
Düşünce krizi nedir?
Düşünce krizi tespiti, sadece bir hoşnutsuzluğun, haksızlığın, gidişat bozukluğunun fark edilmesi değildir, mevcut gidişatı değiştirmediğimiz sürece sorunun çözülemeyeceğinin kavranmasıdır.
Ömer Türker / Yeni Şafak
Hayatımızda düşüncenin etkin olmadığı hiçbir alan yok. Hem gündelik ihtiyaçlarımızın karşılanması hem de özel ilgiler, meslekler, uzmanlıklar düşünme gücümüzle mümkün oluyor. Düşünme gücüne sahip olmayan bir nesne zaten insan da olamaya-cağından insan olmak, zorunlu olarak düşünerek var olmayı gerektiriyor. Fakat düşünce kelimesini daha özel bir anlamda da kullanıyoruz: Bir döneme ve birçok dönemi içeren uzun bir sürece damgasını vuran sorunlar hakkında tefekkür etmek. Bu sorunlar hayata bakışımızı, insani dünyayı nasıl inşa edeceğimizi, kendimizden ve başkalarından beklentilerimizi ya da âlem ve Tanrı tasavvurumuzu derinden etkiler. Bu kabil sorunlar da kendi içinde epeyce farklılık arz eder. Sorunlar hakkında düşünmek mutlaka bir krizde olmayı gerektirmez. Çünkü büyük sorunlar, bir neslin diğer nesil adına düşünüp dosyayı kapatacağı meseleler değildir. Dolayısıyla her nesilde yeniden ele alınması, en azından mevcut birikimin ve birikime dair farkındalığın eksilmeye uğramadan nesilden nesle aktarılması gerekir. Fakat kriz zaman zaman herhangi bir alanda büyük sorunlar hakkında düşünme kabiliyetine sahip herkesin hissedeceği bir noktaya varır. Böyle durumlarda aslında düşünce krize düşer. Pekâlâ, bir düşünce krizini diğer kriz türlerinden ayıran nedir? Aşağıda bu soruya cevap olacak bir tarif yapacağım.
Eğer bir sorun, belirli bir dönemin hâkim anlayışı ve tavrı içinde çözülemeyecek seviyeye ulaşmışsa orada bir düşünce krizi var demektir. Yaşadığımız dönemden buna iki örnek vereyim.
Dünyada faizli kazanç üzerine kurulmuş bir iktisadi düzen var. İslam, Türkçeye faiz olarak tercüme ettiğimiz ribâyı yasaklıyor. İktisat hocaları mevcut faizin İslam’ın yasakladığı ribâ ile aynı olup olmadığı hakkında farklı kanaatlere sahip olabilir. Konumuz bu değil. Şayet İslam’ın yasakladığı ribâ, şu anda cari olan faize denk geliyorsa bir Müslüman için iktisadi düşünce krizde demektir. Zira mevcut iktisadi anlayış ve uygulamaların içinde kalarak bu sorunun çözülmesi mümkün değildir.
Yine klasik dönemde ahlâk düşüncesi, metafizik üzerine kurulur. Yunan felsefesinde ahlâkın zeminini metafizik araştırmalar oluşturduğu gibi ahlâklı bir yaşamın gayesi de esas itibariyle metafizik hedeflere ulaşmaktı. Aynı şekilde İslam dönemi nazariyatında ahlâk, felsefenin metafiziği yahut kelâm veya nazarî tasavvuf üzerine kuruluyordu. Bütün bunların gerisinde de nübüvvet inancı vardı. Ahlâklı bir yaşamın hem temelini oluşturan hem de ufkunu belirleyen şey, metafizik kavrayıştı. Yunan döneminde metafizik, İslam döneminde de felsefî metafizik, kelam ve nazarî tasavvuf dönemin üst bilimleriydi. Yani bunlar, bilimler hiyerarşisinin en üstünde bulunuyordu; insan merakının bir şekilde ilgilenip değerli bulduğu ama bilim kabul edilmeyen araştırma alanları değildi. Özellikle 18.ci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı bilim ve felsefesindeki gelişmeler, metafiziği bilim olmaktan çıkarıp bir araştırma alanına dönüştürdü. Süreç içinde ahlâk düşüncesi metafizik zeminini kaybetti. Geldiğimiz noktada hâkim bilim ve felsefenin içinde kalarak bu krizin aşılması mümkün görünmemektedir.
Örnekleri çoğaltmak hatta verilen örnekleri de tartışmak mümkün ama tarifin anlaşılması için bu kadarı yeter sanırım. Sadece düşünce kriziyle ilgili iki hususa dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi: Düşünce krizinin tespiti için ilgili alanda hâkim anlayış ve tavırların kabiliyet ve sınırlarına vakıf olmak gerekir. Bu sebeple düşünce krizi tespiti, sadece bir hoşnutsuzluğun, haksızlığın, gidişat bozukluğunun fark edilmesi değildir, mevcut gidişatı değiştirmediğimiz sürece sorunun çözülemeyeceğinin kavranmasıdır.
İkincisi: Düşünce krizlerinin çözümü, mevcut anlayış ve düzene aykırı görünen, onun dışına çıkıp çarkına çomak sokan, başarıları uğruna zehirleyici zayıf noktalarını görmezden gelmeyi engelleyecek ve insanları ayıltacak çözümlemeler yapan ve insanlara umut vadeden iyi hesaplanmış düşünce, yaklaşım ve stratejilere ihtiyaç duyar.
Özellikle on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda İslam dünyasındaki âlim ve aydınların uğraştığı sorunları bu ölçüye vurarak değerlendirmek mevcut krizlerimizin anlaşılması ve çözülmesinde nasıl bir birikim tevarüs ettiğimizi daha belirgin hale getirebilir.
HABERE YORUM KAT