1. HABERLER

  2. HABER

  3. Davutoğlu: Her Bir Müslümanın Derdi Bizim Derdimiz
Davutoğlu: Her Bir Müslümanın Derdi Bizim Derdimiz

Davutoğlu: Her Bir Müslümanın Derdi Bizim Derdimiz

Dışişleri Bakanı Davutoğlu "Bu ramazanda bir taraftan gönlümüzün yarısı Filistin'de Gazze'de diğer yarısı Bağdat'ta Halep'te. Bu topraklardaki her bir Müslümanın derdi bizim derdimiz" dedi.

20 Temmuz 2014 Pazar 12:34A+A-

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde Conrad Otel'de düzenlenen "Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi" toplantısında yaptığı konuşmada, son 3-4 ramazanı zihninde canlandırdığını, 2011'de ramazan günü Şam'a yaptığı son ziyarette, Hama ve Humus'un Suriye rejiminin topları altında inlediğini, camilerin bombalandığını söyledi.

Davutoğlu, aynı ay içinde Somali'ye Başbakan'la gittiklerinde Müslüman bebeklerin açlıktan kıvrandığına, bir kısmının da öldüğüne şahit olduklarını belirterek, orada verdikleri karar üzerine Somali'dekiler için yardım kampanyası başlatıldığını, ellerinden gelen katkıyı yapmaya çalıştıklarını anlattı.

Birçok bölgede çatışmaların yoğunlaştığını ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"2014, bu ramazanda bir taraftan gönlümüzün yarısı Filistin'de, Gazze'de. Diğer yarısı Bağdat'ta, Şam'da, Halep'te, Musul'da, Basra'da, Kerbela'da, Necef'te. Hiçbir ayrım gözetmeksizin bu topraklardaki her bir Müslümanın derdi bizim derdimiz. Buradan kahraman Filistin halkını, Gazze halkını, verdikleri onur mücadelesi dolayısıyla bir kez daha selamlıyorum. Gazze'ye Kasım 2012'de gittiğimde yine çatışmalar, bombalar altında Gazze'ye girmiştik. O zaman nasıl büyük bir halk olduğunu, nasıl boyun eğdirilemeyeceğini, nasıl gönlünde büyük bir dünya taşıdığını bizzat müşahede etmiştim."

Filistin'de çocukların şehid edilmesi

Gittikleri Şifa hastanesinde, bir babanın kızının cesedine kapanıp ağlamasını unutamadığını belirten Davutoğlu, "Emin olun o anda kendi kızımın orada yattığını hissettim. Hiçbir fark yoktu. O yaşlarda benim de kızım vardı. Orada babasıyla kucaklaştığımda bütün bir İslam dünyası adına o kucaklaşmayı yaptığım hissiyatı vardı. Bütün İslam dünyası adına Myanmar'daki, Arakan'daki Müslümanlar, Somali'deki kardeşlerimle kucaklaşmam gibi. Hala gözümün önündedir o genç kızın cenazesi ve babasının hıçkırıkları. Babayı ailesiyle Ankara'da evimde misafir ettim" dedi.

Bir taraftan Gazze bombalanırken, diğer taraftan kendilerini Türk bayraklarıyla karşılayan Gazzelilerin kendilerine sarılıp "Allah sizden razı olsun. Myanmar'da sizi gördük, ne olur Arakan'a sahip çıkın" dediğini dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kendisi bombalar altında inlerken, kızlarını, evlatlarını şehit vermişken o Gazzeliler, kendi geleceklerinden çok Myanmar'daki Müslümanların geleceğiyle ilgileniyordu. Böylesine bilinçli bir halk bu ramazanda yine zulüm altında, yine baskılar altında. Ama yine boyun eğmiyor. Allah şahittir ki, o halk orada direnirken bize uyku haramdır, bize susmak haramdır. Çocuk bedenler orada yatarken kendi çocuklarımızı, onu hissetmeden bağrımıza basmak haramdır. Bütün çocuklar hangi mezhepten, hangi dinden, hangi etnik kökenden olursa olsun bizim itikadımızca masumdurlar. Onlara dokunulmaz. Ama öyle bir işgal ordusu var ki, öyle bir insafsız ve barbar yaklaşım var ki, o masum çocukları bulundukları yerde öldürmekte beis görmüyorlar."

Dün gece sabaha kadar bütün dünya liderleriyle, önemli diplomatik şahsiyetlerle temas halinde olduklarını, BM Genel Sekreteri'yle iki kez konuştuğunu, birçok dışişleri bakanıyla görüştüğünü belirten Davutoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ile de görüştüğünü anlattı.

Türkiye olarak BM Güvenlik Konseyi'ni, BM İnsan Hakları Konseyi'ni ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nı toplantıya çağırdıklarını, ancak bunların yetmediğini ifade eden Davutoğlu, "Bunların yetmediğini biliyoruz. Ama elimizden gelen bütün imkanları Filistin'deki bu zulmün durması için, bütün insanlar gibi Filistinli kardeşlerimizin de eşit ve onurlu insanlar olarak yeryüzünde yaşamaları için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Filistinli kardeşlerimizin birlik ve beraberliğini temin etmek için ne gerekiyorsa yapacağız" dedi.

"Ulema önemli görevler üstlenmeli"

Davutoğlu, İslam dünyasının geçmişte çok büyük benzer meydan okumalarla karşı karşıya kaldığını dile getirerek, "İslam dünyasına, kalbine Haçlılar, Moğollar, sömürge yönetimleri geldi. Her birinde biz bir olarak, beraber olarak, birlikte bunları aşmayı başardık ve İslam medeniyetinin şehirlerinin çok kültürlü, barış şehirleri olmasına özen gösterdik" ifadelerini kullandı.

İslam dünyasının geçmişte dış saldırılara karşı kendisini ulema sayesinde koruduğuna işaret eden Davutoğlu, ulemanın bugün de önemli görevler üstlenmesi gerektiğini dile getirerek, şöyle dedi:

"Bugünlerde susanlar, ne tarih karşısında ne de Rabbimiz karşısında hesap verebilir. Bizler, zulme karşı adaleti, ahlaksızlığa karşı ahlakı, küfre karşı imanı harekete geçirmiş bir medeniyeti inşa etmiş nesillerin çocuklarıyız, onların takipçileriyiz. Öyle bir yüzyılda yaşıyoruz ki, olduğu gibi devlet yapıları, kamu otoriteleri sarsılıyor. Birçok İslam beldesinde hakkı temsil eden, adaleti savunan siyasi otoriteler yok, zayıflamış ya da bu otoriteler tümüyle devreden çıktığı için bir kaos hakim. Yine toplumsal dokular zayıflıyor, parçalanıyor. Eskiden bir arada yaşamış olan aşiretler, Irak'ta hem Sünnileri hem Şiileri bünyesinde barındıran aşiretler parçalanıyor. Aileler parçalanıyor. Görülmemiş bir şekilde kardeş kardeşle düşman hale getiriliyor. Bağlar çözülüyor. Şimdi, bu kriz döneminde hepimizin tam bir basiretle bu bağları yeniden nasıl inşa edeceğimizi, etmemiz gerektiğini tefekkür etmemiz lazım."

Davutoğlu, İslam dünyasının yenilenerek, silkinmeye, ayağa kalkmaya, sorgulamaya ve yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu vurguladı.

"Bu dünyaya yeni bir ruh üflemek lazım"

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bugün biz Suriye'deki rejime ki geçmişinde bazı eleştiriler geldiğini görüyoruz. Sanki Türkiye şu veya bu mezhep mensuplarını destekliyormuş gibi. Hepinizin huzurunda söylüyorum. 7 sene ambargolar karşısında Esed yönetiminin yanında durmuşsak, ona her türlü yardımı yapmışsak, Batı ambargo uyguladığında, saldırı altında olduğunda komşumuz diyerek, onun mezhebine bakmadık. Sünni mi, Nusayri mi, Alevi mi diye bakmadık. Komşumuz ve kardeşimiz olarak baktık. Çünkü o zaman kendi halkını katletmiyordu. Nasıl o zaman öyle bakmamışsak, daha sonra kendi halkını katletmeye başladığında da tavsiyemizi dinlemediğinde, 'Gel bu zulmü yapma' dediğimizde ve oradan insanlar ülkemize geldiğinde yine mezhebine bakmadık. Sadece bir şeye baktık. Kendi halkına adaletle davranıyor mu? Hepimiz muhasebe yapmak durumundayız.

Nasıl Gazze'de dökülen kan bizim ciğerimizi yakıyor, nasıl Gazze'de yıkılan her minare sahip çıkmamız gereken mekan, nasıl vaktinde Bosna'daki her camiye sahip çıktık, şunu da sormak hakkımız. Kimin haddinedir, hangi mezhepten olursa olsun yüzlerce, binlerce camiyi Suriye'de hava bombardımanıyla yıkmak. Ya da binlerce insanı yetim bırakmak. Eğer bunu bir Sünni yapmış olsaydı ki geçmişte Saddam'a da o sebeple karşı çıkmıştık, ona da karşı çıkardık. Hiçbir ayrım göstermeden hepimizin adaleti ayağa kaldırması lazım."

Dünyanın en zengin ve en fakir ülkeleri listesinde Müslümanların üst sıralarda olduğunu söyleyen Davutoğlu, bunda bir yanlışlık olduğunu bildirdi.

O zaman yeni bir adalet anlayışının inşa edilmesi gerektiğini ifade eden Davutoğlu, "Eğer bu kadar Müslüman bu kadar açlık içindeyse o zaman bizim hesabını vermemiz gerekir" diye konuştu.

Herkesin siyasette ve ekonomik hayatta İslam dünyasında adaletin nasıl yeniden inşa edileceğini düşünmesi gerektiğini belirten Davutoğlu, sadece İslam dünyasının değil, bütün dünyanın krizde olduğunu kaydetti.

BM'nin doğru dürüst çalışamadığını, çözüm üretemediğini dile getiren Davutoğlu, "Dünya ekonomik sistemi krizleri çözemiyor. O zaman bu dünyaya yeni bir ruh üflemek lazım, o ruh bizde var. İstanbul sokaklarını dolaştığımda o ruhu görüyorum, Buhara sokaklarını dolaştığımda onu görüyorum, Halep, Saraybosna sokaklarında dolaştığımda o ruhu görüyorum. Biz o ruhu keşfedelim, o ruh üzerinde bugünkü küreselleşen ve yabancılaşan insan bireyine yeni bir çağrıda bulunalım. 'Gelin hep beraber kardeş olalım' çağrısında bulunalım. 'Nefret tohumları ekmek yerine muhabbet ekmek' çağrısında bulunalım. Ama insanlara bu çağrıyı yapabilmemiz için önce bizim kendi hayatımızda, şehirlerimizde, kendi mahallemizde, kendi ailemizde bunu yaşanır kılmamız lazım. Eğer Irak'ta bir hat üzerinde Müslümanlar çarpışıyorsa, eğer Suriye'de bu zulümler devam edip çatışmalar sürüyorsa, diğer birçok beldede bunlar yaşanıyorsa bu çağrıyı yapamayız. Gün toparlanma günüdür. Bütün insanlığa bir çağrıda bulunma günüdür" şeklinde konuştu.

"Bir şehri bir mezheple, bir etnik grupla adlandırdığınızda şehrin ruhunu öldürürsünüz"

Kendisini olağanüstü ızdıraba sevk eden en önemli kavram yozlaşmalarından birinin cihat kavramı olduğunu ifade eden Davutoğlu "İlim, ahlak, cihat, adalet... Bunlar İslam medeniyetinin temel zihinsel kavramları. Bunlar bozulursa, biz siyaset yapamayız. Bunlar yıkılırsa, biz İslam medeniyetini inşa faaliyetinden bahsedemeyiz. Eğer cihat kavramını, zulme karşı bir şekilde direnç olarak, nefsimizle cihat diyerek, kendi nefsimizle mücadele anlamında yorumlamazsak, aksine bir başka Müslümanı katlederken bunu cihat gibi görürsek, işte o zaman biz, insanlara hiçbir şey teklif edemeyiz. Bir Müslüman başka bir Müslümanı herhangi bir şekilde öldürürken bunun adına cihat diyemez. Bir zalime karşı direnişin adıdır cihat. İnsanın kendi nefsiyle mücadelesinin adıdır" diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, hangi etnik veya mezhebi kökenden gelinirse gelinsin, İslam'ın terörle anılmasına hep beraber karşı çıkmak ve aynı zamanda İslam'ın bir şiddet unsuru olarak kullanılmasına dayalı yaklaşımlara da set çekmek gerektiğini söyledi.

Kudüs'ün İslam asırlarında bütün dinlerin barış içinde yaşadığı bir şehir olduğunu belirten Davutoğlu, "Biz, Kudüs'ü terk ettiğimizde Kudüs kaosa girdi. İslam asırlarında Kudüs'te Haçlı seferleri dışında bir dini çatışma yaşanmadı. 400 yıllık Osmanlı asrında Kudüs'te tek bir dini çatışma yaşanmadı. Hristiyan mezhep mensupları dahi emanetlerini, kilisenin anahtarını, Müslüman bir aileye vererek düzen kurdular. Şimdi bir bu birikime bakın, bir bu derin anlayışa bakın, bir de Musul'a Sünni şehir, Basra'ya Şii şehir, Erbil'e Kürt şehir, Bağdat'a Sünni mi Şii mi olmak için savaştığımız şehir, Kerbela'ya Şii şehir dendiğini düşünün. Bu bize yakışır mı? Şehirlerin varlıkları ancak ve ancak her mezhebe, her etnisiteye açık olduğu zaman süregider. Bir şehri bir mezheple, bir etnik grupla adlandırdığınızda şehrin ruhunu öldürürsünüz."

HABER VAKTİM

HABERE YORUM KAT

1 Yorum