1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Efsane ve gerçeklik arasında Yahudi tehciri
Efsane ve gerçeklik arasında Yahudi tehciri

Efsane ve gerçeklik arasında Yahudi tehciri

Shlomo Sand.1946 Avusturya doğumlu İsrailli tarihçi, hayatının ilk iki yılını bir mülteci kampında geçirdi. 1948'de İsrail'e göç etti. Tel Aviv ve Paris'te eğitim gördü. Yahudi halkının ve İsrail büyük ulusal mitinin kökenlerini incelemeye karar verdi.

19 Mayıs 2023 Cuma 14:35A+A-

Shlomo Sand / Mecra

Efsane ve gerçeklik arasında Yahudi tehciri

İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan soykırım, İsrail'in 1948’deki kuruluşunu haklı çıkaramaz, çünkü zaten bu devlet elli yıl önce Siyonist hareket tarafından planlanmıştı. O halde Filistin halkını topraklarından sürmek için soykırımdan başka bir gerekçeleri var mı? Elbette. Bu topraklar, iki bin yıl önce eğer Romalılar tarafından oradan çıkarılmasalardı hâlâ Yahudi halkına ait olacaktı. Bu nedenle Yahudiler sadece “geri dönüyorlar”. Yani Siyonistlerin vereceği cevap budur. Peki bu doğru mu, yanlış mı?

Tarihsel araştırmanız, Yahudilerin iki bin yıl önce İsrail topraklarını terk edip oraya geri döndükleri fikrini doğruluyor mu?

"Geri dönüş" yok, zira tehcir yok. Bulabildiğimiz tek göç, İsa Mesih'ten önceki altıncı yüzyıldadır. Babilliler daha sonra Yahudiye'nin (ç.n Yehud; Filistin bölgesinin güneyinde yer alan tarihi dağlık bölge ve sonrasında orada kurulan bazı devletlere adını veren yer) siyasi ve entelektüel seçkinlerini sürgün ettiler ancak halka dokunulmadı: Bizler hiçbir zaman bir halkı toprağından sökmedik, çünkü galip gelene emeğin meyvesini veren onlardır.

  • Bu ayrılık, bu -aydınlar, rahipler, peygamberler vb-sürgünüydü, bu unsurlar eski tek tanrılı Zerdüşt diniyle tanıştığında Yahudi tektanrıcılığını doğurdu. Böylece ilk Batı monoteizmi doğmuş oldu.
 

Ama her zaman bahsettiğimiz "büyük tehcir", İsa Mesih'ten 70 yıl sonra diye biliniyor.

Tapınakların yıkılmasından sonra "kötü Romalılar"ın neden olduğu büyük sürgün mü? Hiç gerçekleşmedi, bu bir efsane! Ancak tüm hayatım boyunca ben de MS 70 ve 135 yıllarında Romalı işgalcilere karşı çıkan isyanların (esasen bunlar tek tanrıcı dinî fanatiklerin/bağnazların putperestliğe karşı isyanlarıydı) başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Yahudilerin sürüldüklerine inandım. Bütün doktrinlerimiz, Yahudiye diyarından çok uzaklara sürgün edilen Yahudilerden bahseder; İsrail'i oluşturan tüm kolektif hafıza bu olay etrafında döner.

 

Bu aldatmacayı nasıl keşfettiniz?

Yahudi antik çağı konusunda uzmanlaşmış tarihçilere sorup herkesten bunun aslında gerçekleşmediğini duyduğumda. Bunu onlara sorduğumu ve "asla bunu demedik!", "yine de ima ettiniz!" deyişlerini hatırlıyorum. Dolayısıyla halkımız bir sürgünün var olduğuna inanıyor, ancak tarihi bilgiler üreten merkezler bunun hiçbir zaman var olmadığını çok iyi biliyor. Hâlbuki tüm Siyonist efsanesinin temelleri bu tehcire dayanmaktadır!

Halk için ayrı, elit kesim için ayrı bir malumat öyle mi?

Kesinlikle öyle. Nihayetinde, doğrusu ben de elitlerdendim ve bilmiyordum. Yani bu konuda farkındalığı olanlar sadece işin ehli olanlardır.

Yani halkı bir arada tutan bu efsane mi?

Ne eksik ne fazla. Ben bile solcu bir tiptim, çok aşırıcıydım ve o zamanlar kendimi anti-Siyonist olarak tanımlıyordum ama biz de başından beri Yahudilerin sürgün edilmiş bir halk olduğuna inandık.

Ayrıca bu tehcir gerçekleşmiş olsaydı bile, bu topraklara geri dönme hakkı verir miydi?

Asla. Neden iki bin yıl önce orada bulunmuş olmak tüm hakları versin de bin yıldır orada yaşıyor olmak hiçbir hak tanımasın? İnsanlar dünyanın her yerinden göç ettiler. Tüm düzeni alt üst edip, ülkeleri iki bin yıl önceki haline döndürmek istersek dünya bir tımarhaneye döner!

 

Kitabınız bu efsaneye bir son vermeyi amaçladığı için tepkileri üzerine çekti.

Evet, çünkü bu derin meşruiyetin izlerini silip süpürdüm. Siyonistlerin bu toprakları elde etmedeki ilk meşruiyet kaynağı Kitab-ı Mukaddes'tir.

İsrail okullarında Kitab-ı Mukaddes'in gerçek bir tarih kitabıymış gibi okutulduğu doğru mu?

  • Evet, öğrenim hayatının ilk yıllarından lisans dönemine kadar. Büyük bir edebi eser gibi değil de bir tarih kitabı gibi. Şu anda, anaokulundaki 4 veya 5 yaşındaki bir çocuktan bile "kökenimizi" göstermesi bekleniyor, çalışmalar bu yönde.

Bu bir öneri, ancak henüz kabul edilmedi. Bir solcu olduğum halde ben bile bu kanıtı sorgulamadım. Anlıyor musunuz? Laik olsak da Hamursuz Bayramını (Pesah, Yahudi Paskalyası) bir aile olarak kutlardık. Avrupalılar için Noel ne demekse bizler için de bütün ailenin bir araya geldiği kutlama odur. Dindar olmasanız da Noel'i kutlarsınız; biz de Pesah’ı kutluyorduk.

 

Bu nedenle, inanan ya da meslekten olmayan hiç kimse, Kitab-ı Mukaddes’te bahsi geçen tehciri asla sorgulamadı, lakin arkeologlar bunun tarihsel olarak mümkün olmadığını söylüyorlar.

Neden mümkün değil?

O günlere ait hiçbir Mısır kalıntısında bir köle isyanının izlerine rastlanmıyor. Sonra, göç hikâyeleri o dönemde ve çok daha sonrasına kadar var olmayan yerlerden bahseder. Arkeologlar Filistin topraklarındaki bu popülasyonların gerçekte hiç değişmediğinden, derinlemesine bir değişikliğin olmadığından söz ediyorlar. Belli bir tarihte Yahudileştirilen hep aynı nüfus.

Bu ne zaman fark edildi?

Bu farkındalık Siyonist bir İsrailli arkeoloğun işi değil. 1967’den sonra ve işgalin ardından arkeologlar dünyada kazı çalışmaları yapmak için işgal altındaki bölgelere akın ettiler. Kenan'ın (ç.n Kenan Diyarı; MÖ 2. yy’da bugün Filistin olarak bilinen coğrafi bölgeye denk düşen yer) Yahudiler tarafından fethedilmediği, aslında yerel halkın oradan hiç ayrılmadığı gibi sarsıcı ve tatsız hakikatleri keşfettiler.

MÖ 10. yüzyıldan günümüze kadar nüfusun büyük bir kısmı yerinden neredeyse hiç kımıldamamıştı. Nüfus mübadelesi yoktu. Sadece her yerde olduğu gibi, nüfusun milliyeti düzenli olarak savaşlarla deveran ettirildi. Muzaffer olan hiç kimse, toprağı işleyen köylüleri defetmedi çünkü zenginliğin kaynağı onlardı.

Bazı durumlarda (İspanya'da), Romalı askerlere toprak verildiği oldu; ancak Ortadoğu'da, Filistin'de değil. Yani nüfus değişmedi. Bugünlerde, üç-dört bin yıl önce orada Arapların olduğunu ispat etmeye çalışan Filistinli tarihçiler var; Yahudi mitolojisini taklit ederek "biz ilkiz" diyorlar. Bu bana oldukça gülünç geliyor çünkü aslında insanlar aynı, değişmediler.

O halde, gerçekte İsrail'den gelen Yahudiler ile "Filistinliler" aynı anlama geliyor!

Evet. Çok fazla kan değişimi oldu, çok fazla harmanlandık, ama bizler ilk Filistinlilerdik! Başka başka toplumlarla karıştırıldık. Bu nedenle bugünün Yahudileri ile belli başlı bir zamanda Yahudi monoteizmini benimseyen, daha sonra yine belirli bir noktada fırsatlara kavuşma niyetiyle yahut gerçekten inanarak İslâm'a geçenler bu nüfusun mirasçılarıdırlar.

Fakat şu durumda, bir tehcirin gerçekleşmemiş olması şu iki soruyu gündeme getiriyor: Birincisi; bugün İsrail topraklarının eski sakinlerinin gerçek torunları kimlerdir? İkincisi; son zamanlarda “geri dönüyoruz” diyerek İsrail’e gelen birçok insan aslında kim?

Aslına bakarsan zamanın Yahudilerinin torunları; kimisi Hristiyan, kimisi Yahudi olan Filistinli Araplar. Bizim dünyamızda, bilirsiniz, insanlar iç içe geçmiş vaziyettedir. Bu dünyada pirüpak kalmış değiliz, babamız ve annemizin herhangi bir yerden gelmesi anlamında hepimiz “karışığız”.

  • Olaylara genetik perspektifinden bakarsak, her birimizin soy ağacında o kadar çok dal var ki, köken olarak "Yahudi"yi arama gayreti güldürüyor beni.

Öyleyse, "Atalarımız, Yahudiler..." diye bir şey yok mu?

Hayır. Tüm bu karışımların neticesinde, Fransızlar Galyalıların doğrudan torunları olmadığı için, bugünün Filistinlilerinin de tam olarak onların doğrudan torunları olduğuna inanmıyorum. Bir Filistinlinin eski İbranilerle ortak genlere sahip olma olasılığı gerçekten benim ve hatta çoğu Yahudi’nin sahip olma ihtimalinden çok daha büyük. Bu gayet açık.

Bunu tarihsel çalışmalara dayanarak mı söylüyorsunuz?

Elbette. Çalışmalarım, bazı köylülerin her daim oldukları yerde kaldığını gösteriyor. Ancak zafer kazanan herkes kadınları, üzerlerinde sperm bırakmak suretiyle kullanmıştır; tüm savaşlarda süregelen bir adet. O zamanlar tecavüz kelimesi henüz kullanılmıyordu ve eril gücün sergilenmesi son derece doğaldı. Kadın her daim bu tahakküm mantığına maruz kalmıştır.

Bir geçiş noktası olan bu bölgeden geçenlerin hepsi bir şekilde izlerini bırakmıştır. Filistinliler, "Biz İbranilerin torunlarıyız ve bu nedenle toprak üzerinde hakkımız var" diyemezler. Evet, onların varis olma şansları daha fazladır, fakat hepsi bu.

İkinci soruyu hatırlatayım; şayet göç gerçekleşmediyse, iki bin yıl önce Yahudiye'de yaşayanlar temelde hâlâ oradaysa, o zaman "yurduma dönüyorum" diyen tüm bu insanlar gerçekten nereden geliyorlar?

Evet, dünyadaki bu büyük Yahudi kitlesi nereden geliyor? Yahudilik, (başkalarını kendi dinine döndürmekte) büyük başarı yakalayan ilk aşiret diniydi. 2. yüzyıldan itibaren Yahudiler arasında proselitizm (ç.n Yabancı halkların Yahudiliği kabul etmesi anlamına gelen kavram) esastır. İlk etapta, Yahudiye yakınlarında yaşayan tüm nüfus zorla dönüştürüldü, sonra gönüllü dönüşüm oldu. Her Yahudi aile kölelerini dönüştürdü.

 

O zamanlar, Yahudiliğin Antik Roma'daki popülaritesi olağanüstüydü. Orada, Roma İmparatorluğu'nun ahlaki çöküşünden dolayı yüksek aristokrasiden çok sayıda kadın din değiştirdi. Nihayet kadınlara paganizmde kendilerine tanınmayan haklar sunan başka bir ahlaki düzen gelmişti. Kadınlara dönük güncel Yahudi ahlakını kabul etmesem de o zaman için bu bir ilerlemeydi.

Yani dünyadaki Yahudilerin aslında sadece "mühtedi" olduğunu mu iddia ediyorsunuz?

Evet, birbirini izleyen dönüşüm dalgalarından gelirler. İlkin zorbalıkla, sonra mahkûm edilmek suretiyle; özellikle de Yahudiliğin yayılmasında öncü olan kadınlar için tektanrıcılığın avantajlı olması nedeniyle.

Yahudiler, daha sonra Akdeniz'de kundakçılar gibi din değiştirirler. Yahudiye'den gelen bu elçiler, haneleri ve tüm nüfusu dönüştürür ve hâlihazırda, büyük Roma İmparatorluğu'nda bir kimlik krizi, ahlaki bir çöküş olduğu için, Yahudiliğin sunduğu şey insanlara muhteşem gelir:

  • Yeni bir yaşam vizyonu. Yalnızca gündelik hayatı değil, ölümden sonraki hayatı, cenneti de kapsar. Paganizm dünyadan ve cennetten detaylı bir şekilde söz etti, ancak tüm bu tektanrıcı hayal gücüne sahip değildi. Dahası, Hristiyanlık için bir "artı" olan şey, sadece ölümden sonra hayatın olması değil, aynı zamanda İsa ile birlikte bir kanıt da sunmasıydı.

Bu dönüşümler nerede gerçekleşti?

Bütün krallıklar dönüştürüldü. İlki, şimdiki Yemenlilerin ataları olan Güney Arabistan'da, MS 5. yüzyılda gerçekleşti. Tüm krallık, kral ve yönetimi din değiştirdi. 130 yıl süren bu krallık, Etiyopya Hristiyanlarının saldırısıyla yıkıldı. Ancak arkasında 20. yüzyıla kadar varlığını koruyan Yemenli bir Yahudi cemaati bırakmıştır.

1995 yılında Başbakan Rabin'e suikast düzenleyen Yigal Amir, Yemen asıllıdır. Ona kitabımı göndermek istedim ki nereden geldiğini bilsin, lakin okumayacağından emindim. Kendini Kral Davut'un ordusundaki bir askerin oğlu sanıyor.

Bu krallık 525 yılında düşer, fakat Hristiyanlık orada galibiyet kazanamaz çünkü Persler kısa bir süre sonra İslâm'ı benimserler. İlginçtir, İslâm tektanrıcılığa dokunmayın der. İslâm, Yahudilere ve Hristiyanlara saygı duyuyor ve onları öldürmekten menediyor; paganlar istisna. Bu nedenle İslâm, Yahudi topluluklarını dikkate şayan bir şekilde korumuştur. Elbette eşit olmasalar bile ikinci sırada yer aldılar.

  • Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz ikinci bir krallık ise, 7. yüzyılın sonunda Arap ordusuna direnen bir rahip olan muharip Kraliçe Dihya el-Kahina krallığıdır. Şunu da belirtmeliyim ki MS 1. yüzyılda Abadeliler gibi kimsenin inkâr edemeyeceği dört Yahudi krallığı vardı.

Ancak en önemlisi ve en büyüğü, Rusya'nın güneyinde, Ukrayna yakınlarında yer alan Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Hazar’dır. Hazar bir noktada Yahudiliği kabul etti. Kiev şehrinde günümüze kadar varlığını korumuş olan Yahudi kapıları vardır ve şehrin bir kısmına Yahudi Hazar’ı denir. Bu bölgede çok fazla kalıntı yok, ancak Hazar Yahudi Krallığı’nın yazılı ibareleri var.

Hangi döneme ait?

Tartışılıyor. Kimisi 9. yüzyılın, kimisi de 8. yüzyılın ortalarına ait diyor. Bazıları da bunu 12. yüzyıla kadar uzatıyor. Büyük bir imparatorluk iken, sonraları küçük bir krallık haline geldi ve sınırlar değişti.

Tarihçiler ayrıca Yahudi dininin ağırlığı hakkında da tartışıyorlar. Ben kitabımda Hazar diye bir milletin olmadığını söylüyorum, tıpkı Fransızların da olmadığına inandığım gibi. Hazar Krallığı’nda her yerde olduğu gibi birçok lehçesi, dili olan kabilelerden oluşan halklar vardı ve bu halkların büyük bir kısmının Yahudiliğe geçtiğine inanıyorum. Krallık, İslâm'a yahut Bizans Hristiyanlığına boyun eğmemiş olmak adına dönüştürüldü.

Yahudilere en çok Doğu Avrupa'da rastlıyoruz.

Evet. 20. yüzyılın başında dünyadaki Yahudilerin %80'i Polonya, Ukrayna ve Rusya aralığında yaşıyordu. 1950'lerin sonuna kadar tüm büyük Siyonist tarihçiler, İsrail nüfusunun Batı'dan değil Doğu Avrupa'dan geldiği konusunda hemfikirdi. Hazar krallığının egemen olduğu tüm bölgelerden Avrupa’ya dağılmışlardı ancak 50'lerde, Hazar krallığında "İbrahim'in soyundan" gelen gerçek Yahudiler olduğu efsanesini uydurdular. Bu basmakalıp bir tekrardı. Hazar topraklarında Filistin'den gelen göçmenlerin olduğunu iddia ettiler.

 

Ancak bir kanıt yoktu. 1950'lerde bu çok da mühim bir konu değildi, çünkü Arapları ve üçüncü dünya insanlarını umursamıyorduk ancak dünya sömürgecilikten kurtulduğunda, Siyonist sömürgeleştirmenin acilen Yahudilerin "İbrahim'in gerçek tohumu" olduğunu "kanıtlaması" gerekti. Bu yüzden tarihi ve bilhassa Hazar krallığını inkâr ettik.

Bütün bunlar okuyucuda şaşkınlık yaratacak. Ben de kitabınızı okumadan önce bu krallığı hiç duymamıştım.

Bunun hakkında tekrar konuşarak saldırıların hedefi olacağımı biliyordum, çünkü oluyor ama yine de tekrarlıyorum: Bölgedeki bu büyük Yahudi varlığını açıklamak için Hazar krallığından daha iyi bir hipotez yok. Bütün tarihçiler, 17. yüzyılda Doğu'da çeyrek milyon Yahudi'ye karşılık Batı'da sadece birkaç bin Yahudi olduğu konusunda hemfikirdir. Batı Avrupa'da çok az Yahudi vardı, Metz, Strazburg ve Köln arasındaki bölgede belki yirmi bin civarında; diğer bölgelerde, daha da düşük rakamlarda.

  • 19. yüzyılın başlarında çeyrek milyon çok büyük bir rakamdır, çünkü Avrupa'da nüfus her yerde çok seyrekti. Aslında Orta Çağ'ın başında Yahudilerin çoğunluğu Avrupa’da değil, İslâm dünyasında yaşıyordu.

Tam da, Yahudilerin bu çeşitli kökenleriyle ilişkili olarak. Aşkenazi Yahudileri Batı Avrupa'dan gelir ve diğer Yahudilere, (mesela) Sefaradlara biraz da küçümseyici bir tavırla bakarlar.

Evet. Aşkenazi aslen Almanya, Sefarad ise İspanya kökenlidir ama bütün bunlar keyfe keder şeyler. Bu nedenle, bize göre Berberi kökenli Mağrip Yahudilerinin çoğu Sefarad olmak istiyor, çünkü Oran yakınlarındaki bir köyden ziyade İspanya'dan gelmek daha şık. Fakat Avrupa'da Aşkenazi olduğunuzu söylemek daha havalı.

Eskiden Aşkenaz Yahudileri Köln'de yaşıyordu. Ukraynalı, Litvanyalı ve Polonyalı ataları olan Yahudilere ise küçümseyici bir şekilde "Ostjuden (Doğu Yahudileri)" diyorlardı.

20. yüzyılın başında bile Polonyalı Yahudilerin büyük kitlelerine "Aşkenazi" denilmiyordu ama bu bir yerde değişti çünkü Almanya en yüksek kültür merkeziydi ve oradan gelmiş olmak daha muteberdi.

Yahudi dünyasında bu ayrım o kadar önemli mi?

Evet. Ben bile, biraz farklı bir isme sahip oluşumla Doğulu değil, Batılı olmaktan gurur duyuyordum. Küçükken bu çok doğaldır. Bir kültür ve cazibe merkezi gibi gösterişli olmak hissi yani. Bundan kurtulmam biraz zaman aldı. Şimdi biliyorum ki adım bir Pers kralı olan “Zank”ın adından geliyor ama neyse ne, kökenlerim artık umurumda değil!

  • Öğrencilerime de köklerini aramamaları gerektiğini söylüyorum. Hareket edemeyen köklü bir ağaç olmanın ne önemi var, kanatlarım olmasını tercih ederim. Hâlâ köklerini arayan insanların da böyle düşünmelerini umuyorum. İnsanın kökenlerinin izini sürmesi her zaman bir fantezidir ve kurcalanırsa çoğu zaman felaketlere yol açar. Köklerinizi aramak, başkalarıyla paylaştıklarınızı aramakla ilgili değil, kendinizi ayırt etmeye çalışmakla ilgilidir.

Yahudilerin kavim olmadığını iddia ederek davanızın yükünü daha da arttırdınız!

“Kavim” bilimsel bir kelime değildir ancak modern dilde, müşterek bir kültüre, dile, sanata, müziğe ve yaşam tarzına sahip insan gruplarını millet veya kavim olarak adlandırmaya alışığızdır. Öte yandan, modern çağdan önce dünyada gerçekten milletlerin var olduğundan şüpheliyim. Okulsuz, televizyonsuz, gazetesiz bir köylü toplum hayal edin. %97 okuma yazma bilmiyor, her vadide başka bir lehçe konuşuluyor. Kimi zaman çok uzak bir yerde bir kral olduğunun bilincindedirler, birçoğu da bilmez. Bununla ilgilenmezler, bu onların işi değildir. Daha ziyade, yakındaki arazinin sahibi olan aristokratı, prensi tanımayı tercih ederler. Fakat Yahudiye Krallığı'nda acaba başkentten yüz kilometre uzakta, kral ve köylülerin okulsuz, gazetesiz, en ufak bir şey olmaksızın aynı kültürel kimliğe sahip olup olamayacağını merak ediyorum.

Ortak bir şeyi paylaşanlar yalnızca rahiplerdi, zira onlar için gücün kaynağı inançtı. Kendi çıkarları yararına belli bir ortak kültür yaratmakla ilgilendiler. Ama bunlar kilise mensuplarıydı, merkezi otoritenin sahibi krallar değil.

Yani sizin için, bir ulus olarak bir halk fikri çok yeni öyle mi?

O konuda da birçok mit var. Bugün "İtalyan halkı" diyoruz çünkü İtalya'daki insanlar İtalyanca konuşuyor ama iki yüz yıl önce ne İtalyanlar ne de Fransızlar vardı. Fransa Kralı'nın tebaasının çoğu, "Fransız halkı" olduklarını bilmiyorlardı, Fransızca bilmiyorlardı. Bugün belirli bir bölgede yaşayan ve ortak bir dil olarak Fransızca konuşan insanlar için “Fransız” tabirini kullanıyoruz.

 
  • "Halk" kelimesinin günlük dile girişi, ortak bir kökene ve ortak bir dile sahip olan insan topluluklarını ifade etmek amacıyladır. Her iki durumda da bu Yahudilere tatbik edilemez; aynı kökene sahip değildirler ve aynı dili konuşmazlar.

Dünyadaki Yahudiler bir inancın çevresinde birleşirler. İnanç, modernite öncesi çok değerli olan teolojik bir temel ve günlük uygulamadır. Dua hayatın merkezindedir, kefaret orucu (Yom Kippur) tutmak önemlidir. Onların bir halk olmadığını söylemek, çağlar boyunca süregelen Yahudi kimliğinin önemini azaltmaz.

Yahudilerden bahsediyorsak, aynı şekilde Hristiyanlardan da söz etmeliyiz.

Evet. Orta Çağ'da "halk" kelimesi birçok varyasyonla kullanıldı, düzenli olarak "Hristiyan halk"tan bahsettik. Neyse ki bugün artık söz edilmiyor, en azından şimdilik. Avrupa'nın İslâm'a karşı birleşip birleşmeyeceğini bilmiyoruz, sonunda, yüz yıl içinde belki de "Hristiyan halk" terimini de yeniden kullanmaya başlayacağız. Şu anda buna müsaade edilmiyor.

“Halk” kavramının modern kullanımı, aynı laik kültüre sahip, ancak dinî olmayan bir insan grubuna işaret eder. Şahsi görüşüme göre bir ulus, kendileri üzerinde egemenlik talep eden bir halktır. Yahudilerin egemenliğe ihtiyacı yok çünkü Washington ve Paris'te yaşayabilmektedirler.

O halde "İsrail halkı" ndan söz edebilir miyiz?

Bu bir gerçek; Siyonizm Ortadoğu'da kültürel ve politik bir gerçeklik yaratmıştır. Evet, sınırlarını ve onlara ait olup olmama kriterlerini kabul etmesem bile bir "İsrail halkı"ndan bahsedildiğini kabul edebilirim. Üstelik acımasızca, adaletsizce ama bir fenomen olarak yarattılar bu gerçekliği.

Paradoks şu ki, "Yahudi halkı" bugün kendi kaderini tayin hakkına sahip muayyen bir İsrail halkının varlığını kabul etmek istemiyor. Hak iddia ettiği hiçbir toprağın sahibi değil ama diliyle, tiyatrosuyla, edebiyatıyla kendine tarihi bir kanıt yarattı ve şu an için egemen olmayı da talep etmektedir.

Bütün bu sınırları, bu kriterleri kabul etmiyorum. Onları Ortadoğu'yla, Filistinlilerle ortak bir zeminde buluşmak üzere dönüştürmek istiyorum. Ancak İsrail halkı denen bu Siyonizm meyvesinin varlığını kabul etmeliyim. Elbette bununla gurur duymuyorum, utandığım günler oluyor. Fakat şu bir gerçek ki, benim için İsrailli olmak başlangıç noktasıdır, varış noktası değil.

"Yahudi" olduğunu iddia eden laik insanlar, inançsızlar da var.

Onları inkâr etmiyorum. Hitler'den sonra birçok Yahudi, kimlikte Yahudi olarak kalmak istedi. Yahudilik soyundan gelen, dindar olmayan ve Yahudi olmak isteyenlerin bunu yapmaya hakları vardır. Başkalarının zararına kendini göstermediği sürece, öznel bir kimlikten asla şüphe duyulmaz.

Yahudi kökenli bir Sovyet yazar bir keresinde, yeryüzünde Yahudi karşıtlığı var olduğu müddetçe Yahudilerin de varlığını sürdüreceğini söylemişti. Hitler'den sonra bile Yahudiler arasında bir beraberlik olduğunu kabul ederim, çünkü Hitler zamanında Yahudi dayanışması yok denecek kadar azdı. Amerikan Yahudi’si, Avrupa'daki Yahudileri kurtarmak için seferber olmadı. 2. Dünya Savaşı'ndan önce de, 1. Dünya Savaşı'ndan önce de böyleydi bu; bir Alman Yahudi askeri, bir Fransız Yahudi askerini tereddüt etmeden öldürürdü.

Ancak bugün bir "Yahudi dayanışması" olduğunu iddia ediliyor.

Bugün Yahudi dayanışması var mı, hiçbir fikrim yok. Ama şunu gayet iyi biliyorum ki günümüzde İsrail hükümetinin politikalarıyla otomatik olarak dayanışma gösteren dünyadaki herhangi bir Yahudi topluluğu, Ortadoğu Yahudileri için, yani İsrail halkı için bir felakettir. İsrail’in ırkçı bir sömürgecilik politikasına öncülük etmesine izin vermenin, varlığımızı tehlikeye atacağına ve bize yönelik bir acımasızlık olacağına inanıyorum.

Özel hayatınızda bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Ben Yahudi kökenli bir İsrailliyim ve kökenlerimi inkâr etmiyorum. Büyükannem ve büyükbabam oldukça inançlı birer Yahudi’ydiler. Onları tanıma şansım olmadı çünkü Hitler tarafından öldürüldüler ama inançlı olduklarını biliyorum.

Ben öyle değilim, laik ve ateistim. Yahudi dini hiçbir zaman düşmanım olmadı. Öte yandan babam sinagoglara karşı çok genç yaşta başkaldırdı. Babası öldüğünde, anneannem sadece basit bir işçi olduğu için sinagogun arka sıralarına itildi.

Zenginler sinagogda her zaman ilk sırada yer almışlardır, onu isyan ettiren en temel meselelerden biri de bu. Ben dine daha az kızgınım, ona karşı çıkmak zorunda kalmadım, çünkü umurumda değil. Ben sadece dindar Yahudilerin Brooklyn'de yaşadıkları gibi İsrail’de de yaşayabilmelerini istiyorum.

Ancak Siyonizm, Yahudi olmak ya da olmamak gibi seçimlere yer bırakmaz. Ne gönül rızasıyla bu kimliği edinebilir, ne de onu terk edebilirsiniz. İsrail'de dahi kimliğe karşı çıkamazsınız zira kimin Yahudi olup olmadığını yazmak suretiyle kimlik içişleri bakanlığınca sınıflandırılmıştır.

Paris'te kimlik kartında "Yahudi" yazdığını farz et, ne skandal ama! Belçika'da nüfus cüzdanına "Mağrip" mi yazılıyor, hayır! İsrail’de 21. yüzyılın başına değil, 19. yüzyılın sonlarına ait bir kimlik politikasıyla yaşıyoruz.

Burada, işgal altındaki topraklarda yaşanan korkunç şeylerden bahsetmiyorum hayır, ister Arap olsun ister başkaları, İsrail'de yaşayıp da Yahudi olmayan vatandaşlardan söz ediyorum.

  • Avrupa'da insanlar İsrail'in bu ırkçı kimliklere sahip olduğunu pek bilmiyorlar. Pek çok iyi laik Yahudi bunu düşünmüyor çünkü siyasi çoğulculuk var, çünkü ifade özgürlüğü var, çünkü Shlomo Sand gibi kaçık bir Profesör Tel Aviv Üniversitesi'nde çalışabiliyor, o halde demokratik bir devlet bu! Ama hayır, devlet tüm yurttaşları için iyilik arayışında olmalıdır, modern demokrasinin temeli budur ve İsrail bu tavrı sergilemiyor.

Şayet tehcir hadisesi yaşanmadıysa ve Yahudi halkı diye bir şey yoksa tüm bu mit hangi maksatla uyduruldu?

Avrupa'da modern anti-Semitizmin yükselişine bir tepki olarak baş gösteren Siyonizm yüzünden. Hristiyanlaşmanın yükselişi, Yahudilere karşı var olan dinî nefreti ulusal nefrete dönüştürdü. Doğu Avrupa'da milliyetçilik Batı'dan çok daha güçlü ve ırkçıdır, Siyonizmi doğuran da odur ve onun bir yerde, Ortadoğu'daki sömürgeciliğini haklı çıkarmak adına bir mite ihtiyacı olacaktı: "Yahudi halkı" efsanesine.

Yahudi milliyetçiliğini ifade eden başka şeyler de vardı. Örneğin, bazıları Rus İmparatorluğu içinde bağımsız bir bölge inşa etmek istedi. 19. yüzyılın sonunda, o zamanlar Siyonist hareketten çok daha önemli bulunan kitlesel bir siyasi parti olan Bund da vardı. Rus İmparatorluğu'nda değilse de, iki savaş arasında Polonya'da bir miktar vardı. Bund'un ruhu, dil ve kültürel bir ifade olarak Yidiş'ti. Yani Yemen Yahudilerini kapsamıyordu ve Bund'un “Vaat Edilmiş Topraklar” diye bir miti yoktu, keza partinin buna ihtiyacı da yoktu. Polonya'da, Ukrayna'da, Rusya’da yaşama hakları olduğunu düşünerek doğdukları yerde kalmak istediler. Bu insanlar her zaman oradaydılar, sadece kültürel ve dilsel özerklik istiyorlardı.

Ama galip gelen Siyonizm oldu.

Ne yazık ki evet ve onların tedavi yöntemlerine karşı çıkmaya devam ediyorum. Terapide ben bir Siyonist değilim, başka bir halktan toprak çalmayı reddediyorum. Filistin'de bir Yahudi devleti kurma fikri, başkalarının haklarını inkâr etmektir.

Beni, İsraillilerin var olma hakkını inkâr etmekle suçlayan muhaliflerimin eline koz vermemek adına kendimi anti-Siyonist olarak tanımlamıyorum fakat kendimi Siyonist olarak da tanımlayamam. Çünkü Siyonist olmak antidemokratik olmak demektir, Yahudiler ile Yahudi olmayanlar arasındaki eşitliği inkâr etmektir, Yahudiler gibi devlet sahibi olma hakkını reddetmektir.

Siyonizm’i reddedenler genellikle 40-45 soykırımını da inkâr etmekle suçlanıyorlar.

Ben bir tanrı değilim, Naziler tarafından öldürülen altı milyon Yahudi'yi geri getiremem, bitti. Ancak belki Filistinli çocukları sağaltabilirim, geleceği kurtarmalıyız.

Elbette bu altı milyon önemli, Avrupa uygarlığı üzerinde kara bir leke, bunu açıklığa kavuşturalım ama Avrupa ne yaptı? Avrupa'daki bu anti-Semitizm trajedisinde hiçbir sorumluluğu olmayan diğer insanlardan Yahudileri kustu ve bugün, vicdan azabı çeken Avrupalılar, İsrail'in sömürgeleştirme politikasına karşı hoşgörülü davranarak, başkalarının pahasına bunu düzeltmeye çalışıyorlar. İsrail başka bir halkı eziyor ve özellikle de Gazze’de bunu korkunç koşullarda gerçekleştiriyor.

  • O halde evet, altı milyon kişi Avrupalıların hafızasına demir atmalıdır. Fakat İsrail’in hafızasından silinmemesi gereken ise Filistinlilerin korkunç bir şekilde sürgün edilmesi anlamına gelen "Nekbe" dir.

Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:

-Shlomo Sand, Yahudi Halkı Nasıl İcat edildi?, Doğan Kitap, İstanbul, 2011

-Shlomo Sand, Les mots et la terre. Les intellectuels en Israel (Kelimeler ve toprak: İsrail'in entelektüelleri), Fayard, Paris, 2006

Çeviri: Firdevs Yiğit

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

1 Yorum