1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. “Eğer ilim bizi namazda derinleştiriyorsa, yaptığımız ilim Allah’ın sevdiği ilimdir”
“Eğer ilim bizi namazda derinleştiriyorsa, yaptığımız ilim Allah’ın sevdiği ilimdir”

“Eğer ilim bizi namazda derinleştiriyorsa, yaptığımız ilim Allah’ın sevdiği ilimdir”

Faruk Beşer, namazın anlam ve işlevine yönelik hatırlatmalarda bulunduğu yazısında, bazı cami imamlarının buna ters düşen olumsuz uygulamalarını eleştirerek Diyanet İşleri Bakanlığı’na sorumluluk çağrısında bulunuyor.

03 Ağustos 2020 Pazartesi 00:18A+A-

Faruk Beşer’in, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısı (02 Ağustos 2020) şöyle:

Diyanet İşleri Başkanı olsaydım

Başlıktan hemen sevgili Başkan Ali Erbaş’ı eleştireceğim anlamını çıkarmayın. Bugünlerde o çok büyük gayretler sarf ediyor, büyük sıkıntılar yaşıyor, Allah’tan tevfik diliyorum. Derler ki, İmam Şafii’ye, fitne zamanı haktan yana olanları nasıl tanıyabiliriz diye sormuşlar. Düşman oklarını takip edin, onlar size hak ehlinin kim olduğunu gösterir demiş. Bugünlerde ona yöneltilen okların kimlerden geldiğini görmek yeterli.

Benim söyleyeceğim şey başka. Bendeniz ilimle meşgul olmayı, yöneticiliğe hep tercih etmişimdir, elhamdülillah. Kendi alanımda bir defa rektörlük ve defalarca dekanlık teklif edildiği halde sırf bu sebeple bu görevleri kabul etmemişimdir. Ama zaman zaman şöyle düşündüğüm olmuştur: Bana Diyanet İşleri Başkanlığı teklif etseler ve başkan olman halinde en önemli projen nedir diye sorsalar, imamların namazları Resulüllah’ın (sa) namazı gibi kıldırmalarını sağlamaktır derim. Çünkü bunu başarabilsek öyle ya da böyle camiye gelip namaz kılan birkaç milyon insanın ‘namazı dosdoğru’ kılmalarını sağlamış ve büyük bir inkılap yapmış oluruz diye düşünürüm. Bunun için sevgili dost Abdullah Yıldız’ın teşvikiyle ‘Namazı Dosdoğru Kılmak’ diye bir kitapçık yazmıştım.

Cuma günü kurbanımıza refakat ederken cuma namazı için farklı bir camiye gittim. İmam bizi iki dakikada yatırıp kaldırdı ve çıktı. Gazali’nin sözünü düşünerek yanına yaklaştım, kimse duymadan, bakın imam kardeşim, böyle bir namaz kabul olmaz, ben bir Müslüman olarak bunu size söylemek zorundayım. Çünkü dememle lafı ağzıma tıktı ben de hiçbir şey söylemeden ayrıldım. Çünkü diyecektim, rükûun ve secdenin tespihlerini bir defa bile tam söyleyemedim. Gazali diyor ki: ‘Mescitlerde rükû ve secdelerde tadil-i erkâna riayet edilmediğini gördüğü halde bir şey söylemeyen kıldıranın günahına ortak olmuş olur’.

İmamların namazı böyle kıldırmaları şeytanın beni kandırmasına hep yardımcı olmuştur; şeytan bana imam böyle kıldırıyorsa sen de camiye gitme diye fısıldamıştır. Resulüllah böyle namaz kılan birisine üç kez, ‘dön tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın’ buyurmuştu.

Namazın ne anlama geldiğini asıl o kitapçığı yazarken öğrendiğim için sonunda şöyle demiştim: ‘Namaz eşittir İslâm ya da İslâm eşittir namaz’. Şöyle de demiştim: ‘Namazını dosdoğru kılan bir mümine artık İslâm’ın hiçbir emri zor gelmez. Namazını terk eden bir mümin de İslâm’ın yasakladığı her şeyi yapabilir. Çünkü şirk hariç, namazı terk etmekten daha büyük bir günah yoktur’. Bu sebeple ilahiyatçılar olarak eğer ilim bizi namazda derinleştiriyorsa, yaptığımız ilim Allah’ın sevdiği ilimdir, namazı gözümüzde önemsizleştiriyor ve bu iş mollaların işidir gibi bir küçümsemeye götürüyorsa biz övülen ilimden uzaklaşıyor ve kendimizi kandırıyoruz demektir. Özellikle ehli ilmin bu ayarı sık sık gözden geçirmesi gerekir. Kimse Resulüllah’ı yukarı geçemez, o halde onun kıldığı gibi kılmak hedefimiz olmalıdır.

O buyuruyor ki, ‘hırsızın en kötüsü namazından çalandır’. Nasıl çalar diye soruyorlar; ‘rükûunu ve secdesini tam yapmaz, aralarda bir miktar beklemez…’ buyuruyor. Yine buyuruyor ki, ‘kişinin namazından nasibi, düşünerek kıldığı kadardır’. Düşünmeden kıldıklarının sevabı gider. Hayatımız boyunca dünyanın peşinden koşup, namazımızda da yine dünyayı düşünürsek çok büyük ayıp etmiş olmaz mıyız? Namazın zirve noktası ‘huşû’dur. Yani hem kalbi hem de kalıbı ile Allah’ın huzurunda olma halini hissetmektir.

Resulüllah iki secde arasında bile dua anlamındaki ‘rabbi’ğfir li ve’rham…’ ayetini okurlarmış. Çoğu zaman rükudan kalktığındaki ve iki secde arasındaki duruşu rükû ve secdesi kadar sürermiş.

Namazın rükünlerinin her birinin diğerinden bir duruşla ayrılıp hakkının verilmesine ‘tadil-i erkân’ diyoruz. Yani rükünlere adil davranıp haklarını verme demek. Tadil-i erkân Hanefilerde vacip, Hanefilerden Ebu Yusuf’a ve diğer mezheplere göre ise farzdır. Yani olmazsa namaz olmaz. Resulüllah’ın, ‘sen namaz kılmış olmadın’ sözünden bu anlaşılır.

Gençliğimizde beraber ders okuduğumuz sevdiğim hukukçu bir arkadaşım (şimdi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Avcı) yıllar önce tadil-i erkânla ilgili yazdığı bir makaleyi bana gönderip gözden geçirmemi istemişti. Makaleyi okuyunca, galiba bu arkadaş bize nazikçe ders veriyor diye düşünmüştüm. Çünkü makale benim gibilere hitap ediyordu. Şimdi tekrar dönüp bakınca makalenin gerçekten mükemmel olduğunu gördüm. Belki müftülere ve imamlara tavsiye edilir diye onun müsamahasına sığınarak fecebook sayfamda yayımlıyorum.

Tekrar bayramınız mübarek olsun.


Sevgili kardeşim

Prof. Dr. Mustafa Avcı'nın

Yaklaşık yirmi yıl önce yazdığı

Ve fakire de gönderdiği

'Tadil-i erkân' yazısını

Müsamahasına sığınarak

Bir kez daha yayımlıyorum.

*

NAMAZDA TA’DÎL-İ ERKÂN

(TERAVİHİ HIZLI KILMANIN HÜKMÜ)

Doç. Dr. Mustafa Avcı

Ramazan’ın yaklaşması müminleri sevindirmekle birlikte onları üzen ve düşündüren bir konu var; bu mübarek ayın gecelerine mahsus bir ibadet olan teravih namazının hızlı kılınması, ta’dil-i erkâna riayet edilmemesi ve üstelik bunun yaygın bir adet halini almasıdır. 

Gerçekten teravihin hızlı kılınmasının kaynaklarımızdaki yeri nedir? Hz. Peygamber bu namazı nasıl kılmış ve kıldırmıştır? Hızlı kılmak veya kıldırmak bir maharet veya meziyet midir, yoksa Gazali’nin ifadesiyle  mescitlerde en yaygın görülen münkerlerden midir? 

Teravih bir namaz olduğu için önce namazların kılınışıyla ilgili kaynaklarımızdaki bilgileri özet olarak verelim: 

A-KİTAP: Kuran’ın pek çok ayetinde namaza yer verilmiş, namazla ilgili olarak bazı insanlar övülmüş ve müjdelenmiş, bazıları kınanmış ve azapla tehdit edilmiştir. 

1-Namazın İkamesi: Bazı ayetlerde emir, bazılarında da hikâye siygasıyla “namazın ikame edilmesi”nden bahsedilmesi, onun gelişigüzel kılınması değil, dosdoğru, devamlı, huşu ve vaktine dikkat ederek, kısacası namaza önem vererek kılınmasının istenmesi anlamınadır. 

2-Namazların Muhafazası: Namazların, özellikle orta namazın (salâtu’l-vüsta) muhafaza edilmesini emreden ayet (Bakara, 2/238) vakitlerinin gözetilmesi ve eksiksiz kılınmasını, edaya devam edilmesini istemektedir. “Orta namaz” ile ilgili görüşlerin özeti; herkes için engellerin çokluğu sebebiyle kılınması en zor ve kaçırılması ihtimali fazla, bundan dolayı da o kişi hakkındaki efdal namazdır denilebilir. 

3-Namazda Huşu: “Namazlarını huşu ile kılan müminler gerçekten felah bulmuştur.” (Mü’minun, 23/1-2) ayetindeki huşu; aslı kalpte, tezahürü bedende olan bir keyfiyettir. Yani kalbin ve organların huşuu olarak ikiye ayrılır. Kalbin huşuu; Allah’ın azamet ve celali karşısında kendi acizliğini göstererek edep ve tazimden başka düşüncelere yer vermeden, kalbin son derece saygı hissi duymasıdır.  Okuduğu veya dinlediği ayetlerin, duaların, tekbir ve tesbihatın manasını düşünmek ve bunlara hakkını vermek huşuun alametleridir. Namaz kılan kişinin kendini meşgul edecek iş, ticaret, gürültü vb. şeylerden uzaklaşarak huşuunu kolaylaştıracak bir yerde namaza durması matlup ve makbul bir namazı temine yarayacaktır. 

Organların huşuuna (hudua) gelince; kalbin huşuunun bedende tezahürü ile sükun ve sekinet hasıl olması, gözlerin secde mahalline bakması, diğer organların sağa-sola iltifat etmemesidir.  Kalpte olan huşuun mutlaka organlara yansıyacağı, muhalif mefhumu ile sükunet ve ta’dil-i erkân ile kılınan namazın huşua delalet edeceği bir hadiste zikredilmiştir. 

4-Münafıkların Namazı: “...münafıklar namaza üşenerek ve isteksiz kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı pek az hatırlarlar.” (Nisa, 4/142) ayetini Kurtubi; “namaza tembel tembel, istemeye istemeye kalkarlar, sevap ummazlar ve terkine ceza verileceğine inanmazlar.” şeklinde tefsir etmektedir.  Ayrıca Müslim’in rivayet ettiği münafığın namazı hadisini  delil göstererek alelacele kılınan namazların makbul olmadığını belirtmektedir. Allah’ı az anmaktan maksadın sahih bir kıraat olmaması sebebiyle yalnızca tekbirlerle anmak olduğunu, böyle kılınan namazın Hz. Peygamberce “sen namaz kılmış olmadın” şeklinde nitelendirilen bedevi namazı gibi olduğunu beyan etmektedir. 

5-Namazdan Habersiz (gafil) Olmak: “Veyl (yazıklar) olsun, Allah’ın huzuruna durup da namazından gafil olanlara. Ve insanlara gösteriş yapanlara” (Maun, 107/4-5) ayetleri “vaktinde kılmazlar, ertelerler, kılsalar sevap ummazlar, terk etseler cezasından korkmazlar, rüku ve secdelerini tam yapmazlar, ta’dil-i erkâna riayet etmezler.” şeklinde tefsir edilmiş,  Allah rızası için değil dünyevi maksatlar, gösteriş ve eğlence için kılmak da aynı şekilde değerlendirilmiştir.  

6-Namazın Zayi edilmesi: “Onların arkasından gelenler namazı zayi ettiler...” (Meryem, 19/59) ayeti; asıl anlamı namazlarını kılmamak olmakla beraber, rüku ve secdesine hakkını vermemek, rükudan doğrulunca ve iki secde arasında hareketsiz kalacak şekilde doğrulmamak, böylece namazı kaçırmak şeklinde de açıklanmıştır. 

B-SÜNNET: Kuran’ın canlı tefsiri ve uygulaması olan sünnette de konuyla ilgili hadislere rastlarız. Şimdi bunların ilgili kısımlarını kısa açıklamalarla birlikte aktaralım;

1-Hz. Peygamber bir gün mescitte ashabıyla birlikte otururlarken ismi Hallâd b. Rafi olan, dini yeni öğrenmiş bir (bedevi) zat mescide girdi, rüku ve secdesini tam yapmadığı (hafif) bir namaz kıldı. Sonra huzura gelerek selam verdi. Hz. Peygamber selamını aldı ve “dön namazı tekrar kıl!” buyurdu. O zat döndü, önceki kıldığı gibi bir namaz kıldı. Allah’ın Resulü “dön tekrar kıl çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu.  Bu hal üç defa tekerrür edince Hallâd; seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ancak bu kadar biliyorum, doğrusunu lütfen bana öğretir misin!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Namaz kılmak isteyince güzelce abdest al, kıbleye dön. İftitah tekbirini al, kolayına geldiği kadar Kur’an(dan) oku, sonra rükua varıp (organların ve mafsalların) sükunet buluncaya kadar dur, sonra başını kaldırıp büsbütün doğruluncaya kadar ayakta kal. Sonra secdeye varıp mutmain oluncaya kadar dur, başını kaldırıp hareketsiz kalıncaya kadar otur. Bunları bütün namazlarında böylece yaparsan namazın tamam olur, bunlardan neyi eksiltirsen namazını eksiltmiş olursun.” buyurdu. 

2-Hz. Peygamber Enes b. Malik’e öğüt verirken bir defasında; “Ey Enes! Rüku edince ellerinle dizlerini sıkı tut, parmaklarını birbirinden ayır, dirseklerini yanlarına yapıştırma, rükudan doğrulunca bütün organların tam olarak yerine gelsin, zira Cenabı Hak kıyamet gününde rüku ve secdeler arasında bellerini tam doğrultmayanlara kıymet vermez.” buyurmuştur. 

3-“Namaz kıldığın zaman (nefsine, hevasına ve ömrüne) veda eden (ve Allah’a yönelen) kimse gibi namaz kıl.” 

4-Hz. Peygamber namazda sakalıyla oynayan birini gördü ve “bunun kalbinde eğer huşu olsaydı, organlarında da olur ve sakalıyla oynamazdı.” buyurdu. Bir başka rivayette “namazda (etrafınla) oynama.” buyurmuştur. 

Kavli sünnet olan hadislerle namazın ta’dil-i erkânını tarif eden Hz. Peygamber, fiili sünnete de dikkatleri çekmiş ve “beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız!” buyurmuştur.  Şimdi fiili sünnette namazın bu yönüne dair olan rivayetlere bakalım; 

5-Bera’ b. Azib diyor ki; “Allah Resulünün namazında kıyamı, rükuu, başını rükudan kaldırışı (kavme) secdeleri ve iki secde arasında oturuşu (celse) takriben birbirine eşitti.”  Namazın rükünlerinin takriben birbirine eşit olması tam değil yaklaşık olarak yani birinin diğerinden uzun veya kısa olabilmesidir. Rüku ve secdeden doğruluş (kavme ve celse) da birer rükün olarak anılmıştır ki, kısa da olsa bir zamanı alması gerekir. 

6-Nevevi’nin el-Ezkâr adlı kitabında belirttiğine göre Hz. Peygamber iki secde arasında “Allahümmağfirlî, verhamnî, vecburnî, verfa’nî, vehdinî, ve âfinî, verzuknî” veya “rabbiğfirlî, rabbiğfirlî” şeklinde dua ederdi. 

7-Hz. Aişe’den rivayet olunduğuna göre: Allah Resulü başını rükudan kaldırınca iyice doğrulmadıkça secdeye gitmez, başını secdeden kaldırınca da iyice doğrulup oturmadıkça ikinci secdeye gitmezdi.”  Enes b. Malik der ki; “Rasulullah rükudan doğrulunca ayakta o kadar dururdu ki biz secdeye gitmeyi unuttu sanırdık, iki secde arasında da o kadar dururdu ki ikinci secdeyi unuttu sanırdık.”  İbn Battal’a göre bu durum cemaatle kılınan namazlarda böyledir, yalnız kılan rüku ve secdeleri çok uzun tutabilir.  (Bu son ifade de bir problem var. Bu durum denen şey Rasulüllah’ın aralarda durmasıdır)

Sünnete uygun olmayan, ta’dil-i erkâna riayet etmeden, rüku ve secdeleri tam yapmadan kılınan namazlar Hz. Peygamber tarafından yerilmiş, değişik şekillerde nitelendirilmiştir.

8-Hz. Peygamber bir hadiste; “Hırsızların en kötüsü namazından çalandır.” buyurmuş, “kişi namazından nasıl çalar?” sorusuna, “rüku ve secdelerini (bir rivayette huşuunu) tastamam yapmaz.” şeklinde cevaplamıştır. 

9-“...kim namazın vaktine, rüku, secde ve huşuuna riayet etmezse o namaz siyah ve karanlık olarak yükselir, “beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin” diye sahibine beddua eder, daha sonra bir paçavra gibi kılanın yüzüne çarpılır.” 

10-“Münafığın namazı şöyle olur; oturur, güneşi gözetir, güneş şeytanın iki boynuzu arasına girince (batmaya yüz tutunca) kalkar, dört rekat (kuşun yem gagaladığı gibi) gagalar, o namaz içinde Allah’ı pek az zikreder.”  Hadisteki namazı gagalamak tabiri, ta’dil-i erkâna ve huşua riayet etmeden süratle yatıp kalkmaktan kinayedir. 

11-“Rüku ve secdeden belini tam doğrultmadan kılınan namaz sahibine kafi gelmez (üzerindeki namaz borcunu düşürmez).” 

12-Hz. Huzeyfe rükuunu tam yapmayan bir adam gördü de; “sen namaz kılmış olmadın (böyle namaz kılmaya devam ederken) ölürsen Muhammed (as) in yaratıldığı fıtrat üzere ölemezsin.” dedi.  Buradaki fıtrat din veya sünnet anlamındadır. 

13-Tespitlere göre Hz. Peygamber bizzat üç defa teravih namazı kıldırmış, birincisi gecenin üçte birini, ikincisi, yarısını, üçüncüsü ise tamamını almıştır. Farz kılınır endişesiyle bir daha kıldırmamıştır. 

C-MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ

1-Hanefiler: Ta’dil-i erkân Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre vaciptir. Bu iki İmam (1) numaralı hadiste geçen “Bundan neyi eksiltirsen namazından eksiltmiş olursun.” ifadesini delil göstererek namazdan eksiltmek isaet olsa da zeval veya butlan şeklinde nitelendirilmediği için namazın bozulmayacağını, unutularak terk edilince namazın sehiv secdesiyle tamir edilebileceğini söylemişler, bu içtihada hadislerdeki tearuzu cem ederek ulaşmışlardır. 

Ebu Yusuf’a göre ta’dil-i erkân farz olup terk edilmesi namazı bozar. Bu şekilde kılınan namazın yeniden kılınması farz olur. Çünkü ta’dil-i erkâna riayet edilmeden kılınan namazı Hz. Peygamber sahih olarak kabul etmemiş ve “dön, tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın.” buyurmuştur. 

Cürcani’nin tahricine göre “ta’dil-i erkâna riayet sünnet” ise de Kerhi’nin tahricine göre vaciptir. Hidaye’deki ifade de böyledir. Kenz, Vikaye ve Multeka kitaplarının yazarları da son görüşü kabul etmişlerdir. Deliller rüku, rükudan doğruluş (kavme), secdeler ve iki secde arası oturuştan (celse) ibaret olan dört rükünde ta’dil-i erkânın vacip olduğunu göstermektedir.  Farzı ikmal eden hususlar vacip, vacipleri ikmal eden hususların sünnet oluğu, dolayısıyla rüku ve secdelerdeki ta’dil-i erkânın vacip, kavme ve celsedeki ta’dil-i erkânın ise sünnet olduğuna dair görüş ve bu görüşün namazı yanlış kılan adam hadisine aykırı olduğuna dair değerlendirme de mevcuttur. 

2-Malikiler: İmam Malik’ten ta’dil-i erkâna dair bir görüş tespit edemedik. Ancak Malikiler 1 numaralı hadisi zikrederek bunun farz olduğunu söylemişlerdir. 

3-Şafiiler: Farz ve nafile namazlarda ta’dil-i erkân farz olup terk edilmesi namazı bozar.  Rükudan doğrulunca “sübhanallahilazim” diyecek kadar hareketsiz durmak asgari süredir. Daha çok sevap almak isteyenler 3 veya 11 defa diyecek kadar durmalı, iki secde arasında da 6 numarada geçen dua okunmalıdır. 

4-Hanbeliler: Rükudan sonra kıyamdaki, iki secde arasında da son oturuşta olduğu gibi hareketsizlik hali sağlanıncaya kadar durmak ta’dil-i erkândır ve farzdır. 

5-Zeydiler: Şevkani, ta’dil-i erkân ile geniş açıklamalar yaptığı eserinde bütün rükünlerde tuma’ninetin (organların yerleşip istikrar bulmasının) gerekliliğini vurgulamış  rükudan doğruluş ve iki secde arasında hareketsiz kalıncaya kadar durmanın farz olduğunu ve terk edilmesinin namazı bozacağını söylemiştir. 

6-Zahiriler: İki secde arasında 6 numaralı hadiste geçen duanın okunmasının farz olduğunu, terk edilirse namazın bozulacağını söylemişlerdir. 

Dikkat edilirse namazın kıraat rüknünden bahsediyor değiliz. Teravih namazlarında bu rüknün de hakkı verilmemekte, anlamın bozulmasına yol açacak okumalar görülmektedir. Ayrıntıyı fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine bırakarak daha fazla uzatmamak için ta'’il-i erkânın tanımını yapalım; Namazın kıyam, rüku, secde gibi rükünlerini sükunet içinde yerine getirmek ve bunları yaparken organların yerleşip mutmain ve hareketsiz kalmasıdır. Fıkıh kitaplarında hudu’ tuma’ninet, itidal vb. kelimelerle anlatılmak istenen ta’dil-i erkândır. Bir anlamda her rükne hakkını vermek kastedilmektedir. 

Ta’dil-i erkânın terki Ebu Yusuf ve diğer mezhep imamlarına göre namazın yeniden kılınmasını, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre ise, sehiv secdesini gerektirir. Ancak yine de bu iki imama göre hata ile (sehven) veya unutarak terk edilmişse yeniden kılınması evla, kasten terk edilmişse vaciptir. Ta’dil-i erkân sehven (unutarak) terk edilmişse sehiv secdesi gerekir, kasten terk edilmişse şiddetli bir kerahet irtikap edilmiş olur. 

Kılınan namaz (mesela teravih gibi) farz olmayan bir namaz ise ve ta’dil-i erkâna riayet edilmeden kılınmışsa nafile namaz vacip hükmünü almış olur ve iadesi gerekir. 

Ne yazık ki, Sahabe devrini müteakip ta’dil-i erkân ihmal edilmeye başlanmış,  hicri 500’lere gelindiğinde mescitlerde en sık görülen münkerlerin başında yer almıştır.  

Osmanlı dönemindeki durumu gösteren Ebussuud Efendi fetvası şöyledir: “Zeyd-i imama mahallesi halkı “salât-ı teravihi tez kılıver ve illa mescide gelmeziz” diye müttefikan hücum edip vacibat-ı salâtı imam-ı mezbura riayet etmeye mani olduklarında, imam-ı mezbur dahi her iki rekatta salâtın tekbirinden sonra kable’l-fatiha sübhaneke okumayıp ve rükua vardıkta üç kere sübhanellahi’l-azim diyecek kadar zaman geçmeden ve rükudan baş kaldırıp tekrar kıyam etmeden ve sürat üzere rükudan secdeye varıp ve sücudda dahi tekmil-i tesbih etmeden kıyama varıp salât bu vech üzere olsa, kılınan salât nice olur, cemaat-ı mezbureye varanların muktezasınca olan imama ne lazım olur? El cevap: Mercuvdur ki Hak Teâlâ Hazretleri settaru’l-uyubdur, kabul buyura, kaffe-i eimme bundan dahi sübhaneke terkine müptelalardır, amma rükudan sonra ve secdeteyn mabeyninde istikamet lazımdır.” 

1262 tarihli İhtisap Ağası Nizamnamesine göre namazın şartlarını yerine getirmeyen imamların denetimi ve görevden alınması yetkisi muhtesibe aitti. 

Günümüzde özellikle teravih namazını ta’dil-i erkânla kılan cemaat bulmak zorlaşmıştır.

D-SONUÇ

Şimdi ihlâsla namaz kılmak, ramazanın sevabına kavuşmak isteyenlere düşen görev nedir?

-cemaat öyle istiyor diye imamlar namazı namaz olmaktan çıkaracak şekilde hızlı kıldırmamalı, insanların hevasına değil, Allah ve Resulünün emrine uymalıdırlar.

-Cemaat ise, hızlı teravih kıldıran imam veya kılınan cami değil, sünnete uygun kılınan yerler aramalıdır.

-Emri bil-maruf görevinin gereği ta’dil-i erkâna uymayanlar uyarılmalıdır. Çünkü bu görev itikafa girenler de dahil olmak üzere zikir, tefekkür, Kur’an okumak ve namaz kılmak gibi bütün nafile ibadetlerden evladır. 

-Yaşlılar, hastalar ve acele işi olanlar cemaate gitmişlerse teravihi oturarak kılabilirler, sekiz rekat kıldıktan sonra ayrılabilirler. Çünkü ta’dil-i erkâna riayetle kılınan sekiz rekatlık teravih, uyulmadan kılınan yirmi rekattan hayırlıdır.  Hatta Abdullah b. Abbas (ra) der ki; “manasını düşünerek, hudu’ ve huşu ile kılınan iki rekat namaz, gafil kalple akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan daha hayırlıdır. 

Boş ve fani lezzetler uğrunda saatlerini boşa harcayanlar, hayatın en faydalı ve kıymetli anları olan ibadet zamanlarını, bir an önce kurtulmaya çalışılan vakitler olarak görmemeli, manevi zevk alan kişiler gibi zahiri ve batini huşua riayet ederek ramazan gecelerini ihya etmelidir. Bu durumu alışkanlık haline getirenler için iş kolaylaşacak, zahiri görüntü zamanla batına sirayet edecek ve huşu ehlinden olma yolu açılacaktır –inşaallah-.

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

4 Yorum