1. YAZARLAR

  2. Mine Alpay Gün

  3. Eylül’de sel
Mine Alpay Gün

Mine Alpay Gün

Yazarın Tüm Yazıları >

Eylül’de sel

11 Eylül 2009 Cuma 03:57A+A-

Yine böyle bir Ramazan günü Erzincan'da deprem olmuştu. Karlı bir kış günü insanların başlarına yıkılmıştı evleri. Yanan sobalar devrilmiş, yangınlar çıkmış, insanlar; enkaz altında kaldıkları yetmiyormuş gibi yanmışlardı da.

Sıcak bir eylül günü sel şehri vururken; teknolojinin, insanların çaresizliği hepimizi dehşete düşürüyor.

Gökyüzünden çekilmiş fotoğraflarda, selin sürüklediği arabaların denize dökülmüş hali korkunçtu.

Masum insanların işlerine giderken sularla boğuşması.

Ekmekleri peşi sıra sürüklenen kadınlar; en fazla yasa boğdu yurdu.

Servis aracından çıkamayıp, çıktıkları anda da azgın suların boğduğu kadınlar.

Hiç akıllarına gelir miydi, sabah evden çıkarken cenaze olacakları.

Ne umutlarla bindiler o servise.

Uykudaki çocuklarına bile veda edemeden.

Kapıyı çekip, karıştıkları hayat onları geri iade etmemişti.

Oysa zihinlerinde akşam sofrası için pişirecekleri yemek listesi, hafta sonu alacakları maaşları vardı.

Bayram için hayaller kuruyorlardı.

Kimi çocuğuna seçeceği elbiseyi düşünüyor, kimi yeni aldığı evin taksidini denkleştirmeyi umuyordu.

Kiraya katkıda bulunan, ne kadar mutlu oluyordu, şu kriz ortamında bir işi olduğu için.

Yoksa nasıl denkleştirirdi, evlatlarının okul ihtiyaçlarını.

Tam bu hafta sonu bulacaktı önlükleri, papuçları.

Minikler ellerinde çantaları ile okul yolunda bir kelebek gibi sıçrarken, camdan izlemeye bile vakitleri olmayan o kadınlar; vardiyalara katılacaklardı.

Sel, aileleri için acı bir nokta oldu.

Artık her yağmur damlası onların kokularını getirecek ailelerine.

Her su öbeği ile kavgalı olacaklar gayrı.

Böyle felaketlerden sonra destanlar yazılır, sokaklarda okunurdu.

Şimdi televizyonlar o destanlara yer bırakmayacak kadar sıcağı sıcağına felaketleri evlere ulaştırıyor.

Türkülerde yer bulan bu acılar uzun yıllar unutulmuyor.

"Hayın Fırat nettin allı pullu gelini"diyen yüreklerin acısını hala duymaktayız.

Belki bir asır önce Fırat'ın kapıp vermediği kara gözlü bebeğin aynısını bu kez Trakya'daki sel kapıyor.

Genç anne ile iki kızını aracın içinde yakalıyor.

Dışarı çıktığında Nuh Tufanı.

İki kızı da kucağında ama azgın sulara mukavemet kolay mı?

Dengesini kaybettiğinde, suların kaptığı kızlarından birini kurtarabiliyor.

Her su dibinde şimdi bebeğini arayan o anne; akılları baştan almakta.

Bütün bu trajediler, şivanlar arasında insanlık yoksulları bir kez daha gün yüzüne çıkmakta.

Tıpkı depremde olduğu gibi.

Yıkıntılar arasındaki değerli eşyayı koruyan jandarmaya rağmen, hırsızlık olaylarını da geçmekte idi o günlerde ajanslar.

Bu kez su basmış mağazaların mallarını götüren ahlaksızlar, bir kez daha kamu vicdanını sızlatıyor.

Üstelik pırıl pırıl genç insanlar; bu malları toplayıp bir sevinçle evlerine götürmekteler.

Nereye götürdüklerinin farkında değiller.

Ateşten bir malı peşlerine takıp sürüklemekteler.

Kirli bir sele kapıldıklarının farkında bile değiller.

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT