
Granada Üçlemesi: Hafızanın yitimi, direnişin romanı
Mısırlı yazar ve akademisyen Radva Aşur, Granada Üçlemesi ile edebiyat tarihine yalnızca tarihî bir dönem anlatmakla kalmayıp, inanç, kimlik ve direnişin ruhuna dair evrensel bir anlatı sunuyor.
Sevranur Ayar/Haksöz Haber
Granada Üçlemesi: Hafızanın yitimi, direnişin romanı
“Unutmak ihanetin ilk adımıdır.”
– Mahmud Derviş
Endülüs İslam medeniyetinin çöküş sürecine, 1492 sonrasında Müslümanların karşılaştığı sistematik asimilasyona ve kültürel yok oluşa ışık tutan bu üçleme; Granada, Meryema ve Göç kısımlarından oluşuyor. Her biri, kaybolan bir medeniyetin sessiz çığlıklarını, bireylerin iç dünyasında yankılanan travmaları ve umuda tutunma çabasını derin bir içgörüyle işliyor.
Üçlemenin merkezinde, İslamî kimliğin baskı altında dönüşümünü yaşayan sıradan insanlar yer alıyor. Aşur, büyük tarihsel figürler yerine gündelik hayatın aktörleriyle tarih kurgusu kuruyor. Romanın dili bu tanıklığı güçlendiren en önemli unsurlardan biri hâline geliyor. Aynı kıbleye dönen, aynı bayramlarda sevinen bir halkın kutsallarına yönelen baskının anlatısı, günümüz coğrafyalarındaki zulüm sahneleriyle yankılanıyor. El yazmalarının yakılması, ezanların susturulması, bayramların yasaklanması ve hatta temizlik mekânı olan hamamların kapatılması gibi sahneler, inançla yoğrulmuş bir hayatın köklerinden koparılışını gözler önüne seriyor. Aşur, bu yasağın absürtlüğünü halkın şaşkınlığı üzerinden derin bir ironiyle aktarıyor. “Bu adamlar yıkanmıyor mu ki hamamları da kapatıyorlar?” diye soran karakterler, sadece bir temizlik alışkanlığının değil, bir medeniyetin insana ve arınmaya dair anlayışının yok edilmesine tanıklık ediyor. Bu sahneler, kültürel soykırımın boyutlarını hem acıyla hem de insani bir sitemle görünür kılıyor.
Romanın bir diğer güçlü yönünü karakterlerin dönüşümü oluşturuyor. Kimileri inancında sebat ederken, kimileri zamanla sisteme uyum sağlıyor. Bu kırılmalar, hayatta kalma içgüdüsünü anlatırken okuyucuda derin bir hayal kırıklığı yaratıyor. Aşur’un tarihsel gerçeklik ile kurgu gücünü dengelemesi, üçlemeyi çağdaş Arap edebiyatında seçkin bir yere taşıyor.
Radva Aşur’un Granada Üçlemesi, tarihin susmaya zorlanan bir halkın diliyle yazılmış bir anlatı olarak öne çıkıyor. Bu roman, kaybedilen bir medeniyetin ardından tutulan bir yas değil sadece; hafızanın inkârına karşı yükselen bir direniş çağrısı hâline geliyor. Endülüs’te yakılan el yazmalarıyla Gazze’de bombalanan okul kitapları, o dönemde yasaklanan Kurban bayramıyla bugün susturulmaya çalışılan ezanlar aynı zihniyetin devamını gösteriyor. Kimliksizleştirmenin sadece mekânla değil, zamanla da yapıldığını hatırlatıyor. Aşur’un romanı, bu kadim zinciri görünür kılıyor.
Bugün hâlâ devam eden Filistin işgali, Çin’de Uygur Türklerine yönelik baskı politikaları, Afrika’da İslamî kurumların sistematik olarak tasfiyesi, Sudan’da sivillerin iki askerî güç arasındaki iktidar mücadelesi arasında sıkıştığı ağır insani koşullar, Granada’da başlayan bu mücadelenin farklı cephelerini oluşturuyor. Bu zincir sadece coğrafyayla sınırlı kalmıyor; Türkiye’de uzun yıllar Kemalist ideoloji adına yürütülen başörtüsü yasakları ve dini kimliğin kamusal alandan dışlanması, Kuzey Kıbrıs’ta başörtü kısıtlamaları gibi örneklerle aynı baskı biçimlerinin günümüzde de sürdüğünü gösteriyor. Radva Aşur’un romanı, unutturulmak istenen hafızayı bugüne taşıyor; unutmayı reddetmenin bir ibadet, hatırlamanın bir sorumluluk, yazmanın ise bir direniş olduğunu hatırlatıyor. Çünkü tarih yalnızca geçmişte yaşanmıyor; yeniden yazılırken ya unutuluyor ya da kurtarılıyor.







HABERE YORUM KAT