1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Freedom House ve Gauck'u Aydınlatma Sorunu
Freedom House ve Gauck'u Aydınlatma Sorunu

Freedom House ve Gauck'u Aydınlatma Sorunu

Yasin Aktay, bugünkü yazısında basın özgürlüğü, Freedom House, Mısır, Gauck gibi birçok konuya değiniyor.

05 Mayıs 2014 Pazartesi 13:40A+A-

Türkiye'nin basın özgürlüğü konusunda Mısır'la karşılaştırılmasının anlamsızlığına dikkat çeken Aktay, Türkiye hakkında atıp tutanların bu kadar rahat konuşabilmesi karşısında Mısır'da yüzlerce kişinin idamla yargılandığını hatırlatıp kıyasın mantıksız olduğunu dile getiriyor.

***

Freedom House ve Gauck'u aydınlatma sorunu
Yasin Aktay-Yeni Şafak

Gezi hadiselerinden beri Türkiye'ye yönelik dış algının ayrı bir muhalefet cephesi gibi çalışıyor olduğunu görüyoruz. Bu algı bir kez Türkiye aleyhine işlemeye başladığı andan itibaren alıcısı ile üreticisi arasında ilginç bir arz-talep ilişkisi tesis ediyor gibi.

Gerçekliğin ne olduğu önemli olmaktan çıkıyor, bir yerlerde ne duyulmak isteniyorsa ona uygun haberler yerli oryantalistlerimizce özensiz bir biçimde üretilip arz ediliyor. Gerçekliğin söylemsel inşası döngüsü böylece tamamlanmış oluyor.

Ortadoğu'nun görebileceği en kanlı, en vahşi ve en hoyrat askeri darbesinin ardından Mısır'da geçtiğimiz günlerde bir kaç gazeteci tutuklanmış, bunun üzerine İngilizce yayın yapan El-Cezire Türkiye'den bir akademisyen çıkarmış olayları yorumlamak için.

Sonradan İstanbul'dan da bir vakit CHP milletvekili adayı olduğunu öğrendiğimiz akademisyenimiz, halihazırda keyfi biçimde tutuklu onbinlerce insanın zindanlarda açlık grevi yaptığı, yüzlerce gazetecinin ülkesinden kaçmak zorunda kaldığı, onlarca gazetenin ve televizyonun kapandığı, 529 + 683 kişinin 15-20 dakika gibi bir süre içinde idama mahkum edilmiş olduğu bir darbe ülkesinde yaşananları anlatmak yerine mevzuyu direk Türkiye'ye getirip, burada yaşananların Mısır'dan farkı olmadığını söylemesin mi? Bu nasıl bir vicdan, bu nasıl bir akademik ahlak anlaşılır gibi değil.

Mısır'da bugünlerde yaşananlarla Türkiye'de tutuklu gazetecilerin varlığını karşılaştırabilmek için vicdanını da izanını da kaybetmiş olmak gerekiyor. Normalde bu karşılaştırmayı duyan İngilizce El-Cezire'nin moderatöründen bir uyarı gelmesi gerekirdi, değil mi? Oysa o da sanki son derece normal bir şeymiş gibi duyduklarına kulak kabarttı, Türkiye'nin haline ahlayıp vahladı. 'Bu kadar baskı varsa sizin ülkenizde, İstanbul'dan sen bunları nasıl söyleyebiliyorsun, senin başına nasıl bir şey gelmiyor?' diye basit bir test sorusu bile sormadı.

Mısır'da tarihin kaydettiği en büyük vahşet yaşanırken bu karşılaştırmaya geçit vermek suretiyle olup bitenlere samimiyetle ve cesaretle karşı çıkan tek ülke olan Türkiye'nin sesini kısmak, Mısır'a muhtemel yardım elini bir de buradan kesmekten başka ne anlamı olabilir bunun?

Benzer bir çıkışı Zaman Gazetesi'ndeki köşesinden Başbakan Erdoğan'ın bir çocuğu canice yakarak katleden kişi için açtığı idam bahsi dolayısıyla Şahin Alpay yapıyor: 'Başbakan sadece İslamcıların idamına mı karşı?' diye dahiyane bir soru soruyor.

Bu soruyu sormakla, tecavüzcü, çocuk katilinin idamına mı karşı çıkmış oluyor, yoksa Mısır'daki, Bangladeş'teki, tamamen siyasi ve her biri kendi çapında bir hukuk ve insanlık katliamı olan idam kararlarını mı savunmuş oluyor, varın siz tahmin edin.

Bu arada, Mısır'da insanlar en temel haklarından mahrumlar. Darbeciler en cılız muhalif sesleri öyle böyle değil, gerçekten kısıyorlar. Türkiye'nin 12 Eylül'ünden bile çok daha beter şartlar altında Sisi 18 gün sonra seçimlere gidiyor ve yüzde doksanların üstünde bir oy alarak seçilecek. Yanıbaşımızda dünyanın tam bir ikiyüzlülükle ve kılını kıpırdatmadan seyrettiği bu hadiseler olurken, Türkiye'de tamamı gazetecilik dışı suçlardan dolayı tutuklu gazetecilerle dünyanın gündemini meşgul etmeye çalışanlara da bunların sözlerini dinleyenlere de anlatacak sözümüz yok.

Freedom House da bir rapor yayımlamış ve tutuklu gazeteciler ve basın özgürlüğü ile ilgili klasmanda Türkiye'yi Mısır'la aynı kategoriye koymuş. Aslında bu onun olsa olsa Mısır'daki gerçek katliamların ve insan hakkı ihlallerinin suç ortağı olduğunu gösterir.

Türkiye ile ilgili verileri nereden topladığını, aslında doğrusunun şu değil bu olduğunu söylemenin hiç bir anlamı yok. Besbelli kasıtlı, kötü niyetli, ve işin gerçeğiyle hiç ilgilenmeyen bir rapor bu. Doğrusunu duysa 'vah vah, nasıl da yanılmışız, demek gerçek başka türlüymüş' mü diyecek?

İşte Alman Cumhurbaşkanı Gauck... Bilgiden yana bir sorunu mu vardı? Var idiyse bütün eksik bilgileri tamamlandı. Yanlış bildiği ve ölçüsüz biçimde ifade ettiği bütün duyumları yüzüne karşı, hem sayın Cumhurbaşkanı hem sayın Başbakan tarafından normal bir insanı elli defa mahcup edecek kadar tashih edildi.

Buna rağmen, hiç yeni bir bilgi almamış gibi, ezberleriyle konuşmaya devam etti Gauck. Bir konuşma için gittiği ODTÜ'de az daha konuşturulmayacak şekilde protesto edildi. Aslında muhalif şeyler söyleyeceği için kendisine konuşma izni verilmiş olması bile onu uyandırmış olması gerekmez miydi?

Muhalefet nasıl bir baskıya maruz imiş ki, düşünce özgürlüğüne baskı var diye hükümeti alabildiğine muhalifçe eleştirdiği ODTÜ'de hükümet yanlısı, hatta hükümete muhalif olmayan hiç kimsenin konuşma imkan ve ihtimali bile olmuyor.

Demek ki, sorun eksik bilgi sorunu değilmiş. Birileri kendi önyargılarıyla yaşamaktan memnun, uyandırılmak istemiyor. Vahim olanı, onların bu oryantalistçe yaklaşımlarını içerden besleyenlerin durumu tabi; onlara duymaktan çok hoşlanacakları şeyler söylemeleri.

Artık bunun adı neyse?

HABERE YORUM KAT