1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Bildiri Aslında Ne Amaçlıyor?
Bildiri Aslında Ne Amaçlıyor?

Bildiri Aslında Ne Amaçlıyor?

"Dertleri önce Türkiye’yi uluslararası ceza mahkemelerinde mahkûm ettirip sonra da Erdoğan ve ekibini yargılatmak."

18 Ocak 2016 Pazartesi 15:37A+A-

Cengiz Alğan'ın yorumu:

Tartışılan bildiri daha çok, asıl sorumlu olan “PKK’ya tek laf edilmemesi”, “devletin katliamcı ilan edilmesi” gibi yönleriyle ele alınıyor. İmzacılara yönelik suçlamalar da “aymazlık” ile “vatan hainliği” arasındaki geniş bir skalada sıralanıyor. Bir yandan imzacılara yöneltilen suçlamalar, soruşturmalar, savcılıkların ve YÖK’ün devreye girmesi; diğer yandan eski mafya babası Sedat Peker’in “oluk oluk kan” tehdidi (ve buna da açılan soruşturma) var. Buna karşın bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde de tartışmalar sürüyor.

 

Tartışmanın bu kısmında, aşağı yukarı, Halil Berktay’ın Aykırılık ve demokrasi yazısı (http://www.serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/aykirilik-ve-demokrasi-655510) ileYıldıray Oğur’un konuya kısmen değindiği Bu kez PKK’nın yenilmesine izin vermekyazısındaki (http://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/bu-kez-pkknin-yenilmesine-izin-vermek-655338) argümanları paylaşıyorum. İmzacıların genel olarak AK Parti düşmanlığından mustarip olduğu, solun şiddet severliği, bildiriyi akademik personel imzalamış olmasına rağmen asgari akademik kriterlerden ve ahlaktan yoksunluğu, PKK’nın suçunu örtbas etmeye çalıştıkları gibi değerlendirmelere aynen katılıyorum. Hatta ekleyeyim: memleketimizin “bir kısım” aydınının herhangi bir konuda “bize sormadan asla” kibrinin de etkili olduğunu düşünüyorum.

 

İmzalayanların her biri farklı motivasyonlara da sahip olabilir. Çatışmaların büyümesinden kaygı duymak ve gerçekten de durdurmaya yarayacağını düşünmek, belli isimlerden gelen her şeye, pek de incelemeden imza atmak, sırf “meşhur” isimlerle aynı yerde yer almış olmak, Erdoğan’a ve/veya AK Parti’ye “gol atmak”, siyasi aktivizm yapmış olmak vb.

 

Fakat bence bunların tamamı buzdağının görünen kısmı. Bu sıradan bir bildiri değil. İmzacıları bir kenara bırakıp bildirinin içeriğine, kullanılan üsluba, seçilen suçlama argümanlarına ve hitap edilen muhataplara daha dikkatli baktığımızda son derece profesyonelce hazırlanmış bir metinle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Üstelik sadece imzaya açılıp kamuoyu oluşturmakla yetinilmeyeceğini, belli bir eylem planının parçası, zincirin bir halkası, belki bir “sıçrama tahtası” olduğunu da anlayabiliyoruz.

 

Bildiri daha başlığında bir “suç”un varlığı iddiasıyla söze giriyor: “Bu suça ortak olmayacağız”. Aşağıda ne olduğunu açıklayacağı bu “suç”u işleyeni de ilk satırda ilan ediyor: Türkiye Cumhuriyeti. Klasik sol bildirilerdeki argümanlar, klişeler, “katil devlet” gibi sloganlar yok. Yıllardır şikâyet ettikleri Erdoğan, AKP ve “Saray gladyosu” metinde yer bulamamış. Hatta kurumsal olarak Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık da hedef alınmamış. Herhangi bir yetkilinin istifası istenmemiş mesela. Üst geçide kamyon damperi çarpınca Ulaştırma Bakanı ve İstanbul Belediye Başkanı’nın istifası istenen bir memlekette, neredeyse soykırım yaptığı iddia edilecek devletten herhangi bir sorumluya işaret edilmiyor. “…gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını” diye bir dokunup geçiyor. Bir bütün olarak Türkiye suçlu ilan ediliyor.

 

Hükümete sadece “Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritası oluşturma” görevi verilmiş. “Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına” ancak müzakerelerde gözlemcilik bahsinde karşı çıkılıyor. Bunlar haricinde “suç” ve suçlamalar doğrudan devlete, Türkiye Cumhuriyeti’ne yöneltiliyor.

 

Doğru, PKK’ya tek laf edilmemiş. Hendekler, eli silahlı militanlar, yollara döşenen bombalar filan yok. Ama kendilerine “Barış İçin Akademisyenler” adını veren grup “barış”tan da söz etmemiş. Barış kelimesi tek bir yerde, daha çok “garnitür” gibi duran son iki paragraf içinde, “kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulması” talebinde geçiyor. Oysa “uluslararası” kelimesi altı kez geçiyor. Daha önceki bildirilerde, kime söylendiği belirsiz kullanılan “silahlar sussun” çağrısı bile yok mesela. “Şiddetin her türlüsüne karşıyız”, “eller tetikten çekilsin” benzeri, PKK’ya da sesleniyormuş gibi yapan klişeler de yok.

 

Şimdi bir de suçlamalara yakından bakalım (bazı yerleri özellikle koyu renk yaptım):

 

(Türkiye Cumhuriyeti)

 

-“Vatandaşlarını… haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum” ediyor.

 

- “Yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla” saldırıyor.

 

- “Yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal” ediyor.

 

- “Kasıtlı ve planlı bir kıyım” uyguluyor (ve bu “Türkiye'nin taraf olduğu uluslararasıantlaşmalarınuluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali”dir).

 

- “Başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı katliam” gerçekleştiriyor ve “bilinçli sürgün politikası” uyguluyor.

 

Benim çıkardığım özet şu:

 

Türkiye’de bir iç savaş sürüyor. Devletin gözü, ülkenin belli bir bölgesinde insanları kuşatıp açlıktan ve susuzluktan öldürecek kadar dönmüş. Ağır silahlarla kendi halkını katlediyor. “Sürgün politikası”yla “başta Kürt halkı olmak üzere” etnik temizlik yapıyor. Yani savaş suçları işliyor. Uluslararası mahkemelerde yargılanmalı.

 

Kime söylüyor bunları bu bildiri? Kesinlikle iç kamuoyuna değil, uluslararası topluma. Daha önce “Türkiye IŞİD’i destekliyor, silah yolluyor” hikâyesiyle yapılmak istenen ama tutmayan plan, şimdi “Türkiye savaş suçları işliyor” yalanıyla devam ediyor. Büyük bir kampanyanın bir parçası bu. Üstelik PKK’nın yeni geliştirdiği “şehir savaşı” konseptiyle de uyumlu. PKK çatışmaları şehirlere taşıyarak sivil kayıpların ve ihlallerin olabildiğince artmasını istiyor. Böylece bir yandan bölge halkı devlete de öfkelenmeye başlayacak ve yeniden PKK’ya destek verecek; öte yandan bildiride geçen “Yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırı” argümanı doğrulanmış olacak.

 

Bu kampanya yayılarak büyüyecektir. Kaleme alanların iç kamuoyundan destek arayışı olduğunu pek sanmıyorum. Varsa da ikinci plandadır. Şu anda kamuoyunun PKK’ya büyük öfke duyduğunu, çok büyük çoğunluğun operasyonları desteklediğini bilmiyor olamazlar. Ama dertleri bu değil zaten. Dertleri önce Türkiye’yi uluslararası ceza mahkemelerinde mahkûm ettirip sonra da Erdoğan ve ekibini yargılatmak.

 

Bildiri de “uluslararası bağımsız gözlemcilerin gözlem ve raporlama yapmasına izin” istenmesi de buna işaret ediyor. Nitekim imzacılardan Prof. Dr. Neşe ÖzgenBBC’ye verdiği demeçte “Bizim zaten bir yol haritamız vardı. Muhtelif uluslararası toplantılar yapacağız. Kendi uluslararası camialarımızla birlikte tabii ki hareket edeceğiz” diyor. Yine imzacılar arasında yer alan Chomsky de "Türkiye, Erdoğan'ın birçok yoldan yardım ettiği IŞİD'i suçluyor, aynı zamanda, çok da farklı olmayan El Nusra Cephesi'ni destekliyor. Daha sonra da, hem Suriye'de hem de Irak'ta IŞİD'e karşı karadan savaşan ana güç olan Kürtlere karşı işlediği suçları kınayanlara nutuk atıyor. Daha başka bir yoruma ihtiyaç var mı?" diyor.

 

Bu girişimin başarıya ulaşacağını sanmıyorum. Nitekim sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için AİHM’e yapılan başvurular şimdiden reddedildi. Bu bildirinin de bir parçası olduğu algı operasyonlarının çeşitli kollardan nasıl yürüdüğüne dair örnek arayanlar, Gülay Göktürk’ün Anayasa Mahkemesi’ne aynı konuda yapılan başvurularda söylenen yalanları ifşa ettiği AYM’den AİHM’e cevap başlıklı yazısına bakabilirler (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/gulay-gokturk/aymden-aihme-cevap/haber-480027).

 

***

 

Biliyorum, bu yazı çok uzadı ama imzacıların gözaltına alınmasıyla sonuçlanan furyaya dair de bir iki söz etmek isterim. Bu tam da yürütülen kampanyanın amacına uygun bir tutum. “Gördünüz mü Türkiye’de savaş suçları işleniyor, dışarıya bilgi sızmaması için de kimsenin konuşmasına izin verilmiyor” demek için şahane bir gerekçe hediye ediliyor. Kampanyayı iyice köpürtmek için en güzel bahane yaratılıyor. Çalıştıkları özel okulların idari soruşturma açması, bu fikirde olanları çalıştırmak istememesi bir ölçüde anlaşılabilir. Bunun da YÖK talimatıyla olmaması gerekir. Ancak adli soruşturma ve eski cellâdımız 301. Madde’den yargılama yapılması ters teper.

 

Bu ülkede sol eylemlerde yıllardır “Katil devlet hesap verecek” sloganı, hem de polis eşliğinde yapılan yürüyüşlerde sokaklarda bağırılır. Daha kimsenin bu yüzden tutuklandığını duymadım. Bu gibi durumlarda, şiddeti övme veya şiddete çağrı yoksa verilecek tepki devlete havale edilmemeli. Sivil tepkiler verilmeli. Bin imza toplayanlara karşı 10 bin imza toplanır mesela. Başka bildiriler yazılır. Yazılarla, tartışmalarla bildirinin yalancılığı ve amacı ifşa edilir. İsterlerse öğrenciler o hocaların derslerini boykot edebilir.

 

Hükümet de elindeki veriler, kanıtlarla iddiaların aksini bütün dünyaya rahatlıkla ispatlayabilir. Ayrıca bizzat PKK bu iddiaların tersini her gün ispatlıyor zaten. Bildiriden iki gün sonra Diyarbakır Çınar’da, emniyet lojmanlarına bir ton patlayıcıyla saldırıp, uykularında bebek, çocuk, kadın demeden sivilleri katlederek bildiriyi çöpe yollamıştı bile. Oysa şimdi konu dağılıyor, mesele asıl mecrasından çıkıp “barış isteyenlerin ifade özgürlüğü engelleniyor” patikasına sürükleniyor.

 

Hükümet oluşturulmaya çalışılan bu algıya karşı, operasyonların başladığı günden bugüne kadar olan net bilançoyu çıkarıp raporlasa çok daha faydalı olur. PKK’nın tüm saldırıları, kaybedilen ve yaralanan personel ve siviller, ele geçen silah ve mühimmat sayısı, terör mağduru olanlara yapılan yardımlar, sokağa çıkma yasaklarından etkilenenlerin şikâyetlerinin ne şekilde giderildiği, aksayan hizmetlerin nedenleri ve nasıl yerine getirildiği gibi başlıkların yer aldığı detaylı bir rapora önümüzdeki günlerde ihtiyaç olacak.

 

Kaynak: Serbestiyet

HABERE YORUM KAT

2 Yorum