülkeye karşı gönlümüzde ayrı bir muhabbet oluştu. Kore, hem hayranlık verici gelişimiyle, hem de karşı karşıya kaldığı kültürel sınavlarıyla bize çok şey anlattı.
Sonunda anladık ki bu yolculuk sadece bir gezi değil; aynı zamanda kendi toplumumuz, dünya insanın yolculuğu, gençliğimiz ve geleceğimiz için derin bir muhasebe vesilesi oldu. Vesselam…
“Rabbimiz! Bizleri kendi öz değerlerimizden ayırma. Nesillerimizi imanla, izzetle ve faziletle yetiştirenlerden eyle…”
Âmin.






















HABERE YORUM KAT