1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. B’Tselem Raporu: “Bunun Adı Apartheid”
B’Tselem Raporu: “Bunun Adı Apartheid”

B’Tselem Raporu: “Bunun Adı Apartheid”

İsrailli insan hakları kuruluşu B'Tselem'in çok konuşulan raporunun tamamı İsmail Yılmaz'ın çevirisiyle Haksöz Haber'de!

20 Mayıs 2021 Perşembe 11:54A+A-

Bu belge; İsrail rejimine rehberlik eden ilkeleri ortaya koymakta, rejimin bu esasları nasıl uyguladığını göstermekte ve bu çıkarımlarla birlikte, rejimin nasıl tanımlanması gerektiğine, bunun insan hakları için ne anlama geldiğine dair nihai noktaya işaret etmektedir.

İsrail, toprağın yalnızca Yahudi halkının yararına olan bir kaynak olduğu düşüncesinden hareketle bölgeyi "Yahudileştirme" politikasından geri durmuyor. Toprak, mevcut Yahudi topluluklarını geliştirmek, genişlemelerine imkân sağlamak ve yenilerine alan açmak için kullanılıyor.

İsrail, Filistinlileri mülksüzleştirip küçük ve dar yerleşim bölgelerine sürerken, milyonlarca dönümlük araziye el koymakta ve yalnızca Yahudi toplulukları meydana getirerek tüm alanı dizayn etmektedir.

Yahudi üstünlüğü artık temel hukukta kutsal sayılıyor ve bu da onu bağlayıcı bir anayasal ilke haline getiriyor. Bu, İsrail kontrolündeki bölgede tüm devlet kurumlarına Yahudi üstünlüğünü yalnızca uygulayabileceklerine değil, aynı zamanda herkesi buna teşvik etmeleri gerektiğine de işaret ediyor.

İsrailli insan hakları kuruluşu B'Tselem'in çok konuşulan raporunun tamamı A. İsmail Şenbaş çevirisiyle Haksöz Haber'de!


B’Tselem / 12 Ocak 2021 

HAKSÖZ DERGİSİ / İsmail Yılmaz

Yahudi Üstünlüğünü Hâkim Kılma Arzusundaki Bir Rejim: Bunun Adı Apartheid1

Kabaca yarısı Yahudi, yarısı Filistinli olmak üzere 14 milyondan fazla insan, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında tek bir yönetim altında yaşıyor. Kamusal, siyasi, hukuki ve medyatik söylemde var olan ortak eğilim, bu alan içerisinde Yeşil Hat ile ayrılmış iki ayrı rejimin yan yana faaliyet gösterdiği yönündedir. Bu iki rejimden ilki, egemen İsrail Devleti sınırları içinde tamamı İsrail vatandaşı olan yaklaşık dokuz milyon nüfusa sahip muhkem/kalıcı bir demokrasidir. İsrail'in 1967'de, yönetimi ele geçirdiği topraklarda nihai statüsünün müstakbel müzakerelerde belirlenmesi beklenen diğer rejim, yaklaşık beş milyon Filistin tebaasına dayatılan geçici bir askerî işgaldir.

Gün geçtikçe, iki yönetim arasındaki ayrım gerçekliğini yitirdi. Ki bu durum, 50 yıldan fazla bir süredir devam ediyor. Yeşil Hat'ın2 doğusundaki daimi yerleşim birimlerinde yüz binlerce Yahudi yerleşimci, adeta hattın batısındaymış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Doğu Kudüs İsrail’in egemen topraklarına resmen ilhak edilirken, Batı Şeria da pratik olarak ilhak edilmiş durumda. Burada en mühim nokta, bu ayrımın, Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki tüm bölgenin tek bir amaca hizmet ettiği gerçeğini gizlemesi: Bir grubun (Yahudilerin),  diğerine (Filistinlilere) üstünlüğünü daha ileri noktalara taşımak ve kavi kılmak. Bu değerlendirmelerden yola çıkılırsa bütün bunlar bizi temel anlamda aynı esası destekleyen iki paralel rejim olmadığı kanısına götürür. Tüm alanı ve bu bölgede yaşayan insanları tek bir örgütlenme ilkesini temel alarak idare eden tek bir rejim var.

e0iuo-vxmaquhrb.jpg

B'Tselem3 1989'da kurulduğunda, etki alanımızı Batı Şeria (Doğu Kudüs dâhil) ve Gazze Şeridi ile sınırlandırdık ve 1948'de kurulan İsrail Devleti içinde insan hakları konusunda fikir beyan etmekten ya da Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki bölge hususunda tümüyle bütünlüklü bir yaklaşım benimsemekten kaçındık. Ancak durum değişti. Rejimin örgütlenme ilkesi, Anayasa’da son yıllarda belirginlik kazandı: İsrail, (Yahudi Halkının) Ulus Devleti 2018'de kabul edildi. 2020'de de Batı Şeria'nın bazı kısımlarının resmen ilhak edilmesine ilişkin açık beyanatlar mevcut. Yukarıda tanımlanan gerçeklerle birlikte ele alındığında bu, işgal altındaki topraklarda yaşananların artık İsrail’in kontrolü altındaki tüm bölgede bütün çıplaklığıyla ortada olduğunu ve bundan bağımsız ele alınamayacağını belirtmektedir. Son yıllarda bu hali tanımlamak için başvurduğumuz “uzamış işgal”, “tek devletli gerçeklik” gibi terimler artık kifayetsiz kalmaktadır. İnsan hakları ihlalleriyle mücadeleyi gereği gibi sürdürmek için, tüm alanı domine eden rejimi incelemek ve tanımlamak esastır.

Bu makale, İsrail rejiminin, kontrolü altındaki tüm bölgede gayelerini ileriye taşımak için nasıl çaba gösterdiğini incelemektedir. Tabiî ki Filistinlilere ve Yahudilere veya eski Güney Afrika rejimine ilişkin tarihsel bir inceleme veya değerlendirme yapmıyoruz. Bunlar önemli sorular olsa da aslında bir insan hakları kuruluşunun kapsamının dışındadır. Daha ziyade bu belge; rejime rehberlik eden ilkeleri ortaya koymakta, rejimin bu esasları nasıl uyguladığını göstermekte ve bu çıkarımlarla birlikte, rejimin nasıl tanımlanması gerektiğine, bunun insan hakları için ne anlama geldiğine dair nihai noktaya işaret etmektedir.

Böl, Parçala, Yönet

İsrail rejimi, Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki bölgede, bir kesimin (Yahudilerin) diğeri (Filistinliler) üzerindeki üstünlüğünü pekiştirmek için kanunlar ve planlı uygulamalar ile devlet şiddetini hayata geçirmektedir. Bu hedefe ulaşmanın temel yöntemlerinden biri, her grup için alanı farklı bir şekilde tasarlamaktır. İsrail’in bu emeline ulaşmak için izlediği kilit yöntemlerden biri bölgedeki her kesim için farklı bir mühendislik çalışması yürütmektir.

Yahudi vatandaşlar (Gazze hariç) sanki tüm alan yegâne/tek bir yermiş gibi yaşıyorlar. Yeşil Hat onlar için neredeyse hiçbir şey ifade etmiyor. Onların, İsrail’in egemen olduğu yani ülkenin batısı veya resmî olarak İsrail’e bağlı olmayan yerleşim yerlerinde yani ülkenin doğusunda yaşamlarını sürdürmeleri ne statüyle ne de kazanılmış bir hak ile izah edilebilir.

Tabi, Filistinlilerin nerede yaşadığı da çok önemli. İsrail rejimi, Filistinliler için farklı hak tanımları belirleyerek bölgeyi başka bir biçimde tanımladığı ve yönettiği birkaç birime ayırdı. Bakınız bu bölünme yalnız Filistinlilere has. Yahudiler için muttasıl olan bu coğrafi alan, Filistinliler için parçalanmış bir mozaiktir:

  • 1948'deki tanıma göre, İsrail egemenliğindeki topraklarda yaşayan Filistinliler (bazen İsrailli Araplar olarak adlandırılırlar) İsrail vatandaşıdır ve tüm yurttaşların %17'sini oluştururlar. Bu statü onlara pek çok hak tanımakla birlikte, (bu makalede detaylı bir şekilde üzerinde durulduğu gibi) ne yasa ne de uygulama yoluyla Yahudi vatandaşlarla aynı haklara sahiptirler.
  • Yaklaşık 350.000 Filistinli, İsrail'in 1967'de topraklarına kattığı 70.000 dönümden [1 dönüm = 1.000 metrekare] oluşan Doğu Kudüs'te yaşıyor. Bu Filistinliler, İsrail'in daimi sakini olarak tanımlanıyorlar. Özel izinlere ihtiyaç duymadan İsrail'de yaşama ve çalışma, sosyal yardım alma, sağlık sigortasına sahip olma ve belediye seçimlerinde oy kullanma hakkını elde ettikleri bir statüye sahipler. Ancak bu süresiz oturum hakkı, vatandaşlığın aksine, tamamen İçişleri Bakanı’nın takdirine göre herhangi bir zamanda iptal edilebilir. Hatta belirli durumlarda süresi de dolabilir.
  • İsrail, Batı Şeria'yı resmen ilhak etmemiş olsa da bu topraklara sanki kendisininmiş gibi muamelede bulunuyor. 2,6 milyondan fazla Filistinli tebaa Batı Şeria'da, birbirinden kopuk ve alakasız onlarca yerleşim bölgesinde, katı askerî yönetim altında ve siyasi haklardan yoksun yaşıyor. Ek olarak İsrail, bölgenin yaklaşık %40'ında bazı sivil yetkileri Filistin Yönetimine devretti. Bununla birlikte, Filistin Yönetimi hâlâ İsrail'e tâbidir ve sınırlı yetkilerini ancak İsrail'in rızasıyla kullanabilir.
  • Gazze Şeridi, siyasi hakları inkâr edilen yaklaşık iki milyon Filistinliye ev sahipliği yapıyor. 2005 yılında İsrail, güçlerini Gazze Şeridi'nden çekmiş, orada kurduğu yerleşim yerlerini dağıtmış ve Filistin halkının kaderi için her türlü sorumluluktan vazgeçmiştir. 2007'de Hamas'ın yönetimi devralmasından sonra İsrail, Gazze Şeridi'ne halen yürürlükte olan ablukayı uygulamaya koymuştur. İsrail, günümüze kadar, Gazze'deki hayatın neredeyse her alanını dışarıdan kontrol etmeye de devam etmiştir.

İsrail, Filistinlilere bu birimlerin her birinde değişik haklar demeti sunuyor. Bunların tümü, Yahudi vatandaşlara tanınan haklardan daha bayağı ve değersiz. Yahudi üstünlüğü düşüncesi bölgedeki her birimde farklı bir şekilde boy göstermekte ve sonuç itibariyle de ortaya çıkan adaletsizlik biçimleri de birbirinden farklılaşmaktadır: Abluka altındaki Gazze'de Filistinlilerin yaşadıkları, Batı Şeria'daki Filistinli tebaanın, Doğu Kudüs'teki Filistinli sakinlerin veya İsrail'in egemenliği altındaki topraklarda yaşayan Filistinli vatandaşlarınkinden farklıdır. Zira İsrail yönetimi altında yaşayan tüm Filistinlilere, aynı bölgede yaşayan Yahudilere nazaran haklar ve statüler bakımından daha aşağı muamele edildiği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Aşağıda, İsrail rejiminin Yahudi üstünlüğünü ileri safhalara taşımak için başvurduğu dört ana yöntem detaylı bir şekilde izah edilmiştir. Bunlardan ikisi tüm bölgede aynen tatbik ediliyor: Yahudi olmayanların göçüne mani olmak ve Filistinlileri küçük yerleşim bölgelerine sürerek Filistin topraklarını sadece Yahudi toplulukları inşa etmek için ele geçirmek. Diğer ikisi de esas olarak işgal altındaki topraklarda uygulanıyor: Vatandaş olmayan Filistinlilerin hareket alanları katı bir biçimde sınırlandırılıyor ve onların siyasi hakları yok sayılıyor. Tüm yönleriyle hayatı kabzetmiş bir İsrail ile yüz yüzeyiz. İsrail; nüfus sicili, arazi tahsisi, seçmen listeleri ve onların hakları (genelde reddedilen), bölgenin herhangi bir yerinden başka bir yerine seyahat etme, girişler ve çıkışlar üzerinde tek ve yek bir güce sahiptir.

A) Göçmenlik (Yalnızca Yahudiler İçin)

Dünyadaki herhangi bir Yahudi ve onun çocukları, torunları ve eşleri, herhangi bir zaman içerisinde İsrail'e göç etme ve buna mukabil haklarıyla birlikte İsrail vatandaşlığı alma hakkına sahiptir. Resmî olarak İsrail’in egemen olduğu topraklara dâhil edilmemiş bir Batı Şeria meskeninde yaşamayı seçseler dahi bu statüyü kazanabiliyorlar.

Aksine, Yahudi olmayanların İsrail kontrolündeki bölgelerde yasal statü hakkı yok. Statü verme, neredeyse tamamen yetkililerin, egemen İsrail içinde İçişleri Bakanı veya işgal altındaki topraklardaki askerî komutanın inisiyatifinde. Bu resmî ayrıma rağmen, örgütlenme ilkesinde bir değişiklik yok. Diğer ülkelerde yaşayan Filistinliler, kendileri, ebeveynleri veya büyükanne ve büyükbabaları Filistin’de doğup yaşamış olsalar bile Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki bölgeye göç edemiyorlar. Filistinlilerin İsrail'in kontrolündeki bölgelere göç edebilmesinin tek yolu; hâlihazırda orada yaşayan, vatandaş olan ya da ikameti olan bir Filistinli ile evlenmek, bir dizi şartı yerine getirmek ve tabiî ki İsrail'in onayını almaktır.

İsrail sadece Filistinlilerin göçünü engellemekle kalmıyor, aynı zamanda herhangi bir değişimde, farz-ı muhal, statünün yükselmesi durumunda Filistinlilerin birimler arasında yer değiştirmesine de sekte vuruyor. Sözgelimi, İsrail'in Filistinli vatandaşları ya da Doğu Kudüs mukimleri, istedikleri zaman Batı Şeria'ya taşınabilirler (bunu yaparken haklarını ve statülerini riske atsalar bile). Ancak işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler, İsrailli yetkililerin onayına bağlı olan çok ender durumlar dışında, İsrail’in egemen olduğu topraklara taşınamaz ve İsrail vatandaşlığı alamazlar.

İsrail’in aile birleşimi politikası bu prensibi açıkça ortaya koymaktadır. İsrail rejimi yıllardır aileleri her eşin farklı bir coğrafi birimde yaşadığı sayısız engelle karşı karşıya bırakmıştır. İsrail rejimi bir zaman sonra, Filistinlilerin başka bir birimde olan Filistinli ile evlenmesi, o birimde statü kazanmasına engel çıkarmaya başladı. Bu politikanın bir sonucu olarak on binlerce aile birbirlerinden ayrı yaşadılar. Eşlerden biri Gazze Şeridi'nde ikamet ediyorsa İsrail, ailenin orada birlikte yaşamasına izin veriyor. Ancak diğer eş Batı Şeria'da ikamet ediyorsa ve burada yaşamak istiyorlarsa İsrail bunu reddediyor ve kalıcı olarak Gazze'ye taşınmalarını istiyor. 2003 yılında İsrail Meclisi Knesset, diğer ülkelerin vatandaşlarına sunduğu ayrıcalığın aksine işgal altındaki topraklarda yaşayan bir Filistinlinin bir İsrailli ile evlenmesinden sonra verdiği kalıcı ikamet hakkını iptal eden bir geçici karara (halen yürürlükte olan) imza attı. İçişleri Bakanı tarafından onaylanan istisnai durumlarda, Batı Şeria'dan bir Filistinli bir İsrailli ile evlenirse ona İsrail'de statü verilebilir ancak bu geçici bir durumdur ve sosyal yardımdan faydalanamaz.

İsrail, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin (Doğu Kudüs dâhil) doğdukları yerde hayatlarını idame ettirmelerini zorlaştırıyor ve bu hakkı sabote ediyor. İsrail, 1967'den bu yana Batı Şeria (Doğu Kudüs dâhil) ve Gazze Şeridi'ndeki 250.000 Filistinlinin statüsünü, bazı durumlarda üç yıldan fazla bir süredir yurtdışında yaşadıkları gerekçesiyle iptal etti. Buna, evlerinin kilometrelerce doğusundaki Batı Şeria'nın resmî olarak ilhak edilmemiş kısımlarına taşınan binlerce Doğu Kudüs sakini de dâhildir. Bu insanların doğup büyüdükleri evlerine ve ailelerine dönme hakları da ellerinden alındı.

B) Filistinlileri Kuşatılmış Bölgelere Doldururken Yahudiler İçin Toprakları Ele Geçirme

İsrail, toprağın yalnızca Yahudi halkının yararına olan bir kaynak olduğu düşüncesinden hareketle bölgeyi "Yahudileştirme" politikasından geri durmuyor. Toprak, mevcut Yahudi topluluklarını geliştirmek, genişlemelerine imkân sağlamak ve yenilerine alan açmak için kullanılırken, Filistinliler mülksüzleştiriliyor ve küçük bir ağıla doldurulur gibi yerleşim bölgelerinde toplanıyorlar. Bu politika, 1948'den beri İsrail’in egemen olduğu topraklarda ve 1967'den beri işgal altındaki topraklardaki Filistinlilere yönelik uygulanmaktadır. Mezkûr prensip 2018 Anayasasında tahkim edilmiştir: Yahudi Halkının Ulus Devleti İsrail. “Devlet, Yahudi yerleşimlerinin kalkınmasını milli bir kıymet olarak görür ve böyle bir yerin kurulmasını ve güçlendirilmesini teşvik etmek ve buna ön ayak olmak için harekete geçer.”

İsrail, egemen olduğu topraklarda ayrımcılık niteliği olan yasalar çıkarmaktadır. Bunların belki de en önemlisi “Sahipsiz Mülkiyet Yasası”dır. Sakinleri 1948'de sınır dışı edilen veya kaçan ve geri dönmeleri yasaklanan Filistinli toplulukların sahip olduğu milyonlarca dönüm toprak ve geniş arazilerin kamulaştırılmasına izin verildi. İsrail, an itibariyle ülkenin toplam alanının %3'ünden de azına erişim imkânı olan, Filistin yerel konseyleri ve toplulukları için ayrılmış alanları da önemli ölçüde azalttı. Belirtilen bu arazinin çoğu inşaata zaten doymuş durumda. Sonuç olarak İsrail’in egemen olduğu topraklardaki arazilerin %90'ından fazlası şu anda devlet kontrolü altında.

İsrail, Filistinli vatandaşların bir tanesine bile reva görmediği bu toprakları, yüzlerce Yahudi vatandaşa peşkeş çekti. Bunun belki bir istisnası, mülkiyet haklarının çoğundan mahrum bırakılan Bedevi nüfusunu konsantre edebilmek için inşa edilmiş bir avuç kasaba ve köydür. Bedevilerin yaşadıkları arazilerin çoğu kamulaştırılmış ve devlet arazisi olarak tescil edilmiştir. Birçok Bedevi topluluğu ve sakinleri de "kabul görmeyen" ve "işgalci" olarak nitelendirilmiştir. İsrail, tarihsel olarak Bedeviler tarafından işgal edilen topraklarda yalnızca Yahudi toplulukları inşa etmiştir.

İsrail rejimi, egemenliği altındaki topraklarda Filistinlilere kalan küçük bir kısımda dahi inşaat yapmayı ve kalkınmayı ciddi şekilde kısıtlıyor. Ayrıca nüfusun ihtiyaçlarına tekabül eden imar planları hazırlamaktan da geri duruyor. Nüfus artışına rağmen, bu kitlenin yetki alanlarının gelişimini engelliyor. Bu, izinsiz inşa etmekten başka seçeneği olmayan mukimlerden oluşan küçük ve kalabalık yerleşim bölgelerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.

İsrail ayrıca ülke genelinde Filistinli toplulukların başvurularını "kültürel uyumsuzluk" gerekçesiyle reddetmesine olanak sağlayan bir yasayı kabul etti. Bu, Filistinli vatandaşların Yahudiler için belirlenmiş alanlarda yaşamasını ciddi bir şekilde engelliyor. Resmî olarak herhangi bir İsrail vatandaşı ülkenin herhangi bir şehrinde yaşayabilirken; Filistin vatandaşlarının sadece %10'u bu esnekliğe sahip. Bu durumda bile, dinî eğitim ve diğer hizmetlerin yetersizliği, şehrin diğer bölgelerinde bir ev satın almanın fahiş maliyeti veya arazi ve ev satışlarında ayrımcı uygulamalar nedeniyle genellikle farklı mahallelere sürülüyorlar.

İsrail rejimi, 1967'den beri (Doğu Kudüs dâhil) Batı Şeria'da aynı örgütlenme ilkesini sürdürüyor. Tarım arazileri ve otlaklar da dâhil yüz binlerce dönüm arazi, çeşitli bahanelerle Filistin tebaasının elinden alındı. El koyulan bu yerleşim yerleri, tarım arazileri ve sanayi bölgeleri, Yahudilere yerleşim yerleri oluşturmak ve var olan yerleşim yerlerini genişletmek için kullanıldı. Tüm yerleşim yerleri, Filistinlilerin izinsiz girmesinin yasak olduğu kapalı askerî bölgelerdir. İsrail şimdiye kadar Batı Şeria'da (Doğu Kudüs dâhil) 280'den fazla yerleşim yeri kurdu ve bu yerleşim yerleri şu anda 600.000'den fazla Yahudi’ye ev sahipliği yapıyor. Ayrıca bu yerleşimciler için yüzlerce kilometre yan yol inşa etmek amacıyla daha fazla arazi alındı.

İsrail, Batı Şeria'daki Filistinlilerin inşaat yapmalarını ve kalkınmalarını önlemek için ayrı bir planlama sistemi tesis etti. Buna göre; devlet arazisi, doğa rezervi veya milli park ilan edilen geniş arazi parçaları inşaat için uygun değildir. Yetkililer ayrıca en asgari toprağın bırakıldığı Filistinli toplulukların mevcut ve gelecekteki ihtiyaçlarını yansıtan elverişli imar planları hazırlamaktan da imtina ediyor. Ayrı planlama sistemi ise seçenek yetersizliğinden dolayı burada izinsiz inşa edilen yapıların yıkılmasını önceliyor. Tüm bu saydıklarımız, Filistinlilerin, nüfusun yoğun olduğu yerleşim bölgelerinde hapsedildiğine işaret etmektedir. Bunların dışındaki kalkınma hamleleri de neredeyse tamamen yasaklandı.

C) Filistinlilerin Hareket Özgürlüğünün Kısıtlanması

İsrail, Yahudi ve Filistinli vatandaşlarına ve sakinlerine bölgenin tümünde özgürce seyahat etme izni veriyor. Tabi birkaç istisna var. Bunlar, “düşman bölge” olarak tanımladığı Gazze Şeridi'ne giriş yasağı ve görünüşte Filistin Yönetiminin sorumluluğu altındaki bölgelere (çoğunlukla resmî) giriş yasağıdır (A Bölgesi). Filistin vatandaşlarının veya sakinlerinin Gazze'ye girmesine nadir durumlarda izin verilmektedir.

İsrail vatandaşları da diledikleri zaman ülkeden ayrılabilir ve tekrar girebilirler. Bunun aksine, Doğu Kudüs sakinleri İsrail pasaportlarına sahip değiller ve uzun süre boyunca bulunmaları gereken yerde bulunmamaları statülerinin feshedilmesiyle sonuçlanabilir.

İsrail, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin hareketlerini rutin olarak kısıtlıyor ve genellikle onların birimler arasında hareket etmelerini yasaklıyor. Diğer taraftan, Doğu Kudüs veya Gazze Şeridi'ne girmek isteyen Batı Şerialı Filistinlilerin İsrail yetkililerine başvurması gerekiyor.

2007'den beri ablukada olan Gazze Şeridi'nde, nadiren insani yardım olarak tanımladığı haller dışında İsrail'in her türlü hareketliliği yasaklaması nedeniyle tüm nüfus hapsedilmiş durumda. Gazze'den veya Filistin’in diğer bölgelerinden ayrılmak isteyen Filistinlilerin İsrail yetkililerine özel bir izin başvurusu yapmaları gerekiyor. İzinler tedbiri elden bırakmadan veriliyor, şeffaflıktan ve net kurallardan yoksun katı ve keyfi bir mekanizma veya izin sistemi yoluyla elde edilebiliyor. İsrail için, bir Filistinliye verilen herhangi bir izin, kazanılmış bir hak değil aksine bir lütuftur.

Batı Şeria'da İsrail, Filistin yerleşim birimleri arasındaki tüm yolları kontrol etmektedir. Bu da ordunun uçuş kontrol noktaları oluşturmasına, köylere erişim noktalarını ve ana yolları kapatmasına ve kontrol noktalarından geçişi dilediği zaman durdurmasına imkân tanıyor. Dahası İsrail, Batı Şeria içerisinde bir ayrım duvarı inşa etmiş ve bu duvar ile Yeşil Hat arasında sıkışmış tarım arazileri de dâhil olmak üzere Filistin topraklarını "damar/dikiş bölgesi" olarak nitelemiştir. Batı Şeria'daki Filistinlilerin aynı izin mekanizmasından geçmeden bu bölgeye girmesi de yasaktır.

İşgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin de yurt dışına çıkmak için İsrail'in iznine ihtiyacı var. Kurala göre İsrail, Filistinlilerin, egemenlik alanı içinde yer alan Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nı kullanmalarına izin vermiyor. Batı Şerialı Filistinliler de Ürdün'ün uluslararası havaalanından uçmak zorundalar. Ancak bunu da eğer İsrail, sınırdan (Ürdün’e) geçmelerine izin verirse yapabilirler. Gelgelelim sınırı geçmek için iletilen binlerce talep İsrail tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin reddediliyor. Gazzeli Filistinliler de açık olması koşuluyla Mısır kontrolündeki Refah Kapısı’ndan geçmek zorundalar. Mısırlı yetkililer Gazzelilerin geçmelerine izin verirse Mısır topraklarında uzun bir yolculuğa çıkabilirler. Nadir istisnalar dışında İsrail, Gazzelilerin Batı Şeria'ya ulaşıp oradan Ürdün'e ve oradan da istedikleri yere gitmek için egemenlik topraklarından geçmelerine müsaade etmiyor.

D) Filistinlilerin Siyasi Katılım Hakkının Reddi

Yahudi emsalleri gibi, İsrail'in Filistinli vatandaşları da kendi faydaları ve çıkarları doğrultusunda oy verme ve adaylık gibi siyasi adımlar atabilirler. Temsilciler seçebilir, partiler kurabilir veya mevcut olanlara katılabilirler. Mamafih, seçilmiş Filistinli yetkililere yönelik kesintisiz bir karalama kampanyası var. Parlamentodaki bazı kilit isimlerin propagandasıyla Filistin vatandaşlarının siyasi katılım hakkı da sürekli saldırı altında.

İşgal altındaki topraklarda yaşayan yaklaşık beş milyon Filistinli, hayatlarını yöneten ve geleceklerini belirleyen siyasi süreçlere katılamıyorlar. Teorik olarak Filistinlilerin çoğu Filistin Yönetimi seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip. Seçimler düzenli olarak yapılsa bile (sonuncusu 2006'da) yine de Filistin Yönetiminin yetkileri sınırlı ve İsrail rejimi işgal altındaki topraklardaki yönetimin önemli kilit noktalarını muhafaza ettiği için Filistinlilerin hayatlarını yönetmeye devam edecek. Buna göç, nüfus kaydı, şehir planlaması ve arazi politikaları, su, iletişim altyapısı, ithalat ve ihracat, kara, deniz ve hava sahası üzerinde askerî noktaların kontrolü dâhildir.

Doğu Kudüs'te Filistinliler bir kaya parçası ile çetin bir coğrafya arasında sıkışmış durumda. İsrail'in daimi mukimleri olarak, belediye seçimlerinde oy kullanabilirler ancak parlamento için bu geçerli değil. Öte yandan İsrail onların, Filistin Yönetimi seçimlerine katılmalarını da zorlaştırıyor.

Siyasi katılım, oy kullanmaktan veya aday olmaktan fazlasına tekabül etmektedir. İsrail, Filistinlilerin ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi siyasi haklarını da inkâr etmektedir. Bu haklar, bireylerin rejimleri eleştirmesine, politikaları protesto etmesine, fikirlerini ileri sürmek için dernekler kurmasına ve genellikle sosyal ve politik değişimi teşvik etmek için çaba göstermesine olanak tanır.

Boykot ve Nekbe4 yasası gibi bir dizi yasa, İsraillilerin bölgedeki Filistinlilerle ilgili politikaları eleştirme özgürlüğünü bir nebze kısıtladı. Ancak işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler daha sert kısıtlamalarla karşı karşıya: Gösteri yapmalarına izin verilmiyor; birçok dernek kapatıldı ve neredeyse her siyasi beyan kışkırtma olarak kabul edilir hale geldi. Bu kısıtlamalar, yüz binlerce Filistinliyi hapseden ve işgali muhafaza eden kilit bir mekanizmaya sahip askerî mahkemeler tarafından büyük bir cehd ile uygulanıyor. Doğu Kudüs'te İsrail, Filistin Yönetimi ile herhangi bir şekilde bağlantılı sosyal, kültürel veya siyasi faaliyeti önlemek için gayret ediyor.

Bölgelerin birbirinden ayrılmış olması aynı zamanda Filistinlilerin İsrail politikasına karşı topyekûn mücadelesine de mani oluyor. Coğrafi birimler arasındaki kanunlar, usuller ve haklardaki farklılıklar ve katı hareket kısıtlamaları doğal olarak Filistinlileri farklı gruplara ayırdı. Bu parçalanma yalnızca İsrail'in Yahudi üstünlüğü düşüncesini teşvik etmesine ön ayak olmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştiri ve direnişe de engel teşkil ediyor.

Mücadelemiz: Apartheid'e Hayır

Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki tüm bölgeyi kontrol eden İsrail rejimi, tüm bölgede Yahudi üstünlüğünü ilerletmeye ve sağlamlaştırmaya çalışıyor. Bu amaçla, bölgeyi her biri Filistinliler için farklı haklara sahip birkaç birime böldü. Bu haklar Yahudilerin haklarından her zaman daha düşük. Bu politikanın bir parçası olarak Filistinliler, kendi kaderini tayin hakkı da dâhil olmak üzere birçok haktan mahrum bırakılıyor.

Bu politika farklı cihetlerde gelişim göstermiştir. İsrail, dünyadaki herhangi bir Yahudi’nin veya akrabalarının İsrail vatandaşlığı almasına izin veren yasalar ve talimatlar aracılığıyla bölge üzerinde demografik olarak mühendislik çalışması yapmakta ancak Filistinlileri bu olasılıkta tamamen yok saymaktadır. Filistinlileri küçük ve dar yerleşim bölgelerine sürerken, milyonlarca dönümlük araziye el koymakta ve yalnızca Yahudi toplulukları meydana getirerek tüm alanı dizayn etmektedir. İlk hamle, Filistin meselelerine getirilen kısıtlamalarla tasarlanırken, siyaset mühendisliği vasıtasıyla da milyonlarca Filistinli askerî işgal altında ve hayatlarına etki eden ve geleceklerini belirleyen süreçlerin dışında tutuluyor.

Bir grubun diğerine üstünlüğünü kuvvetlendirmek için yasaları, uygulamaları ve örgütlü şiddeti kullanan bir rejim, apartheid rejimidir. Yahudilerin Filistinliler üzerindeki üstünlüğünü pekiştiren İsrail apartheidi nevzuhur bir mesele değildir. Bu, Yahudi üstünlüğünü hâkim kılmak için zamanla hukuk ve uygulama safhasında ortaya konan mekanizmalarla giderek daha da kurumsallaşan ve belirgin bir şekilde ete kemiğe bürünen bir süreçtir. Tüm bu saydıklarımız; gereksiz ve birikmiş bir önlemler yığını ve bunların yasama, siyasal alandaki karşılıkları, kamusal ve yargı desteği gibi noktalar İsrail rejiminin bir apartheid rejimi olarak adlandırılmasına dayanak olan hususi zeminlerdir.

Bu rejim yıllardır bu şekilde varlığını sürdürüp geliştiyse neden bu makaleyi 2021'de yayınlıyoruz? Ne değişti? Son yıllarda İsrailli yetkililerin ve kurumların Yahudilerin üstünlüğünü hukuki olarak kutsamalarında ve niyetlerini açıkça ifade etme motivasyonlarında ve istekliliklerinde bir artış görüldü. Ayrıca Anayasa’da “İsrail, Yahudi Halkının Ulus Devletidir.” kanununun yürürlüğe girmesi ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını resmen ilhak etme planı, İsrail'in yıllarca korumaya çaba gösterdiği algısını yerle bir etti.

2018'de çıkarılan Ulusal Devlet Yasası, Yahudi halkının kendi kaderini tayin hakkını kendileri dışında herkesi hariç tutarak kutsal saymaktadır. Bu yasa, İsrail'deki (ve tüm dünyadaki) Yahudileri, Yahudi olmayanlardan ayırmayı esas ve meşru kabul etmektedir. Bu ayrıma dayalı olarak yasa, yerleşim, barınma, arazi imarı, vatandaşlık, dil ve kültür alanlarında Yahudiler lehine kurumsallaşmış ayrımcılığa izin vermektedir. İsrail rejiminin bu ilkeleri daha önceden de büyük ölçüde takip ettiği aşikârdır. Mamafih, Yahudi üstünlüğü artık temel hukukta kutsal sayılıyor ve bu da onu bağlayıcı bir anayasal ilke haline getiriyor. Bu, İsrail kontrolündeki bölgede tüm devlet kurumlarına Yahudi üstünlüğünü yalnızca uygulayabileceklerine değil, aynı zamanda herkesi aşk ve şevk ile buna teşvik etmeleri gerektiğine de işaret ediyor.

İsrail’in Batı Şeria’nın bazı kısımlarını resmen ilhak etme planı, işgal altındaki bölgelerin resmî statüsü ile bu bölgelerin geleceğinin müzakeresi hakkında boş bir retorik ve İsrail’in Batı Şeria’nın büyük kısmını uzun zaman önce ilhak ettiği gerçeği arasındaki boşluğu dolduruyor. İsrail, Temmuz 2020'den sonra resmen dile getirdiği ilhak beyanlarını uygulamaya koymadı ve o zamandan beri birçok devlet yetkilisi planla ilgili çelişkili açıklamalar yaptı. İsrail'in şu veya bu türden resmî ilhakı nasıl ve ne zaman yürürlüğe koyduğuna bakılmaksızın, tüm alanı temelli kontrol elde etme niyeti, devletin en yüksek yetkilileri tarafından zaten açıkça ilan edilmişti.

202101-this-is-apartheid-eng-top-3.jpg

İsrail rejiminin gerekçesi ve onu hayata geçirmek için kullandığı tedbirler, nüfusu kısmen alt sınıflara ayırıp her birine farklı haklar tanıyarak beyaz vatandaşların üstünlüğünü korumaya çalışan Güney Afrika rejimini anımsatıyor. Elbette rejimler arasında farklılıklar var. Örneğin, Güney Afrika'daki bölünme ırk ve ten rengine dayanıyordu, İsrail'de ise milliyet ve etnisiteye dayanıyor. Güney Afrika'daki ayrışma, ten rengine dayalı olarak insanlar arasında ve resmî, ayrıca kamusal bir ayrım şeklinde kamusal alanda da ortaya çıktı. Yine de kamusal söylemde ve uluslararası hukukta apartheid, eski Güney Afrika rejiminin tam bir kopyası anlamına gelmez. Hiçbir rejim birbirinin aynısı değildir elbette. Ancak uzun zamandır müstakil bir kavram olarak kullanılan “apartheid” uluslararası sözleşmelerde mündemiçtir ve bir yönetimin örgütlenme ilkesine atıfta bulunur: Sistematik olarak bir grubun diğerine üstünlüğünü desteklemek ve onu sağlamlaştırmak için çalışmak.

İsrail rejiminin, kendisini bir apartheid rejimi olarak ilan etmesine gerek duyulmadığı gibi, enine boyuna bir demokrasi olarak ilan etmesi de mantıksızdır. Apartheid’i tanımlayan şey ifadeler değil pratiktir. Güney Afrika 1948'de kendini apartheid rejimi ilan ederken, diğer devletlerin de tarihsel yansımaları göz önünde bulundurarak aynı şeyi yapmasını beklemek makul değildir. Tabiî ki çoğu ülkenin Güney Afrika'daki apartheid karşısındaki tepkisi, ülkeleri benzer bir rejimi kabul etmekten alıkoyabilir. Ancak 1948'de mümkün olanın bugün artık hem yasal olarak hem de kamuoyu açısından mümkün olmadığı açık bir gerçektir.

Gerçekliğin gözlerinin içine bakmak ne kadar acı verici olsa da postal altında yaşamak daha ıstıraplıdır. Burada belirtilen acımasız gerçeklik, yeni uygulamalarla daha da kötüleşebilir, herhangi bir mevzuata dayansın ya da dayanmasın. Son kertede, bu rejimi insanlar ortaya çıkardı ve onu daha kötü bir forma getirme ya da yerle bir etme potansiyelleri var. İşte bu umut, bu makalenin arkasındaki itici güçtür. Adı konmamışsa insanlar adaletsizlikle nasıl savaşabilir? Apartheid, bir örgütlenme ilkesidir. Ancak bunu kabul etmemiz ya da vazgeçmemiz anlamına gelmesin. Aksine bu bir değişim çağrısıdır.

İnsan hakları, özgürlük ve adalete dayalı bir gelecek için mücadele etmek özellikle şu günlerde çok önemlidir. Burada, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında adil bir geleceğe giden çeşitli siyasi yollar var tabiî ki ancak hepimiz ilk önce apartheid'e hayır demeyi seçmeliyiz.

 

[1] Apartheid: Afrika'nın güneyinde bulunan Güney Afrika Cumhuriyeti ile bu devlete bağlı Güneybatı Afrika'da 1948-1994 yılları arasında iktidarda bulunan Ulusal Parti hükümeti tarafından resmî devlet politikası olarak uygulanan ve bu doğrultuda yasalar çıkartarak ırksal ayrımcılığı savunan sistemdir.

[2] İsrail'in 1948 yılında kurulmasıyla ortaya çıkan Yeşil Hat terimi, 1948 sonrasındaki ateşkes sınırlarını ifade etmek için kullanılıyor. 1949 Ateşkes Hattı olarak da bilinen Yeşil Hat, 1967 öncesi İsrail ile şu an işgal altında bulunan Filistin toprakları arasındaki sınıra işaret ediyor. 

[3] B'Tselem, İsrail’in işgal ettiği bölgelerdeki insan hakları ihlallerini belgelemek üzere faaliyet yürüten İsrailli bir insan hakları kuruluşudur.

[4] Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket), 14 Mayıs 1948’de İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion'un beraberindeki 25 kişiyle birlikte Tel Aviv Müzesinde İsrail’in Bağımsızlık Bildirgesini dünya kamuoyuna ilan etmesiyle başladı ancak bugüne kadar hiç son bulmadı. Bu nedenle İsrail'in resmen ilan edildiği günün ertesi olan 15 Mayıs, Filistinliler için Nekbe olarak isimlendiriliyor.

 

HABERE YORUM KAT