1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Ergenekon belgelerini görünce...
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Ergenekon belgelerini görünce...

23 Şubat 2009 Pazartesi 05:19A+A-

Ergenekon'un ne olduğunu bilmiyordum. Emniyette gösterilen belgelerden Ergenekon'un çok ciddi ve derin bir yapılanma olduğunu fark ettim ve ürperdim." diyor eski Genelkurmay Adlî Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel. Malum olduğu üzere, Şenel de bir süre önce Ergenekon'a üye olmakla suçlanmış, gözaltına alınmış ve sorgu sonrası tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Şimdi anlıyoruz ki daha önce Ergenekon adlı bir derin yapılanmayı kabul etmeyen adlî müşavirin kanaati 'belgeleri görünce' değişmiş. Şenel bu işleri bilmeyen bir insan değil; buna rağmen değişmiş. Vaktiyle (1995-2003) Genelkurmay'ın hukuk müşavirliğini yapmış bir insan konuşuyor. O dönemde JİTEM sanıklarını kolladığı, hatta Ergenekon sanıklarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve Albay Arif Doğan'ın yargılanmamasını sağladığı iddia edilmişti. 28 Şubat döneminde bazı askerî savcı ve hâkimlere baskı yaptığı da iddialar arasındaydı. Böyle tecrübeli bir isim 'belgeleri görünce' diye başlıyor ve önemli itiraflarda bulunuyor. Kime? Hürriyet Gazetesi'ne. Gazetenin bazı yazarları da bu itirafı dikkate alıyor mu acaba? Her neyse...

Önemli olan şu: 'Belgeleri görünce' fikri değişen ilk insan Şenel Paşa değil. Sorguya alınan her sanık, büyük bir değişim yaşıyor. Kimi polislerin çok modernleştiğini, eski yıllara göre daha bilimsel çalıştığını söylüyor; kimi de savcıların soğukkanlı kalması ve teknik sorular sorması karşısında duyduğu şaşkınlığı anlatıyor. Sözün özü; ifade vermeye giden Ergenekon sanıkları bir başka havayla dışarı çıkıyor.

Sanıklardaki büyük değişimin nedeni

Nereden nereye? 12 Eylül darbe döneminde sorgu süresi doksan güne çıkarılmıştı. Öyle ki, doksan günlük işkenceye katlanabilenler, darbecilerin adaletli sistemine (!) boyun eğmek zorunda kalır, işkencecileri tarafından adliyeye sevk edilir; sonra yeni bir izinle doksan gün daha sorgulanırdı. İşkencenin onlarca çeşidine başvurulurdu o dönemde. İşkenceye dair her şey vardı; sadece delil yoktu. Önce suçlu belirlenir; sonra o suçlunun itirafı sağlanırdı. İtiraf etmeyenin vay haline!

Şimdi her sanık en fazla dört gün sorgulanabiliyor karakolda. Hukuki sürecin başlayabilmesi için önce delil toplanıyor, savcı mahkemeye başvuruyor, hâkim emriyle sanıklar polisler tarafından karakola getiriliyor. Ne bir fiske atılıyor sanıklara ne bir kötü söz sarf ediliyor. Türkiye'ye yakışan da budur. İnsanların evine, ofisine gidiliyor ve arama sanıkların avukatlarıyla yapılıyor. Her şey avukatlar nezaretinde kayıt altına alınıyor. Mahkeme kararı alınarak şüpheliler dinleniyor. Mahkeme kararı olmaksızın yapılan dinlemeler delil sayılmıyor. Bu süreç sonunda zanlılar adliyeye çıkarılıyor. Adliye delillere göre sanıkları ya serbest bırakıyor veya tutukluyor. Tabii ki bu süreç işlerken bazı hatalar yapılabiliyor; ancak ana mecra bu; soruşturmalar böyle bir yol izliyor.

Özetlemeye çalıştığım bu medenî soruşturma safhaları sonunda zanlıların önemli bir kısmı ya 'belgeleri görünce ürperdim' diyor veya susmayı tercih ediyor. Oysa bunlar arasında tumturaklı konuşmayı seven çok adam var. Erol Mütercimler'den Erhan Göksel'e kadar çok geniş bir yelpazede zanlılar ya susmayı tercih etti ya da kısık sesli birkaç kelam etmeyi. Korktular mı? Hayır. Mesela televizyon ekranlarına bir hayli aşina olan emekli Orgeneral Kemal Yavuz'un sorgu sonrası serbest bırakıldığında bir şeyler söylemesini bekliyordu gazeteciler. Beklenen olmadı. Yavuz Paşa, 'Devletin güvenlik teşkilatına adalet düzenine saygım devam ediyor.' dedi. Eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç da benzer bir tavırla güvenlik güçlerine duyduğu itimadı dile getirdi. ATO Başkanı Sinan Aygün de serbest bırakıldıktan sonra daha mutedil sözler sarf etmişti. Emniyet muhabirliği yapıp, Emin Çölaşan'ın minik kuşu olarak nam salan Ünal İnanç soruşturmayı yürütenlere övgüler düzmüştü. Şüphesiz en ilginç örneği Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk vermişti. Selçuk da serbest bırakıldığında polislerin beyefendiliğinden uzun uzun bahsetmişti. Hayatı cuntacılık suçlamaları altında geçmiş yazarın gözlemleri tabii ki önemliydi. O bile sanıklara ne kadar kibar davranıldığını anlatmak zorunda kalmıştı. Sorgu esnasında gördüğü belgeleri kamuoyu bilmiyor henüz. Ek iddianame yayınlandığında hem kendisinin hem de Ankara temsilcileri Mustafa Balbay'ın neyle suçlandığını herkes öğrenmiş olacak. Şimdilik görebildiğimiz, sanıkların masaya konulan belgeler ve o çerçevede sorulan sorular karşısında şaşkınlık yaşamaları ve hayret duygusuna kapılmaları. Arada bir savcılara tehdit savurması rol gereği...

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sanıkların dört günlük sorgusunda en küçük bir işkence iddiası gündeme gelmedi. Tam aksine, herkese çok iyi davranıldığını sanıkların ağzından duyduk. Halbuki daha beş-on yıl önce bu tür dosyalarda hep işkence iddiaları yer alırdı. Mesela şimdi Ergenekon sanığı olarak yargılanan polis müdürü Adil Serdar Saçan hakkında defalarca işkence şikâyeti yapılmıştı. Vatan Emniyet binasından zanlıların feryadı yükselirdi. O günkü emniyet muhabirleri bile anlatıyordu bu işkenceleri. Nitekim bazı şikâyetler haklı bulundu. Neyse ki bu insanlık dışı uygulamalar sona erdi. Şimdi sorguya alınanlar polisleri övüyor, savcıları takdir ediyor, hâkimleri tebrik ediyor...

Bir fiske bile yemeden itiraflarda bulunan sanıklar sıradan insanlar değil. Aralarında gazeteciler var, sendikacılar var, emekli ve muvazzaf subaylar var, parti üyeleri var... Sanıklardaki büyük değişim neden? Korkudan mı? Hayır. Üstelik şu ana kadar yaşadıkları hayat, onların korkacak ve sinecek insanlar olmadığını yeterince ispat ediyor.

Sabote etme teşebbüslerinin püf noktası

Anlaşılan o ki Ergenekon'dan sorgulanan insanların önüne somut bilgiler ve belgeler konuluyor. Zaten yerin altına gömülü bulunan cephanelikler, krokiler, suikast planları, katliam listeleri, kaos şemaları ortaya çıktıkça vatandaş Ergenekon adlı yapının ne kadar derin ve tehlikeli olduğunu gördü. Bu saatten sonra Ergenekon'u sulandırmak, savsaklamak, örtbas etmek mümkün değil. Yine de bazıları Ergenekon davasını sulandırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Başta bazı gazete ve gazeteciler. Sanki bir fikir kulübünden bahsediliyormuş gibi yapanlar var. Oysa karşımızda kaos çıkararak ülkeyi antidemokratik rejimlere sürüklemek isteyen Baasçıları model alan bir örgüt bulunmakta. Bunu gizlemek kimsenin işine yaramaz. Hele bir siyasi partiye, ya da onun liderine hiç yakışmaz.

Ergenekon'u savsaklama çabası ne zaman biter? Belki onlar da bir gün 'belgeleri görünce ürperdim' diyecek bir noktaya ulaşacak. Ek iddianamelerde ortaya çıkacak belgelere önyargısız bakmak gerekiyor ki objektif ve insaflı haberler yapılabilsin. Burada tek bir istisna var: Somut ve hukukî belgelerde kendi adlarına rastlayanlar çıkarsa ne olur? Sanırım Ergenekon soruşturmasının ve onu sabote etme teşebbüslerinin püf noktası da bu soruda düğümlenmiş gözüküyor. Bekleyip göreceğiz.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum