
Bu kadar ikiyüzlülük yeter: Soykırımı durdurmanın zamanı geldi
Geleneksel olarak İsrail'in müttefiki olan devletlerin tutumundaki bu ılımlı değişim, ahlaki bir uyanıştan ya da geçmişteki tutumlardan duyulan pişmanlıktan kaynaklanmıyor.
Middle East Monitor’de yayınlanan yazı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Tırmanan soykırım karşısında, resmi Batılı çevrelerden Netanyahu hükümetinin işlemeye devam ettiği suçları onaylamadıklarını ifade eden yumuşak ve değişmiş bir ton duyuyoruz. Bu suçların en dehşet verici olanları arasında açlık ve insani yardımın BM sistemi üzerinden girişinin engellenmesi ve işgal ordusunun gözetiminde Amerikan şirketleri aracılığıyla dağıtılmasında ısrar edilmesi yer alıyor. Ancak retorikteki değişim somut eylem seviyesine yükselmedi ve içerikten yoksun sadece sesler olarak kaldı.
Netanyahu ve ekibi 7 Ekim olaylarının ilk gününden itibaren soykırım yapma niyetlerini ortaya koymalarına rağmen, resmi Batı'nın işgali askeri, güvenlik, siyasi ve ekonomik her düzeyde nasıl desteklediğine tanık olduk. Hükümet başkanları ve bakanlar -katliamların arka planına rağmen- sözde “İsrail'in kendini savunma hakkını” teyit etmek için acele ettiler. İşgalci varlığa her türlü silah akarken, İngiltere Gazze üzerinde keşif uçuşları yaparak istihbarat operasyonlarında İsrail ile işbirliği yaptı. Bölgedeki askeri üsler olası bir sınır ötesi operasyon beklentisiyle takviye edildi.
Şimdi, daha önce işlenen suçlardan habersiz olduklarını varsaysak bile -uluslararası kuruluşların yirmi aydır bunları belgelemesine ve küresel medyanın bunları haber yapmasına rağmen- eğer zulmün boyutunu ve Netanyahu'nun çok ileri gittiğini daha yeni “keşfettilerse”, neden buna göre hareket etmediler? Neden silah ihracatının durdurulmasından başlayarak en asgari yaptırımları bile uygulamadılar? Yoksa her zaman bu oluşumu desteklemeye hazır oldukları halde, iş kurbanlara geldiğinde ve gerçekler belli zaman ve koşullar altında nihayet ortaya çıktığında, tepkileri memnuniyetsizlik ifadeleri ve öldürme, yerinden etme ve açlığa mahkûm etme olaylarını “düzenleme” çağrılarıyla mı sınırlı kalıyor?
Geleneksel olarak İsrail'in müttefiki olan devletlerin tutumundaki bu ılımlı değişim, ahlaki bir uyanıştan ya da geçmişteki tutumlardan duyulan pişmanlıktan kaynaklanmıyor. Gerçek şu ki Trump bu ülkelere Netanyahu'nun suçlarını eleştirmeleri için yeşil ışık yaktı çünkü Netanyahu, Trump'ın bölgesel gündemine meydan okuyan sıfır toplamlı bir politika benimsedi. Bu retorik değişimin zamanlamasını incelediğimizde, Netanyahu ile Trump arasında tamamen uzaklaşma noktasına varan bir sürtüşme yaşandığına dair haberlerin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra gerçekleştiğini görüyoruz.
Ayrıca bu ülkelerdeki güçlü Siyonist lobi, Netanyahu'nun politikalarını daha geniş kapsamlı Siyonist projeye yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Netanyahu'nun savaşı sürdürme ısrarı, derinleşen bir ekonomik krize, iç savaş riski taşıyan siyasi kutuplaşmaya, tersine göçün devam edeceğine dair artan korkulara ve Yemen'in Kızıldeniz'de seyrüsefere uyguladığı abluka ve Filistin'deki hedeflere fırlatılan füzeler nedeniyle küresel ticaret için yıkıcı sonuçlara yol açtı.
Bu güçler zerre kadar ahlaki vicdana sahip olsalardı, bu tarifsiz suçların devam etmesine izin vermezlerdi. İlk günden itibaren onları durdurmak için harekete geçerlerdi. İnsanları açlıktan öldürmek için çoğu çocuk ve kadın 160.000'den fazla insanın öldürülmesi ve yaralanmasından, uluslararası yardım çalışanlarının hedef alınmasından, hastanelerin ve kamu tesislerinin bombalanması ve tahrip edilmesinden, yerinden edilmiş kişilerin barınaklarının vurulmasından, geçişlerin kapatılmasından ve insani yardımın engellenmesinden daha fazlası mı gerekiyor?
Değişen tutumları, eski Başbakanlar Ehud Olmert ve Ehud Barak ile eski Savunma Bakanı Moshe Ya'alon gibi eski üst düzey İsrailli siyasetçilerin yaşananları etnik temizlik ve savaş suçu olarak nitelendiren açıklamalarının seviyesine bile ulaşmıyor. İsrail ordusunu Gazze'de çocukları sistematik bir şekilde öldürmekle suçlayan ve yorumları fırtınalar koparan Yair Golan gibi muhalif siyasetçilerin açıklamalarıyla da uyuşmuyor.
Tüm bu suçlar karşısında ve yirmi ay boyunca, bu ülkelerden hiçbirinin İsrail büyükelçilerini geri çağırdığını duymadık - İsrail askerlerinin Cenin şehrini ziyaret eden bir grup yabancı büyükelçiye ateş açması dışında. Ancak o zaman bu ülkelerden bazıları protesto amacıyla İsrail büyükelçilerini çağırdı. Aynı ülkeler, soykırıma son verilmesi çağrısında bulunan aktivistleri mümkün olan her şekilde bastırmaya devam etmekte, onları tutuklamak ve genellikle mahkemede başarısız olan suçlamalarda bulunmak için her kaydı izlemektedir.
Bu ülkelerin utanç verici tutumu, mağdurlar için mevcut tek adalet penceresi olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni de etkiledi. İşgalcilerin UCM'ye ve yargıçlarına karşı yürüttüğü kampanya ve Batı dünyasının bu şiddetli saldırı karşısındaki sessizliği, yargıçların kendilerinin ve ailelerinin güvenliğinden endişe etmelerine neden oldu. Kendilerine sunulan dosyaları ele alırken çok daha temkinli davranmaya başladılar. Netanyahu ve Gallant için tutuklama emri çıkaran mahkeme, şüpheliler listesi uzun olmasına rağmen yeni bir tutuklama emri çıkarmadı. Daha da kötüsü, Temyiz Dairesi, Savcılık Ofisi'nin daha önce İsrail'e Roma Statüsü'nün 18. Maddesi kapsamındaki suçları soruşturma fırsatı sunmadığı gerekçesiyle İsrail'in itirazını kabul etti.
Temyiz Dairesi tutuklama kararlarının iptalini reddederken, 18. Madde kapsamında yukarıda belirtilen itirazı kabul etmiştir. Bu durum, siyasi baskı altındaki yargıçların, kararı veren daireden 18. Madde koşullarının yerine getirilip getirilmediğini yeniden değerlendirmesini isteyerek manevra yapmaya çalıştıklarını düşündürerek derin endişelere yol açmaktadır. Ancak, İsrail yargısının işlenen çeşitli suçlara ilişkin gerçek bir ceza soruşturması yürütme konusunda ya isteksiz ya da yetersiz olduğunu gösteren çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Aslında, sadece 7 Ekim'den bu yana değil, 77 yılı aşkın bir süredir bu suçlara sürekli olarak meşruiyet kazandırmıştır.
Arap ve İslam ülkelerine gelince, onlar sahnede tamamen yoklar. Zirveler düzenlediler ve kararlar aldılar, ancak bu kararların hiçbiri uygulama ışığı görmedi - sanki devam eden katliam onlar için hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi. Batı'nın silik ton değişikliğini değerlendirerek bunu büyütmeleri ve ölümleri, yıkımı ve açlığı durdurmak için ortak bir pratik plan geliştirmeleri gerekirdi.
Arap ve İslam ülkelerinin ihaneti -özellikle de İsrail ile ilişkilerini normalleştiren rejimler tarafından- Netanyahu'nun soykırım savaşını sürdürme cesareti bulmasının başlıca nedeni olabilir. Batılı yetkililer hoşnutsuzluklarını dile getirip İsrail'e yaptırım uygulayacaklarını ima ederken, bir Arap rejimi aynı anda işgalle ortak askeri tatbikatlar yapıyor ve soykırımın baş sorumlusu olan hava kuvvetleri komutanına “Dostluk Madalyası” veriyor. Bu manzaralar karşısında İsrail'in Batı'nın baskısına karşılık vermesi nasıl beklenebilir?
Gözle görülebilecek kadar açık olan bu ihanet, İsrail'in kibrinin artmasına ve işlediği suçların yoğunlaşmasına neden oldu. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, hükümetin Batı Şeria'da 22 yeni yerleşim biriminin inşasına onay verdiğini açıklarken şunları söyledi:
“Bu, bize zarar vermeye ve bu topraklardaki hâkimiyetimizi zayıflatmaya çalışan terör örgütlerine verilen kararlı bir yanıttır. Aynı zamanda Macron ve arkadaşlarına da açık bir mesajdır: Onlar kâğıt üzerinde bir Filistin devletini tanıyor olabilirler ama biz burada Yahudi İsrail devletini kuruyoruz. Batı Şeria'daki yerleşimler güçlenirken ve İsrail büyüyüp zenginleşirken bu kâğıt tarihin çöp kutusuna atılacaktır. Bizi yaptırımlarla tehdit etmeyin; bize diz çöktüremeyeceksiniz ve biz de tehditlerinize boyun eğmeyeceğiz.”
Böylesine utanç verici bir korkaklık, yerleşik bir ikiyüzlülük ve hem Doğu'nun hem de Batı'nın bu tür durumlarda hukukun ve etiğin gerektirdiğini yapma konusundaki isteksizliği ya da yetersizliği karşısında, sözler eylemlerle eşleşene kadar baskı artmalıdır. Batı'nın duruşundaki herhangi bir retorik değişikliğe bakılmaksızın, Batı devam eden suçlarda suç ortağı olmaya devam etmektedir. Askeri, siyasi ve ekonomik destek olmasaydı Netanyahu yüzyılın suçu olan bu soykırımı gerçekleştiremezdi.
Şimdi gerekli olan, soykırımı durdurmak için -askeri güç gerektirse bile- kararlı bir müdahaledir; tıpkı ABD Başkanı Eisenhower'ın 1956'da Mısır'a saldırdıklarında en yakın müttefiklerine (İsrail, Fransa ve İngiltere) yaptığı gibi. İngiliz-Fransız vetosundan kaçınmak için Güvenlik Konseyi'ni atladı ve saldırıyı durdurmak için bir karar çıkarmak üzere Genel Kurul'a başvurarak “Barış için Birleşme” kararını aldı. Bu karar saldırganlığın sona erdirilmesini, işgalci güçlerin geri çekilmesini ve barışı koruma birliklerinin konuşlandırılmasını öngörüyordu.
Sahada somut bir eylem görene kadar - Eisenhower'ınki gibi ölüm ve yıkıma son veren bir duruş görene kadar - kimse Macron, Starmer ya da diğerlerinin söylemlerine ya da bir Filistin devletini tanıma niyetlerine kanmayacaktır. Bunlar boş laflar. Zaman daralıyor. Artık soykırımı durdurmak için harekete geçme zamanı gelmiştir. Halkı yok edilirken, aç bırakılırken ve yerinden edilirken, çığlıklar yükselirken ve gürültü artarken, toprağı ve halkını kurtarabilecek tek bir adım atılmadan bir devleti tanımanın hiçbir anlamı yoktur.








HABERE YORUM KAT