1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Farkında olarak yaşamak...
Farkında olarak yaşamak...

Farkında olarak yaşamak...

Mustafa Kutlu, gündelik hayatın içerisinde şahit olduklarımızın detaylarına vakıf olmanın hayatı gerçek anlamda tanımak için bir gereklilik olduğuna işaret ediyor.

04 Ocak 2023 Çarşamba 09:00A+A-

Mustafa Kutlu / Yeni Şafak

Hayatı tanımak

Hikâyeci Sait Faik için anlatılan bir anekdot vardır. Kendisinin iyicene tanındığı yıllarda bir başka yazar daha türemiş. Yazarlar arasında rekabeti, kıskançlığı, atışmayı seven ve bunu her fırsatta körükleyen birileri, Sait Faik’e bu yeni palazlanan yazardan bahsederek fikrini sormuşlar. O da:

“Bırak canım, adam daha balıkların adlarını bilmiyor, ondan hikâyeci olmaz” demiş.

Hikâyeciler ve hikâye yazmaya heveslenenler bir yana; insanlar –bilhassa gençler– yaşadıkları ortamı, çevreyi tanımak konusunda çok isteksiz. Balık dedik meselâ; çinekopla lüferi fark edemiyor. Çok meşhur olduğu için hamsi ile balinayı biliyor belki ama ötekiler için sadece canım alt tarafı balık işte deyip savuşuyor.

Ağaçları tanımıyor. Belki kavak ile çamı tanıyor ama; dişbudak ile karaağacı, servi ile mazıyı, akçaağaç ile akasyayı ayırt edemiyor. Hele iş bunların çeşitlerine gelince büsbütün şaşırıyor: Ağaç değil mi, hepsi de bir deyip geçiyor. Kuşları tanımıyor. Ayakaltında dolaştıkları için belki martıyı, güvercini, serçeyi tanıyor. Artık evlerde çok yaygınlaştığından muhabbet kuşunu biliyor ama; ispinozla, floryayı ayırt edemiyor; sakayı hiç bilmiyor, alakarga ile karakarga arasındaki farkı görmesi mümkün değil.

Onların hepsine birden kuş diyor.

Yazdığı zaman “Ağacın dalına bir kuş kondu” diye yazıyor.

Oysa bu cümlede ağacın ıhlamur, kuşun da bülbül olduğu belirtilmiş olursa manzara büsbütün değişecek demektir. Ihlamurun o sağlam, düzgün gövdesi, o güzelim çatısı, koyu gölgesi içimizi serinletir; hele çiçek açma mevsiminde ise etrafa kokular yayılır. Ansızın bülbülün sesini duyarız.

Adam çiçeklerden bahsediyorken sadece çiçek diyor. Ha menekşe, ha nergis fark etmiyor.

Tabiata karşı bu yaklaşım içinde olanlar insanları da aynı gözle görüyor.

Esmerle sarışın arasında fark kalmıyor. Uzun boylu, kısa boylu, şişman, zayıf önemli değil. Erzurumlu, Edirneli, Antepli, Rizeli neyse ne. O bir “insan” işte.

Bu duyarsızlık giderek güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, haram ile helâlin, zalim ile mazlumun, cesur ile korkağın, gâvur ile Müslümanın, aralarındaki farkın fark edilmesinde ihmale kadar varıyor.

“Fark etmez” diyor insanlar –özellikle gençler–.

“Önemli değil”, diyor. “Takma kafana” diyor. Bütün bunları ayrıntı olarak görüyor. Ve hayatın cahili olarak kalıyor bir köşede.

Ona birileri işte güzel budur diye gösteriyor, işte doğru olan budur, “İşte bu barbunya, bu da ayşekadın” diyor, o da peki, aldım kabul ettim diye kafa sallıyor. Ne kendini, ne de çevresini tanıdığı için sürekli başkalarının ağzından çıkacak olana dikmiş gözlerini, açmış kulaklarını bekliyor. Tanımadığı için, gerçek mânâda ne çevresini sevip benimseyebiliyor, ne de bir seçim yapabiliyor. Ne düşüncesi gelişiyor, ne de zevki.

HABERE YORUM KAT

3 Yorum