1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA YILMAZ

  3. Bir dil hayal ediyorum, sözcükleri yumruk gibi çeneyi dağıtacak
MUSTAFA YILMAZ

MUSTAFA YILMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir dil hayal ediyorum, sözcükleri yumruk gibi çeneyi dağıtacak

08 Ekim 2025 Çarşamba 22:53A+A-

İnsan, bedeninin üzerinde bir kafa taşıdığının farkındadır da aklını kaybettiğini fark etmesi o kadar kolay değildir. Kocaman kafalı, kocaman gövdeli, kocaman cüsseli insanlar görürsünüz akılları kıt, beyinleri kuru, göbekleri de şiştir. Sahtekarlıktan, ikiyüzlülükten vergi alınsa dünyada aç insan kalmazdı herhalde. İnanç teknisyenleri ile gerçek inanç sahibi müminler arasında sarih bir ayrımı aşikar etmedikçe sahtekarların aydın, entelektüel, vaiz, önder, lider, hoca, papaz, metropolitan diye aramızda dolaşmalarına engel olamayacağız. Tıpkı aramızda dolaşan tecavüzcü, hırsız, haydut, katil ve canilerin ellerini kollarını sallayarak yanımızdan geçip gittikleri gibi.

Aman Tanrım, ne kadar yaşanmaz bir devre ulaştık. Yaşamak dediğimiz şey bilincine varabilirsek bir imkansızlık gibi duruyor bu çağda. Düşüncelerimiz farkında olmadığımız bilinçaltı yaralarımızdan köken alıyor! Bir yarayı onarmak için daha büyük yaralara sarılmak zorunda kalıyoruz. Ve hep kan damlıyor. Düşünce bir yumruk gibi inmiyorsa masaya, bir çekiç gibi örse, bir yumruk gibi çeneye, bir kurşun gibi göğse; ona düşünce diyebilir miyiz? Ununu elemiş eleğini asmış muzaffer bir kayıtsızlıktan ne düşünce doğar ne de o düşünceye kaynaklık eden derinlerde bir yara vardır. O yalnızca süslü bir heykel gibidir. Ancak süslü, alıngan ve geveze bir heykel!

İnsan bilgi üretmek istiyorsa ıstırap çekmelidir. Düşünce özü itibariyle bir yıkımdır. Bir bozkır havasıdır. Gecesi soğuk gündüzü kızgın! Istırap zahmet kumaşından dokunur. Bilgiye ulaşmak, bilgiyle oluşmak kişinin kendi eliyle ekip hasat ettiği bir ürünü yemesi gibidir. Ancak bilgi yetmez. Harflerin karmaşık yamaçlarından sözcülerin ovasına ve oradan da kavramların sarp yokuşlarına tırmandıkça düşüncenin zirvelerine yol bulunur. O düşünce de bir eylem politiği zorunlu kılar.

Günümüzde bu kadar zırvacı akademisyen arasında sözü eyleme tekabül eden, sözünün siyasal bir değeri ve ağırlığı olan kaç kişi bulabiliriz. Bu bilgi teknisyenleri, piyasa işportacıları söyledikleri ve yazdıklarıyla hangi düşünceyi, aktivizmi ve aklın ziyadeleşmesini sağlıyorlar? Mor kaftanlar giyinmiş Helenik ozanlar gibi ortalıkta dolaşıp, saçmaladıkları içinde icaze toplayan bu adamların dışkı dolu şiş göbeklerinden başka ne kerametleri var acaba?

Her saçmalıkta bir keramet, anlam ve derinlik aramak saf ve iyi niyetli cüretkarların değil ancak mazoşistlerin işidir. Yıkmak yapmaktan kolaydır der mantık bize. Ama şunu söylemez; yıkmak yapmaktan önce gelir. Köhne düzenleri yıkmadan restore etmeye kalkanların hazin sonu sadece o düzenin parçası olmaktan başka ne olabilir ki! Elbette bu iş uzun bir zaman ve merhale merhale bir çabanın sonucunda gelir.

Bizler eylemin usta olamayacak çıraklarıyız. O çıraklıktır bizi değerli kılan. Felaketler ve musibetler gözlerimiz önünde resmigeçit yaparken, şah damarlarımız kabarmıyor ve varoluşun rayihası olan ölüm düşüncesi bir ayin çellosu gibi zihnimizde deprem gongları çaldırmıyor ise buğday ambarlarına dadanmış tıka basa ilaçlı buğdaylar yiyen farelerden ne farkımız kalır?

İnsan, insan kalmak istiyorsa düşünceye ve eyleme dair olan her ne var ise onda asla ikiyüzlü davranmamalıdır. İkiyüzlülük devlet politikalarının işidir. İnsan teki ise ne devlettir ne de bir devletludur. Biz barbarlık ve yıkıntılar çağının çocuklarıyız. Siyasetin kanı servet hayatı satvettir, demiş şair.

Konuşmalarıyla bir resim çizmeye çalışıyorlar, bize düşense bu resmi çizmektir. Cinayetlerin failleri güçlü, faillerin cinayetleri büyük! Kahramanlar, müteal idealleri için canlarını harcırah olarak tüketiyorlar. Bütün dünya işgal altında! Bu küresel kuşatmayı sözlerle aşmak mümkün değil. Binlerce kınama gerçekten bir kurşun etmiyor. Zafer kendisi için harcanan çabanın sonunda kendisini gösterir. Zihinler melanete uğramış gibi. Gerçek olmayan ne varsa gerçekmiş gibi konuşuluyor. Körlükle katmerlenmiş aklı kaçıklar gibi saçmalıklar üzerine teolojiler, ontolojiler, teo-politikalar, siber güvenlikler inşa eden yorumcular bir tahakküm iklimi inşa ediyor.

Hugo Von Hofmannsthal, “tamamen unutulmuş halkların yorgunluğunu gözkapaklarımdan atamıyorum” diyordu. Hepten unutulmuş halkları hepten yok etmek için bütün silahlarıyla saldırıyorlar. Sadece kendi yaşamlarını garanti altına almak için. Yaşamak tutkusu bir uygarlığın yegane saplantısı haline gelmişse o uygarlık artık tarihin düşüş evresine girmiştir…. Tepetaklak bir çukura yuvarlanması mukadderdir.

Eğer unutulmuş bir halktan değilseniz, hayatınızın pahası kanla ödenmiyorsa, Allah’ın her günü yüzlerce kez ölmüyorsanız ve bu yaşananları anlatarak birileri itibar, para ve makam kazanıyorsa, daha da beteri bu kazancı elde edenleri alık alık dinleyen kitleler de onların müridanı olmuşsa dünyanın bir lağım çukuruna dönmüş olduğunu anlayamazsınız. Halklar sürekli yeni tanrılara tapınmak ister. Bu ilahiyatın konusu değildir ve teolojik bir açıklama gerektirmez. Tamamen sosyo-politik bir inançtır bu. Çünkü inanacağı saçmalıklar icat edemeyince ilahları suyu eksiltilmiş camgüzelleri gibi solar.

Bütün güçler bir Müslümanı yaralamak için toplanıyor gibi geliyor bana. İnanmış bir Müslümanı. Yani reklam peşinde koşmadan, savaşta en önde ganimette en geride, bakışlarını düşmanın en arka safına kadar uzatmış bir serdengeçti olan! Şimdi geveze heykeller onları yorumlayacak. Semada ışıldayan bir yıldıza gözlerini dikmiş gübre böcekleri gibi bakacaklar o Müslümana.

Düşmandan çok senin savaşını yorumlayanlar, senden gibi görünenler yoracak seni. Hep hesap peşinde olacaklar. Düşmanla savaşmak için senin safında yer almayacaklar. Düşman safında da durmayacaklar. Saflar karşı karşıya geldiğinde onlar yan taraftan yorum yapacak, istatistik dökecek, seküler ilahiyat zırvaları ile teoloji inşa edecekler. Senin sırtından geçinmeleri de işin cabası olacak.

Öyle bir zamana düşmüşüz ki estetik barbarlıklar, kibar zamparalıklar, düşünsel yalancılıklar, gösterişçi ahlakçılıklar karşısında insan ancak inatçı bir imanla ayakta kalabilir. Bu da yetmez, aklınızı kullanmaz ve oyunun perde önünde oynandığını, perdenin arkasında bambaşka şeyler döndüğünü unutursanız vay halinize.

YAZIYA YORUM KAT

8 Yorum