
Diplomatik cehaletin Gazze’de derinleştirdiği kriz
Filistinli araştırmacı Said Elhaj, Trump’ın Gazze planının neden başarısızlığa mahkum olduğunu ve bu sürecin Filistinliler için doğurduğu ağır sonuçları analiz ediyor.
Said Elhaj/Fokusplus
Trump’ın Gazze Planı Neden Başarısız Olacak?
ABD başkanı Donald Trump bir ay önce Gazze’de bir ateş kes içeren önerisini ilan ettiğinde onu ‘barış planı’ olarak nitelendirip, Filistin meselesine adil bir çözün sunması noktasında çok iddialı bir söylem benimsemiştir. Halbuki daha ilk andan itibaren bunun bir barış planı olmadığı çok aşikardı.
Barış getirip getirmemesi bir yana, bu planın Trump’ın istediği doğrultuda başarılı olmayacağını ve olamayacağını düşünenlerdenim. Fakat maalesef bunun bedelini Filistinliler çok ağır ödedi, ödüyor ve ödemeye devam edeceğe benziyor.
Neden mi?
Bir kere, ABD Başkanı’nın planı yanlış bir kanaat veya düşünceden ortaya çıkmıştır: “İsrail savaşı kazandı ve Filistinliler kaybetti’’ yanlış izleniminden yola çıkarak, Filistinlilere birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonraki koşulsuz teslimiyet anlaşmalarına benzer şekilde adil olmayan ve taraflı bir dayatma öne sürmüştür. O yüzden, örneğin, soykırımı işleyen İşgal güçleri değil de ona maruz kalan Filistin tarafına teslim olma, silah bırakma ve tehdit teşkil etmeme gibi şartlar koşulmuştur.
Bununla birlikte, Trump’ın ekibi tecrübeli diplomatlardan değil, siyasetten uzak; bölge ile alakalı bilgi ve birikimden yoksunu olan iş insanlarından oluşuyor. Tecrübeli diplomatların onlarca yıldır başarısız kaldığı karmaşık dinamikli Filistin meselesinde bu cahil ama aynı zamanda güç sarhoşu olan siyasetçilerin başarısız kalacağını tartışmaya bile gerek görmüyorum.
Diğer yandan, esir takası içeren birinci aşamanın tersine, siyasi içeriği olan ikinci aşama ile alakalı maddeler, süre ve kural içermeyen, detaydan yoksun, genel cümlelerden oluşuyordu. Dolayısıyla, plan istikrarlı bir siyasi çözüm noktasında umutlu bir ufuk sunmuyordu ve zaten neredeyse bütün dünyanın istediği ve desteklediği Filistin devletinden bahsetmiyordu.
Ondan dolayı olmalı ki, ABD ile plana desteğini ilan eden sekiz Arap ve Müslüman ülke (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Ürdün, Türkiye, Pakistan ve Endonezya) arasında bir görüş ayrılığı ilk baştan vardı. Nitekim bu ülkeler plana ilk ilanını desteklerken bile şerh düşercesine ‘Filistin devleti’ vurgusunu yapmıştı. Daha sonra ise özellikle bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı zorunluluğunun altını çizerek ABD’yi buna sevk etti.
Son günlerde BMGK üye ülkelerine karar tasarısını sunduktan sonra gelen tepkiler sonucunda ABD ‘Filistinli bir devlet’e işaret eklemiştir, ama yine gerçekleşmesi zor olan ve kararı ABD’ye bırakılan koşullar ve ihtimaller silsilesi bunun ne kadar zor ve uzak ihtimal olduğunu göstermektedir.
Planın gerçeklerden uzak olduğunu ve başarısız olacağını gösteren özellikle iki tane konu vardır: Uluslararası güvenlik gücü ve Filisitinli direniş örgütlerinin silah konusu.

Uluslararası güvenlik gücü konusu İsrail’in isteği ve hedefleri doğrultusunda Gazze şeridi içinde Filistinli direniş örgütlerine karşı yetkiler ve sorumluluklar yüklenmiştir. Buna karşın Filistinlilerin ve diğer Arap ve Müslüman ülkelerin görüşü gücünün sadece barış gücü olması ve dolayısıyla iki taraf arasında konuşlanıp ateş kesi takip etme ve ihlalleri kaydetme sorumlulukları olması yönündeydi.
Tarihteki emsal çatışmalara bakıldığında benzer gücünün, savaşa müdahil olan güç olmadığından dolayı, ancak savaş tamamen bittikten sonra ya da çatışma sakinleştiğinde devreye girdiğini görürüz. Çatışma devam ederken sahada bulunmak, hele bir tarafa karşı güvenlik ve askeri görevleri istenirse, bu ülkeler için kendi halklarına açıklanması zor olan kayıplar vermek anlamına gelecek. Nitekim birçok ülke çatışmalar tamamen bitmeden Gazze’ye asker göndermeyeceğini açıkça belirtmiştir.
Silaha gelecek olursak, daha önce belirtildiği gibi Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarınca soykırımı işleyen değil ona maruz kalan taraf suçlu gösterilip silahını teslim etmesi isteniyor. Nitekim, sözü geçen sekiz ülkenin, ABD ile ortak basın açıklamasında, desteğini ilan ettiği değiştirilmiş BMGK karar tasarısında bile, işgal güçlerin Gazze’den gerçekleşmesi gereken aşamalı geri çekilme ‘terörist örgütlerinin silahı teslim etmesi’ gibi şartlara ve koşullara bağlanmıştır.
Burada istenen sadece İsrail’in güvenliğini temin etmek değil, direnişi bitirip direniş kavramını tamamen yasaklamaktır, ki sadece Hamas’ın değil bütün Gazze’nin silahsızlandırılması, tünellerin haritalarının deşifre edilmesi ve uzun vadede eğitim müfredatlarının bile değiştirilmesi istenmektedir.
Değil direniş örgütleri, hiçbir Filistinlinin, işgal devam ederken ve Filistin devleti kurulmadan, onları nispeten koruyan ve milli gurunu teşkil eden, silahın bırakılması veya teslim edilmesini kabul etmeyeceği kesin.
Peki, bu iki meselenin sonucu nedir?
İsrail işgal güçlerine, ateş kesi ihlallerine ve işgale devam etmesi ve insani yardımların girmemesine engel koymaya devam etmesi için sürekli bir bahane temin edip, ona ABD başkanı ve ekibi tarafından tam destek çıkmasıdır. Unutmayalım ki, işgal güçleri benzer bir bahane ile yüzden fazla hava saldırısında onlarca Filistinliyi şehit ettiğinde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio “bu bir ateş kesi ihlali değildir” açıklaması yaptığında, İsrail’in herhangi aşamada herhangi bahane ile benzer bir saldırıyı yapabileceğini şimdiden kabul edip onayladığını göstermiştir. Katar – Mısır – Türkiye üçlüsünden oluşan garantör ülkelerin adına da ‘onlar da onu ihlal olarak görmüyor’ gibi küstah ve haddini aşan bir demeç vermiştir.
Durum böyle olunca, İsrail’in istediği ve ABD’nin uyguladığı baskılar sırf Filistin tarafına işliyor. Ayrıca her aşamada Trump’ın ‘soykırım devam eder’ tehdidi öne sürülüyor.
Fakat unutulmaması gereken şey şudur; işgal güçleri çekilmezse, insani yardımlar engellenmeye devam ederse, insani kriz aynı şekilde devam eder hatta kış aylarında derinleşirse ve Filistinlilerden yapamayacakları teslimiyet istenirse iki ihtimallerden biri ile karşı karşıya kalacağımız kesin: Ya Trump Netanyahu’ya soykırıma ve etnik temizlemeye devam etmesi için tekrar yeşil ışık yakacaktır, ya da işgal güçlerinin ihlalleri sorgusuz ve yaptırımsız devam edecektir.
Her iki durumda da mantık ve hak gücünden değil güç mantığından ortaya çıkılan Trump’ın sözde ‘barış planı’ başarısız olacak, hemen şimdi ya da uzun vadede. Ama her iki durumda da ne yazık ki, bu başarısızlığın ve gecikmenin bedelini Filistinliler kendi can, ev, hayat, hak ve ülkelerinden ödemek zorunda bırakılıyorlar.
O yüzden, tam burada, garantör ülkeler başta olmak üzere, sekiz Arap ve Müslüman ülke dahil, bütün Arap ve Müslüman dünyasına tarihi bir görev ve sorumluluk düşmektedir. O da ellerindeki kartları ve araçları kullanıp Trump’a baskı uygulayarak planını daha adil, mantıklı, başarılı olabilecek; Filistinlilerin haklarını, mağduriyetini gözeten bir plan ve BMGK tasarısına çevirmektir. Aksi takdirde, soykırımın aynı şekilde veya daha yavaş ve sürekli hal alarak devam etmesi kaçınılmaz bir sonuç olacak. Bu da Filistin halkına ve kendi halklarına zor açıklanabilir bir olay olacak.











HABERE YORUM KAT