
Fransa'daki Müslümanlar için güvenli yer yok
Ebubekir Cisse'nin bir camide namaz kılarken vahşice öldürülmesi, Avrupa genelinde İslamofobinin normalleştiğinin altını çiziyor.
Hania Chalal’ın Middle East Eye’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Geçen ayın sonlarında duymuştuk: Mali kökenli genç bir Müslüman olan Ebubekir Cisse, Fransa'nın güneyinde bir camide öldürülmüştü.
Başlangıçta medyada kişisel bir tartışma olarak tanımlanan bu anlatı, yerel bir savcının olayın “İslamofobik çağrışımları olan bir eylem” olarak soruşturulduğunu açıklamasıyla hızla yayıldı.
Cisse sadece öldürülmedi; kutsal bir mekânda hedef alındı. Cuma namazı için camiyi temizledikten sonra, güvenlik kamerası görüntülerinde başka bir adama nasıl namaz kılınacağını öğretirken görülüyor. Cisse namazda secdeye vardığında, diğer adam da onu takip ediyormuş gibi yaparak bıçağını çekmiş, 57 kez bıçaklamış ve İslamofobik hakaretler savurmuştur.
Bu olayın yol açtığı duygusal yıkım çok büyük. Görüntülerin ortaya çıkmasından bu yana, her bir ayrıntı Müslüman toplumunun ortak acısını derinleştirdi ve içten içe kaynayan bir öfkeyi ateşledi.
Diğer pek çok kişi gibi ben de kendimi aynı soruyu tekrar tekrar sorarken buldum: Bunu önleyebilir miydik?
Keşke şoke olduğumu söyleyebilseydim. Ancak Avrupa çapında Müslüman gençlik ve öğrenci gruplarından oluşan bir ağa liderlik eden, görünürde Müslüman bir Fransız kadın olarak, uyarı işaretlerini yıllardır gördüğümüzü biliyorum. Bu işaretler kasıtlı olarak görmezden gelindi.
Cisse; genç, siyah ve Müslümandı. Başkalarının huzur bulduğu alanları ayakta tutan pek çok insan gibi o da toplumuna sessizce hizmet etti. Yine de siyasi nefret tüccarlarının yıllarca insanlıktan çıkarmak için harcadığı her şeyi de bünyesinde barındırıyordu.
Onlarca yıllık bağnazlık
Kesin video kanıtlarına rağmen, birçok kişi hala bu olayı İslamofobi ve Siyah karşıtı ırkçılığın birleştiği bir nefret suçu olarak nitelendirmeyi reddediyor. Bu kişisel bir kavga değil, onlarca yıldır normalleştirilen bağnazlığın kaçınılmaz sonucuydu.
Olayla ilgili olarak Bosnalı bir Fransız tutuklandı. Avukatı Cisse'nin dini inancı nedeniyle hedef alındığını reddediyor, ancak Fransa Müslüman İnanç Konseyi Başkan Yardımcısı Abdallah Zekri'ye göre kanıtlar açık: “Bu, Fransa'da toplumumuza karşı işlenenlerin en kötüsü olan İslamofobik bir suçtur.”
Bu tek bir dengesiz bireyle ilgili değil. Tarafsızlık kılıfına bürünmüş devlet politikaları, Müslümanları tehdit olarak gösteren medya söylemleri ve Müslüman öğrencilerin, işçilerin ve ailelerin karşılaştığı günlük aşağılamalarla desteklenen bütün bir nefret ekosistemiyle ilgili.
Cisse'nin vahşice öldürülmesi bir anomali değil, korkuları ‘oya’ ve vatandaşları ‘hedefe’ dönüştüren siyasi bir projenin mantıksal son noktasıdır.
Fransa'da başörtülü bir Müslüman kadının iş görüşmesine gitme şansı yüzde 80 daha düşükken, Müslüman okulları orantısız bir incelemeyle karşı karşıyayken ve bir adam kendi camisinde öldürülebiliyorsa, Fransa'da hiçbir yer Müslümanlar için gerçekten güvenli değildir.
Yıllardır alarm veriyoruz. Diyalog, koruma ve saygınlık talep ettik. Ancak çağrılarımız kilitli kapılar ve kurumsal dışlanma ile karşılandı.
Bu artık siyasi eylemsizlik değil. Bu suç ortaklığıdır.
Artık sadece seçim kazanmak için Müslümanları günah keçisi ilan eden nefret kusan politikacıları suçlamıyorum - daha birkaç hafta önce “kahrolsun peçe” diye bağıran ve Müslüman vatandaşları Avrupa “biz’inin” bir parçası olarak görmeyi sistematik olarak reddederek sömürge nostaljisini yüceltenleri suçluyorum.
Ayrıca, kapalı kapılar ardında uyarılarımızı görmezden gelirken kamuoyu önünde acımızı kabul edenleri de suçluyorum. Yerel meclis üyelerinden Avrupa kurumlarına kadar, sessizlikleri tarafsız değil; ölümcüldür.
Daha kaç kişi ölecek?
Fransa'nın dört bir yanında insanlar Cisse'nin yasını tutmak için spontane nöbetlerde bir araya geldi. Ve bu bir ilk değildi.
Marwa el-Sherbini'nin 2009'da öldürülmesinden sonra da sormuştuk: daha kaç kişi ölecek? 2017'de Makram Ali'nin öldürülmesinden sonra yine sorduk: daha kaç kişi? Ama şimdi, Cisse'nin vahşice öldürülmesinden sonra, sormayı bıraktık. Bağırıyoruz: YETER.
İslamofobinin yapısal bir tehdit olarak ele alınması için daha kaç kişinin hayatına mal olması gerekiyor? Avrupalı Müslümanların güvenliğinin müzakere edilemez bir siyasi öncelik haline gelmesi için daha kaç caminin suç mahalli olması gerekiyor?
Daha fazla göstermelik istişareye ve boş beyanlara ihtiyacımız yok. Acil ve sistemik bir dönüşüme ihtiyacımız var. İslamofobi ile mücadele, Müslümanları yönetilmesi gereken tehditler olarak değil, Avrupa'yı şekillendiren ortaklar olarak ele almak anlamına gelmektedir. İslamofobiyi sadece dini hoşgörüsüzlük olarak değil, kökleri sömürgecilik mirasına dayanan bir ırkçılık biçimi olarak kabul etmek demektir.
AB ırkçılıkla mücadele stratejisi Müslüman toplumlarla birlikte oluşturulmalıdır. Ayrımcılığın kesişen doğasını kabul etmeli ve İslamofobiyi daha geniş ırkçılık karşıtı çabalardan izole ederek mücadeleyi parçalamaktan kaçınmalıdır.
İslamofobinin Siyah karşıtlığı ve yapısal dışlanma ile nasıl kesiştiğini görmezden gelerek noktaları birleştirmeyi başaramazsak, en marjinalleştirilmiş insanlar Avrupa'nın kayıtsızlığının bedelini ödemeye devam edecektir.
Keder, korku ve öfkeye rağmen camiler, tıpkı Cisse'nin temsil ettiği gibi, misafirperverlik ve saygınlık mekânları olarak kalacaktır. Bunu gençlerimize ve geleceğimize borçluyuz.
Çünkü Cisse'nin kendi camisinde öldürülebildiği bir Avrupa kendisini eşitlik, özgürlük ve insan hakları birliği olarak adlandıramaz.
*Hania Chalal, Avrupa Müslüman Gençlik ve Öğrenci Örgütleri Forumu (FEMYSO) Başkanıdır. Akademik yıllarında Fransa'nın ulusal Müslüman öğrenci örgütü “EMF-Étudiants Musulmans de France'ın” ilk kadın ulusal başkanıydı.








HABERE YORUM KAT