1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Batılılaşma ve Türk tarihinin yeniden icadı
Batılılaşma ve Türk tarihinin yeniden icadı

Batılılaşma ve Türk tarihinin yeniden icadı

Yasin Aktay, D. Mehmed Doğan’ın Batılılaşma İhaneti eseri üzerinden Türkiye’de batılılaşmanın kendiliğinden ve zorunlu bir modernleşme değil, bilinçli bir kültürel ve tarihsel kopuş siyaseti olarak nasıl inşa edildiğini ele alıyor.

15 Aralık 2025 Pazartesi 10:32A+A-

Yeni Şafak / Yasin Aktay

Batılılaşma mecrasında teselli ikramiyesi: Batılılar da zaten Türk’tür?

Geçtiğimiz yıl dâr-ı bekâya uğurladığımız D. Mehmed Doğan vesilesiyle batılılaşma üzerine tekrar düşünmeye devam ediyoruz. Tam 50 yıl önce, 1975 yılında yayımlamış olduğu “Batılılaşma İhaneti” isimli kitabı hafızası ağır darbelerle silinmeye çalışılmış bir millete travma etkisi yapmış bu darbe esnasında yaşadıklarını hatırlatmaya çalışan cesur bir metindi. Bu siyasetin “ihanet” olarak nitelenmesi başlıbaşına önemli bir duruşu temsil ediyordu. O zamana kadar Türkiye’nin sözüm ona “çağa ayak uydurma”, “çağı yakalama” veya “reform” adına girdiği mecralara dair analizler süreci sanki “kendiliğinden” ve “zorunlu” olarak yürünmesi gereken bir seyr-ü süluk olarak görmüş, öyle anlatmıştır. Oysa bu sürecin içinde Türkiye’nin asırlarca savaştığı düşmana bir teslimiyet boyutu da vardı. O yüzden kitap bir uyarı, bir uyandırma çalışmasıydı ve beklendiği gibi de önemli bir yankısı, etkisi oldu.

Gardropta aranan bir batılılaşma bu döneme dair önemli fragmanlardan biriydi. Ama başka boyutları da vardı. Mesela, bir milletin sırtından verilen milli mücadeleden hemen sonra milletin devre dışı bırakılıp bu millete savaştığı düşmanın kültürünün, kimliğinin (Batılılık) benimsetilmeye çalışılmasında en basit zeka düzeyinden bile görünen bir tuhaflık bir tezat vardı. Biz hangi ara Batılı olduk? Hangi ara bize evvelemirde Haçlılıkla özdeş bir kimlik olarak görünen Batılı olmaya bir değer atfedecek hale geldik? Üstelik Milli Mücadele zemininin üzerinde yükselen milliyetçilik, bağımsızlık, Türkçülük gibi temalar bizde çok güçlü bir milli duygu da uyandırmışken…

Batılılaşma ile milliyetçiliği nasıl bağdaştıracaktık mesela? Bu nasıl bir milliyetçilikti ki, bizi topyekûn kendimize yabancılaştıracak, bizi şimdiye kadar olduğumuzdan bambaşka bir hale sokacaktı? Bu bağdaştırmayı halkın iradesiyle, halka dayanarak hatta halkın bir şekilde onayını alarak yapmanın bir yolu olamazdı. O yüzden her ne yapıldıysa “halka rağmen” yapıldı. Bazı kellelerin gitmesi muhtemel olmaktan çıktı, gerçek olarak yaşatıldı.

Ama yine de ideolojik resmin tamamlanabilmesi için bir “bağdaştırmanın” yapılması gerekiyordu.

Şöyle yapıldı: Dünyaya bedel olduğu söylenen, kanı asil, tarihin en kahraman en güçlü kavmi olarak bir Türk’ün körü körüne batı taklitçisi olmasındaki tuhaflığı giderebilmek adına Batı’nın aslının da Türk olduğu ileri sürüldü. 1932 yılında toplanan Türk Tarih Kongresi “Türklerin dünya tarihindeki şuurlu ve şuursuz olarak küçültülmüş olan rolleri”ni ortaya çıkarmayı hedeflemiştir.

Neticede dünya medeniyetlerinin kökenini Türklere bağlayan meşhur Türk Tarih Tezi bu kongrede görücüye çıkmış olacaktır. Bu teze göre Türkler M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 yılları arasında kuraklık nedeniyle Orta Asya'dan göç ederek Akdeniz havzasındaki medeniyetleri kuran brakisefal alpin kafalı üstün aryan ırkının atalarıydı. Anadolu'da Etiler, İtalya'da Etrüskler, Avrupa'da Keltler Türk'tü. Bu tezi bilahare bütün dillerin de kökeninin Türkçe olduğu Güneş Dil Teorisi takip edecektir.

Yani Batılılaşıyoruz, özümüzden kopuyoruz diyenlere bir büyük tarih şuuru tesellisi: Batılılar da zaten Türk’tür. Onlar bize yani asıllarına gelmiyorsa biz onlardaki aslımıza gideriz. Biraz yeniden tarih yazmak, dünya gerçekliğini sadece söylemle inşa etmek gibi bir şey ama zaten öyle değil miydi kurucu ilke: Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemli, hatta ondan da daha önemlidir.

Kongreye birçok bilim adamı, tarihçi, antropolog ve siyasetçi katılmıştır. Mustafa Kemal de locadan bütün konuşulanları izlemektedir. Manevi kızı Afet İnan henüz 24 yaşında bir tarih öğretmenidir ama ilk tebliği sunma imtiyazı ona ait olacaktır. Bu imtiyaz aslında öne sürdüğü fikirlerin tamamen Ebedi Şef’e ait olduğunun bilinmesinden geliyordu. Konuşmasında Orta Asya halklarının hepsinin de Türk olduğunu anlattıktan sonra Türklerin ırk özelliklerine dair de oldukça iddialı ifadelerde bulunur. Mesela:

"Türk çocukları biliyor ve bildirecektir ki onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, âri, medeni, yüksek bir ırktan gelen, yüksek kabiliyetli bir millettir...Bu mukaddes yurdun öz varisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz harisi, o büyük, yüksek, asil Türk kavminin bugünkü genç ve dinç çocuklarıdır, biziz!” (Birinci Türk Tarih Kongresi: Konferanslar-Müzakere Zabıtları)

Burada Türklüğün kökenini âri ırka bağlayan ifadeler neredeyse Türklüğün bilinen bütün kökenini değiştiren oldukça cüretkâr bir girişimin ifadeleri. Karşısında Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mükrimin Halil Yınanç, Vasıf Çınar, Yusuf Ziya Özer gibi yaşını başını almış ve Türk tarihi konusunda en uzman isimlerin bulunduğu bir ortamda 24 yaşındaki bir tarih öğretmeninin bu cüretkarlıkta bu kadar büyük laflar etmesi, üzerinde ayrıca durulacak bir husus. Buradaki iletişimde İnan’ın bu haliyle diğerlerine nazaran daha “karar verici” bir otorite olarak konuşuyor olması önemlidir. Resmi görüşün sözcüsü olarak bu otoritenin Türkçülükten anladığının ne olduğu ise DTCF’ndeki antropolojik çalışmaları kapsamında Türk ırkını tespit için yaptığı kafatası incelemelerinde iyice belirginleşecektir. Bu kafatası incelemelerinin neticesinde Türk ırkının bizatihi Âri ırkı olduğu sonucuna varılmıştır. Yani bildiğiniz Avrupalı Âri ırk, Türk’ün atası olarak tescil edilmeye çalışılmıştır. Bu da sarı saçlı mavi gözlü Mustafa Kemal’in fizik yapısına uygun göründüğü için çok da sempatik gelmiştir ilk anda. Bu motivasyonla kendi kızına “Âri” ismini koyacak kadar bu işi ciddiye alacaktır Afet İnan.

Bütün dünya medeniyetlerinin tamamının kökenini Türklere bağlayan, Türklerin de Âri ırkın kaynağı, yani bugün bildiğimiz Avrupa’da üstün ırk iddiasında bulunan faşist ırkçıların kendilerini dayandırdığı ırkın kaynağı olduğu iddiasına o dönemde bu kadar primin verilmiş olması… Hadi biz biraz arka kapıdan girip batılılaşmış olalım da bu batılılaşmanın aynı Âri ırkın üstünlüğü adına sonradan lanetlenecek Hitler’le bizi akraba yapmış olmasının bedeli nasıl ödenecekti?

NOT: Beyan Yayınları’nın Tarihin Gerçek Yüzü serisinde “Batılılaşma: Modernleşme mi Yabancılaşma mı?” ve “Cumhuriyetin ilk Yılları: Demokrasi mi Diktatörlük mü?” isimli iki çalışmamda bu konuda D. Mehmed Doğan’a da atıfla daha ayrıntılı fragmanlar yer alıyor.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum