
Filistinli bir annenin ızdırabı
Ümmü Muhammed, bir eş ve beş oğlunun annesi olarak tek başına, kaybın ve özlemin kederiyle yaşıyor.
We Are Not Numbers’da yayınlanan yazı Hatice Zühre Kök tarafından Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Ümmü Muhammed Halil bir zamanlar beş oğlu ve eşi ile basit ama çok güzel bir hayat yaşıyordu. Sabahları, sıcak bir atmosfer, kahkahalar ve ailenin rahatlığıyla doluydu. Her sabah yemek masasının etrafında toplanırlar, sevgi ve güvenle dolu evlerinde yiyeceklerini ve huzur dolu anılarını paylaşırlardı.
Cuma günleri, Ümmü Muhammed’in kalbinde özel bir yere sahipti. Çocuklarının ve eşinin dinlenebildiği çok sevdiği bir gündü. Sabah erkenden kalkar, kendi tarifi olan özel nane çayını yapar, kurabiye yapar ve ailesi ile birlikte oturup yaşamları ve çevrelerindeki dünya hakkında sohbet ederdi.
Daha sonra Cuma namazı için hep beraber camiye giderlerdi. Ümmü Muhammed şefkatli elleriyle öğle yemeğini hazırlarken yemeğin kokusu evin her köşesini kaplardı.
Yemeklerini bitirince, eşi ve çocukları bu lezzetli yemekler için teşekkür etmeyi asla ihmal etmezlerdi. O da onlara gülümser, merhamet ve sevgi dolu sözlerle cevap verirdi: “Allah sizi bütün kötülüklerden korusun.”
Kaybın Başlangıcı
Kâbus, Cibaliye’nin acımasız kuşatması ve işgali sırasında, 10 Ekim 2024 tarihinde başladı. Bir zamanlar cennet gibi olan evleri bir quadcopter dronunun uğultulu sesiyle çevrili bir hapishane haline geldi.
Ümmü Muhammed, o gün yemeklerini ve çaylarını bitirdikten sonra aniden kendilerini kapana kısılmış gibi hissetti, kendilerini etraflarında uçan dört pervaneli quadcopterle çevrili bulduklarını anlattı. Gazze'nin kuzeyinde, gökyüzünde amansız füzeler yağarken insansız hava araçları tepelerinde dolaşıyordu. Tanklar da onlara doğru ilerleyerek kuşatmayı sıkılaştırıyordu.
Kasım ayının ortalarında yiyecekleri ve suları tükendi. Ölüm kaçınılmazdı. Ümmü Muhammed’in
oğullarından Ahmed, erzak aramaya gönüllü oldu. En yakın ev, bir aile dostlarının eviydi ve o da 300
metre uzaklıktaydı.
Annesi, Ahmed’in komşu evlerden onları hayatta tutabilecek kadar yiyecek bulabileceğini umuyordu.
Oğlunun dönmesini beklediği her dakika zayıf kalbinde ağır bir taş gibi sürükleniyordu. Uzun zamandır yoksun bırakıldıkları, yiyecek ve su şişeleriyle birlikte Ahmed’in dönüşünü hayal etti.
Ahmed, aile dostlarının evine girdikten bir saat sonra bombalama başladı. Acımasız bir mermi yağmuruna tutuldular. Ardından bir yangın çıktı ve Ahmed içeride hapsoldu. Ümmü Muhammed oğlunun çaresiz yardım çığlıklarını işitti. Hiçbir şey yapamadı. Yukarıda gezinen drone onları izliyordu ve yardım etmeye çalışan herkesi vurmaya hazırdı.
Komşulardan iki genç adam Ahmed’e ulaşmaya çalıştı fakat dron onlara ateş açıp ikisini de anında öldürdü. Ahmed’in çığlıkları bütün mahallede yankılandı- sesi dehşet ve ölümün kesinliğiyle doluydu. On beş dakika ızdırap verici çığlıkları sürdü. Ta ki sonunda sessizlik oluncaya kadar. Ev kararmış küle dönene kadar yangın devam etti.
Çığlıklar kesildiğinde, Ümmü Muhammed oğlunun artık öldüğünü anladı. Bu sefer kendi çığlıkları gökyüzünü deldi, keder ruhunu sardı.
Parçalanmış ve eksik olan ailesi, artık Ahmed olmadan bir araya geldi. Ancak bombaların ve füzelerin kuşatması hiç durmadı. Açlık ve susuzluk onları kemirirken, ölüm çok yakınlarında geziniyordu.
Bombardıman yoğunlaşıp tanklar yaklaştıkça Ümmü Muhammed’in kalan dört oğlu zor bir karar aldı: ‘hayatta kalmayı umarak Kuzey Gazze’den ayrılmak ve batıya gitmek.’
Oğulları onun elini öpüp helallik istediler. Kalbi, - oğullarının nasıl bir kaderi beklediğini bilmemekten - korkuyla çarpıyordu. Ama ailenin başka şansı yoktu. Ümmü Muhammed 70 yaşındaki kocası Ebu Muhammed’le birlikte geride kaldılar. Yalnız başlarına kaderlerini beklediler. Tek umutları, - genelde olduğu gibi, genç erkeklerin hapis ya da ölümle karşı karşıya kalırken - yaşlıların canlarının bağışlanabilmesiydi.
Oğulları gittikten sonraki sabah, İsrail güçleri evlerini bastı. Ebu Muhammed esir alındı. Cam kırıkları ve molozlardan yaralanan Ümmü Muhammed, Gazze’nin batısına doğru bir kilometre boyunca yalınayak ve yaralı bir şekilde yürüdü.
Nihayet oraya ulaştığında kalbine bir umut doldu. Oğullarının kendisini bekleyeceğini sanıyordu. Eşinin esir alınmasının başına gelebilecek en kötü şey olduğunu düşünüyordu. Fakat o bütün çocuklarını kaybettiğini bilmiyordu.
Oğullarının ölüm haberi ruhundan geriye kalanları da parçaladı. Yaşadığı şok birden fazla felci tetikledi.
On gün boyunca Ümmü Muhammed felçlerinin etkisiyle mücadele etti, vücudu kederden zayıfladı. Fiziksel olarak yavaş yavaş iyileşti ama oğullarının ve kocasının yüzleri aklından hiç çıkmadı.
Bitmeyen Özlem
Ateşkes başladı ama Ümmü Muhammed’in ızdırabı dinmedi. Harabe olmuş, ailesinin anılarıyla dolu evine geri döndü. Evinin enkazında eşinin ve çocuklarının kıyafetlerini aradı. Kıyafetlere özleminin derinliklerinden hıçkırarak sarıldı.
Her esir takasında, Ümmü Muhammed oturup dua ederek kocasının dönmesini bekliyor. Ama bu bekleyiş sonsuz. Eşi bir esir olarak kalmaya devam ediyor. En çok kalbini kıran ise Ramazan’da iftar sofrasına yalnız oturmak. Orucunu sessizce açıyor, kalbinin çocukları ve kocası için duyduğu üzüntünün ağırlığından duracağını hissediyor.
Ümmü Muhammed gözyaşları arasında sayısız Filistinli annenin yüreğinde yankılanan soruyu soruyor: “Neden? Bütün bunlar neden başıma geldi?”








HABERE YORUM KAT