1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. ‘Elest bezmi’ terkibi ve ‘Fuad’ kavramı üzerine
‘Elest bezmi’ terkibi ve ‘Fuad’ kavramı üzerine

‘Elest bezmi’ terkibi ve ‘Fuad’ kavramı üzerine

Faruk Beşer, bilginin vasıtaları konusunu mercek altına aldığı yazısında, İslami literatürdeki ‘elest bezmi’ terkibi ve ‘Fuad’ kavramının anlamını irdeliyor.

07 Şubat 2021 Pazar 12:37A+A-

Faruk Beşer’in Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısını (7 Şubat 2021) ilginize sunuyoruz:

Kalp, fuâd ya da ‘elest bezmi’ ve doğuştan bilgi

Kelam alimlerinin bilginin kaynağı yerine vasıtaları dediklerini söylemiştik. Bu açıdan Kuranıkerim’e baktığımızda neler görebiliyoruz?

Pek çok ayette bilgi edinmenin, düşünmenin ve anlamanın aracı olarak duyma, görme ve akletme yani sem’, basar ve kalp zikredilir. Demek ki, bilginin asıl yolları bunlardır. Bazen ‘sem’ ve ‘basar’ ile birlikte kalp yerine ‘fuâd’ kelimesi de zikredilir. Fuâd da kalb demektir ancak fuâd’ın kök anlamında yakma ve kızartma manası bulunduğu hesaba katılırsa fuâd, sanki kalbin ve kalbi algıların bir sonraki kademesi olarak edinilen bilginin çok duyarlı ve hassas bir bölgede inanç olarak kalıcı hale gelmesi yakılıp sabitlenmesi demek olabilir. Bu bakımdan fuâd insanın bilgi ve duygularının en son ve en hassas noktasıdır. Allah (cc) Resulüllah Efendimiz’e (sa); ‘biz sana fuâdını sabit kılacak kıssalar anlatıyoruz’ (11/120) buyurduğuna göre fuâd son karar yeri, özümsenip sindirilen bilginin makamı olmuş olur.

‘Cehennemliklerin kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. Onlar davarlar gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. Onlar gafildirler’ (7/179).

‘Diyecekler ki, eğer biz dinleseydik, ya da aklımızı kullansaydık şimdi bu çılgın ateşin adamları olmazdık’ (67/10).

‘Hakkında bir bilgin olmayan şeyin peşine düşme. Çünkü kulak da göz de kalp de/fuâd hepsi bundan sorumludur’ (17/36).

Bilme ve anlama vasıtası olarak Kuranıkerim’de sözü edilen duyma sadık haberi, görme deney ve tecrübeyi, kalp de aklı temsil eder. Duyma sadece işitme değil, ön yargısız dinlemeyi, kulak vermeyi, görme/basar da basiretle bakmayı anlatır. Duyma ve akletme ilme’l-yakîn bilgiyi, duyular ve tecrübe de ayne’l-yakîn bilgiyi ifade eder.

Felsefede bir de apriori bilgiden söz edilir. Bununla deney ve tecrübeden önce, sadece akılla anlaşılan ya da doğuştan getirilen bilgi kastedilir. Felsefenin söyledikleri bizim alanımız değil ama bu konuda Kuranıkerim’e baktığımızda birbirine zıt gibi görünen iki ayetle karşılaşırız. Birincisi ‘elest bezmi’ diye bilinen ve ruhların bedenleriyle birlikte yaratılmadan önce gerçekleşen o ilginç sözleşmedir. ‘Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış, onları kendi kendilerine şahit tutmuş ve ben sizin Rabbiniz değil miyim, demişti. Onlar da evet, şahidiz demişlerdi. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz diye’ (7/172).

Bu ayeti kerimeye göre insanoğlu hamurunda ya da DNA’larında bazı ön bilgilerle birlikte dünyaya geliyor olmalıdır. Yani onun Allah’ı bilmesi onun tabiatında, fıtratında kodlanmış olarak vardır. Bir zamanlar tartışılan ‘inanç geni’ bunu anlatıyor olabilir.

Surede bundan birkaç ayet sonra şöyle buyurulacaktır: ‘Takvalı olup korunanlara şeytandan bir tayf dokunsa hatırlayıp düşünürler ve gerçeği hemen görüverirler’ (7/201). Tayf’ın, vesvese, hayal, hissediş, görüngü gibi anlamları vardır, küçük bir uyarışı ve hafif bir dokunuşu anlatır. Ayetteki ilginç kelime öğrenme değil de ‘tezekkür’ yani hatırlayıp düşünmedir. Demek ki, insanoğlunun derununda hatırlayıp tavrını onlarla değiştirebileceği bilgiler bulunmaktadır. Kuranıkerim’in bir adının ‘zikir’ olması da buna işaret ediyor olabilir. Çünkü o hatırlatan ve öğüt veren anlamında ‘zikir’ olduğu gibi, hatırlanan anlamında da ‘zikir’dir. Bilinen bir şeyler vardır ki, insanoğlu Kur’an’la onları hatırlamaktadır. Yani bu hiç yoktan öğrenme değildir. Kuranıkerim olmasaydı biz bunları hatırlamayabilirdik ama o hatırlatınca ön yargısız ve yanlış bilgilerle kirletilmemiş fıtrat bunları önceden beri biliyormuş gibi munis ve tanıdık bulur. Bu noktada hak ile batılı fark edebilme gücü olan ‘Furkan’ın da insana ‘takva’ ile, yani Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmekle verileceğini de tekrar hatırlayalım. ‘Ey müminler, eğer siz Allah’a karşı takvalı olursanız O size Furkan verir’ (8/29).

Ebu Hanife, ‘ilmi sırf hamd ve şükürle elde ettim. Her bir fıkhi meseleyi anladığımda bir hikmete vakıf olduğum için elhamdülillah dedim, ilmim arttı’ der (Alim müteallim 75). Oysa inkâr insan için farklı bir oluştur ve onunla bilgi alma şekli değişir.

Yukarıda sözü edilen olaya zıtmış gibi görünen ikinci ayet de şudur: ‘Allah sizi, annelerinizin karnından, bir şey bilmiyor olduğunuz halde çıkardı. Size kulak, göz ve akıl/fuâd verdi, şükredebilesiniz diye’ (16/78). Dikkatle bakıldığında burada farklı alanların bilgisinden söz edildiği anlaşılır. Çünkü fıtratla hatırlanacak bilgi ile, bu sayılan bilgi yollarıyla elde edilecek bilgi farklıdır.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum