1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Gazze “halk direnişi” üzerine söylemini değiştirdi, ama gerçekten dinliyor muyuz?
Gazze “halk direnişi” üzerine söylemini değiştirdi, ama gerçekten dinliyor muyuz?

Gazze “halk direnişi” üzerine söylemini değiştirdi, ama gerçekten dinliyor muyuz?

Gazze doğumlu entelektüel ve mülteci Ramzy Baroud, Gazze'deki direnişin ‘halk direnişi’ tartışmalarını yeniden şekillendirdiğini ve bizi rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye zorladığını savunuyor.

25 Mayıs 2025 Pazar 23:47A+A-

Ramzy Baroud’un palestinecronicle’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz-Haber için tercüme etti.


Filistinliler ve İsrailliler, İsrail'in ateşkesi kabul etmek ve Gazze Şeridi'nden kademeli olarak çekilmeye başlamak zorunda kalmasının ardındaki temel nedenin ‘Gazze direnişi’ olduğu konusunda hemfikir.

İşin tuhaf yanı, Gazze'de ölen, direnen ama kararlılıklarını koruyan Filistinlilerin genellikle İsrail hükümeti ve ordusunun temsil ettiği her şeyin tam karşısında yer almasıdır.

Aynı durum İsrail hükümeti için de geçerlidir. Yine de İsrail soykırımının en başından beri her iki taraf da ilan edilmemiş bir anlaşmaya vardı: İsrailliler Filistin direnişini yok etmek ve Gazze'nin kontrolünü tamamen ele geçirmek isterken, Filistinliler İsrail'in hedeflerini engellemek istiyordu.

İsrail görevini yerine getirmek için 85.000 tondan fazla patlayıcı kullandı ve ABD ile diğer Batılı hükümetlerin ve istihbaratın desteğini aldı.

İsrail'in misyonunu engellemek için Filistinliler gerilla savaşı yürütmek için toplayabildikleri her şeyi kullandılar; bu yıpratma savaşı, tarihin kaydettiği en yıkıcı soykırımlardan (Gazacide) biriyle kararlılıklarının bedelini ödeyen Gazze sakinlerinin desteğiyle mümkün oldu.

Yüz binlerce Filistinli 27 Ocak'ta güneyden kuzeye doğru yürümeye başladığında, İsrail savaş makinesine karşı kolektif bir zafer ve yeni bir halk direnişi modeli üreten halkın kendisi için bir zafer olarak tanımladıkları dönüşlerini kutladılar.

İsrailliler de aynı fikirde, ancak elbette Filistinlilerle aynı dili kullanmayacaklar. İsrail'e göre Gazze'deki savaşçılar teröristtir ve Gazze halkı da bu terörizmi destekleyen halk temelidir. Bu nedenle savaş boyunca toplu cezalandırma ve onları Mısır, Suudi Arabistan, İrlanda, Fas, Somaliland ve başka herhangi bir yere etnik olarak temizlemek için sürekli planlar yapıldı.

İsrail'in aşırılık yanlısı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, İsrail'in ateşkes anlaşmasını “tam teslimiyet” olarak tanımladı ki bu da İsrail Başbakanı B,nyamin Netanyahu'nun savaş boyunca defalarca dile getirdiği “tam zafer” stratejisiyle tezat oluşturuyor.

Bu yenilgi ya da teslimiyet, emekli Tümgeneral İzhak Brik'in ifadesiyle İsrail'i varoluşsal bir tehdit altına sokuyor. Maariv'de yazan Brik, İsrail'in askeri üstünlüğünü kaybetmesinin devletin on yıllardır karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike olduğunu inkâr etmiyor.

“Gerçek bir askeri kabiliyete değil de mucizelere bel bağlayan bir devlet uzun süre ayakta kalamaz” diye yazdı.

Brik'in görüşleri İsrail'in siyasi ve askeri elitlerinin çoğu tarafından paylaşılıyor. Netanyahu'nun kendisi bile, neredeyse tamamen Filistin direnişinin sertliği nedeniyle İsrail'in pozisyonunun imkânsızlığını ima etti.

Geçtiğimiz mart ayında bir askeri öğrenci mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada İsrail'in “varoluşsal bir savaş” içinde olduğunu ve “tam zafer” elde etmesi gerektiğini söyledi.

Ancak Filistin ve İsrail söylemleri dışında bu konu hakkında nadiren dürüst konuşmalar yapıyoruz. Batı'da İsrail'in tutumunu savunanlar, sık sık iddia ettikleri gibi, bunu demokrasi, medeniyet adına ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un sözleriyle “barbarlığa” karşı yapıyorlar.

Aynı çelişki, Filistinliler adına konuşmasalar bile, Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını iddia edenlerin tarafında da görülebilir.

Filistin'le ilgili birçok dayanışma sohbetinde ve Filistinlilere tamamen ya da kısmen sempati duyan medya platformlarında sürekli eksik kalan bir konu “direniş” konusudur.

Filistin yanlısı birçok kişi “direniş” kelimesi sanki bir sorumlulukmuş gibi davranıyor. Bazıları Filistin direnişini gizliden gizliye desteklese de, sanki İsrail'in sadece Gazze'de değil Lübnan'da da tüm hedeflerini boşa çıkaran en önemli faktör değilmiş gibi, bu konuyu açıkça görmezden geliyor.

Bunu yaparken, Kızıldeniz'de İsrail bağlantılı deniz taşımacılığını sekteye uğratma kabiliyeti ABD'ye karşı en büyük jeopolitik meydan okumayı temsil eden ve bazı açılardan Güney ve Doğu Çin Denizlerinde ABD ve Çin donanmaları arasındaki gerilimi aşan Yemen'i de görmezden geliyorlar.

Eski bir donanma denizaltıcısı ve Hudson Enstitüsü'nde kıdemli bir araştırmacı olan Bryan Clark, geçtiğimiz haziran ayında Associated Press'e verdiği demeçte “bu, ABD Donanması'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gördüğü en uzun süreli savaş” dedi.

Ahlaki ya da felsefi gerekçelerle, hatta siyasi çıkar ve pragmatizm uğruna silahlı mücadelenin lehinde ya da aleyhinde tartışılabilir. Ancak bunu yaparken gerçekleri -İsrail ordusunun, İsrail'in kendi tanımına göre, Gazze'de 'teslim olduğunu'- inkâr etmek entelektüel sahtekârlığın bir türüdür.

Ukraynalı savaşçıların ana akım Batı medyasında ve hatta birçok Batılı ilerici grup arasında Rus ordusuna meydan okuyan kahramanlar olarak nasıl kutlandığına dikkat edin. Bu gruplardan bazılarının ideolojik arka planı genellikle görmezden geliniyor ve Ukrayna'nın neredeyse tamamen Batı silahlarına ve diğer birçok destek biçimine bağımlı olduğu gerçeği bir sorun olarak ele alınmıyor.

Bunun yerine, yabancı işgalini püskürten, 'demokrasi' ve 'medeniyeti' savunan, ‘yerli özgürlük savaşçıları’ olarak sunuluyorlar.

Aynı mantık, ABD-Batı askeri işgaline karşı değil Sovyet askeri müdahalesine karşı savaşan Afganistan'daki mücahitler de dâhil olmak üzere diğer pek çok örnekte olduğu gibi bugün Suriye için de geçerlidir.

Ne yazık ki bazı sözde ilericiler bu propagandaya kanarak silahlı mücadelenin ahlakiliğini mücadelenin diğer tarafındaki düşmanın niteliğine göre değerlendirmektedir.

Filistinliler, davaları tartışmasız tüm davaların en haklısı olmasına rağmen, her zaman özgürlük mücadelesi tanımının ana istisnası olmuştur. Filistinliler sadece askeri işgale, sömürgeciliğe ve ırkçı apartheid sistemine karşı savaşmakla kalmıyor, aynı zamanda silahları çoğu Batılı hükümet tarafından sağlanan ve mantığı Batılı medya ve sözde aydınlar tarafından sürekli savunulan İsrail'in imha ve soykırım savaşına katlanırken sadece hayatta kalmak için de savaşıyorlar.

Gazze soykırımından önce Filistinlilere defalarca silahlı mücadelenin ne stratejik ne de faydalı olduğu söylendi. Gazze'deki açık hava hapishanesinden ya da Batı Şeria'daki toplama mülteci kamplarından binlerce kilometre uzakta Filistin için seferber olan ve fikir üreten pek çok aktivist ve yazar için apaçık olduğu varsayılan şeyi göremedikleri için sık sık azarlandılar.

İsrail'in Gazze'deki soykırımı, Gazze Katliamı'ndan sağ kalanları yok etmeyi ve etnik olarak temizlemeyi amaçladığından, Filistinlilere savaşmaktan başka seçenek bırakmadı. Gazze'deki direniş, Mahmud Derviş'in ufuk açıcı şiiri 'Maske Düştü'de’ sembolik bir gönderme olarak ifade ettiği şeyi somutlaştırdı:

Maske düştü maskeden, maskeden, maske düştü.

Kardeşin yok kardeşim, dostun yok dostum, kalelerin yok.

Suyun yok, ilacın yok, göğün yok, kanın yok, yelkenin yok, ne ileri ne geri.

Kuşatmanızı kuşatın... Kaçış yok.

Kolun düştü, onu kaldır ve düşmanına vur...

Kaçış yok ve ben senin yanına düştüm, bu yüzden beni al ve düşmanına benimle vur...

Artık özgürsünüz, özgürsünüz ve özgürsünüz...

Sizi öldürenler ya da yaralayanlar senin içinde mühimmata sahip, öyleyse onlarla vur.

Sanki Derviş bir şiir değil de bir kehanet yazıyordu ve tüm okurlarının haberi olmadan bu kehanet Gazze'de gerçekleşti.

Gazze, yaralı bedenini cephane olarak kullanma sorumluluğunu üstlenirken -gerçekten de yaralı ve uzuvları kesilmiş savaşçılar en alt kademeden en üst düzey liderlere kadar ön saflarda savaşırken görülüyordu- bu anları tüm detaylarıyla belgelemek entelektüellerin sorumluluğudur.

Ancak bu belgeleme herkes için uygun değildir, zira Filistinlilerin uluslararası hukuk çerçevesinde kendilerini savunma hakkına sahip olduklarını ima etmenin bile aşırılıkçı bir eylem olarak görüldüğü ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres gibi isimlerin açıkça Hamas'a mensup olmakla suçlandığı günümüz ortamında bunu yapmak tehlikeli olabilir.

Ancak entelektüelin sorumluluğu, Edward Said'in yaptığı gibi iktidara karşı hakikati söylemek ve Antonio Gramsci'nin savunduğu gibi hatip rolünü harekete geçirici rolüne dönüştürmek bir yana, Malcolm X'e göre “kim söylerse söylesin hakikatin yanında” durmaktır.

Gerçeği söylemek, George Orwell'in dediği gibi “devrimci bir eylem” olmamalıdır; eğer gerçekten de ifade özgürlüğünün çeşitli demokratik anayasalarla güvence altına alınmış bir hak olduğu özgür, açık toplumlarda yaşıyorsak. Ne yazık ki durum böyle değil ve Filistin bir kez daha istisna olmaya devam ediyor.

Ancak asıl endişe verici olan, hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin yürüttüğü bu tartışmadan kaçınmaya devam edersek, derin ve derinlemesine anlayış gerektiren bir konuda kendimizi tamamen ilgisiz hale getirmiş oluruz. Böyle bir anlayış olmadan, hiçbir dayanışma fazla bir ağırlık taşıyamaz ve hiçbir seferberlik bir fark yaratamaz.

İsrail güvenlik kabinesinin ateşkes kararı aldığını düşünün. Netanyahu en sevdiği görsel araçlardan biri olan ve İsrail'in ateşkesi kabul etmesini destekleyen tüm faktörleri içeren bir pasta grafiğinin önünde duruyor. Gazze'deki savaş hakkında bildiğimiz her şey göz önünde bulundurulduğunda ve İsrailli üst düzey muvazzaf ve emekli generallerin açıklamalarına bakıldığında, Gazze direnişinin -başka yerlerdeki Arap direnişiyle birlikte- İsrail'in kararının arkasındaki ana itici güç olduğu kesindir.

Pek çok kişi korkuları, ideolojilerinin sınırları ve hüsnükuruntuları tarafından engellenirken, bazıları Gazze direnişinin savaşın sonucuyla en az ilgili faktör olduğunu iddia etmek isteyebilir. Oysa Gazze gerçeği herkesin görebileceği kadar açık olmalıdır.

Ancak direnişi kabul etmekle, silahlı mücadelenin ya da başka herhangi bir mücadele biçiminin ahlaki açıdan diğerlerinden üstün olduğunu iddia etmiyoruz. Sadece bir gerçeği dile getiriyoruz ve bunu yaparken de Filistinlilerin ancak on yıllar boyunca uluslararası toplum tarafından görmezden gelindikten sonra böyle bir seçeneğe başvurduklarını iddia ediyoruz.

Filistinlilerin direnme hakkını inkâr etmek sadece entelektüel sahtekârlıktan öte bir şeydir; onları tamamen inkâr etmek ve doğrudan kurban kategorisine yerleştirmek anlamına gelir. Bu da İsrail'e ve bize, birincisinde onları istediğimiz gibi öldürme, ikincisinde ise hakları için kendi şartlarımıza göre mücadele etme gücü verir.

Gazze savaşının bize öğrettiği bir şey varsa o da Gazze ve Filistin halkının süregelen bu trajedinin en önemli aktörleri olduğudur. İsrail işgalini eninde sonunda yenecek ve Filistin'e barış ve adaleti geri getirecek olan onlar, onların direnişi ve siyasi söylemleridir. Bu gerçeği görmezden gelmeye yönelik her türlü girişim, Filistin halkına ve İsrail-ABD-Batı savaş makinesi tarafından ezilen on binlerce masum sivilin mirasına karşı büyük bir saygısızlıktır.

 

* Ramzy Baroud, bir gazeteci ve The Palestine Chronicle'ın editörüdür. Dr. Baroud, İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi'nde (CIGA) Kıdemli Araştırma Görevlisidir.

HABERE YORUM KAT