1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Batı, Hamas konusunda neden yanılıyor?
Batı, Hamas konusunda neden yanılıyor?

Batı, Hamas konusunda neden yanılıyor?

Yahya Sinvar gibi Ebu Şanab da direnişi bir seçim değil ahlaki bir zorunluluk olarak görüyordu. Sinvar'ın 2021'de verdiği nadir bir röportajda sorduğu retorik soru hala geçerli: “Biz öldürülürken dünya bizden uslu kurbanlar olmamızı mı bekliyor?”

18 Ocak 2025 Cumartesi 00:27A+A-

Ashraf W. Nubani’nin Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı Barış Hoyraz tarafından Haksöz-Haber için tercüme edilmiştir.

 

Batılı değerlerle yetişmiş genç ve idealist bir Filistinli Amerikalı olarak bir keresinde Hamas'ın kurucularından İsmail Ebu Şanab'a hareketin hedefleri ve stratejisi hakkında pek çok soru sormuştum.

ABD'de eğitim görmüş bir mühendis olan Ebu Şanab ile 1998 yılında Gazze'de tanıştığımda Hamas'ın en üst düzey liderlerinden biriydi. Bu konuşma - hareketin liderleriyle yaptığım diğer kişisel görüşmelerle birlikte - Hamas'a dair anlayışımı derinleştirdi ve onu yekpare bir varlık olarak değil, İslami değerlere dayanan ve Filistin davasına bağlı karmaşık, ilkeli bir hareket olarak görmeye başladım.

Bu ilkelere rağmen, Hamas Batılı söylemde sıklıkla yanlış tanıtılıyor: şiddet ve aşırıcılığın bir karikatürüne indirgeniyor. Hamas'ı IŞİD gibi gruplarla aynı kefeye koymak sadece yanlış değil aynı zamanda son derece İslamofobiktir.

Hamas, Cezayir'in “Ulusal Kurtuluş Cephesi” ya da Güney Afrika'nın “Afrika Ulusal Kongresi” gibi, halklarını yüzyıllar süren Avrupa sömürge barbarlığından kurtaran yerli direniş hareketleriyle kıyaslanabilecek bir ulusal kurtuluş hareketidir.

Kökleri Filistin toplumuna derinden bağlıdır, hem bir direniş hareketi hem de toplumsal bir örgüt olarak işlev görür ve 2006'dan bu yana, ABD'nin kendisine karşı kısmen başarılı bir darbe düzenlemesine ve İsrail'in sponsorları ve müttefikleri tarafından başarısız olmasını sağlamak amacıyla uygulanan ağır yaptırımlara ve kuşatmaya rağmen seçilmiş bir hükümet olarak görev yapmaktadır.

“Terörist” Nelson Mandela

O zamanlar, yeni bir hukuk mezunu olarak, ahlaki bir ikilemle boğuşuyordum: Avrupa-Amerikan söyleminde “intihar saldırıları” olarak çerçevelenen şehitlik operasyonları adalet ve insanlık ilkeleriyle nasıl uzlaştırılabilirdi?

Direnişin ahlaki sınırları neydi?

Beni şaşırtan bir şekilde Ebu Şanab İslam hukuku perspektifinden bu tür taktiklere karşı olduğunu ifade etti. İslam hukukunun savaşçı olmayanların öldürülmesini, özellikle de kadın ve çocukların hedef alınmasını yasakladığını açıkladı.

Bu operasyonların tercih edilen bir strateji olmadığını, ancak işgalin acımasızlığına, Filistinlilerin insanlıktan çıkarılmasına ve nükleer silahlara sahip İsrail ile işgal altındaki savunmasız halk arasındaki büyük güç asimetrisine karşı anlaşılabilir bir tepki olduğunu vurguladı.

Abu Şanab'ın argümanı, şimdi Hamas'ı kınayan ABD başkanları George W. Bush, Barack Obama ve Joe Biden da dahil olmak üzere aynı Batılı devletler ve liderler tarafından büyük saygı gören, Güney Afrika'nın kurtuluş sonrası başkanı olan direniş savaşçısı Nelson Mandela tarafından öne sürülen argümanı anımsatıyordu.

Mandela biyografisi Özgürlüğe Uzun Yürüyüş'te “Mücadelenin şeklini belirleyen her zaman ezilen değil ezen taraftır” diye yazmıştır. “Eğer ezen şiddete başvurursa, ezilenlerin de şiddetle karşılık vermekten başka alternatifi yoktur. Bizim durumumuzda bu meşru bir nefsi müdafaa biçimiydi.”

Mandela, hayatının büyük bir bölümünü mücadele ederek geçirdiği apartheid rejiminin liderlerine “Şiddetten vazgeçmek bize değil size bağlı” dedi.

Mandela, silahlı mücadelenin ilk günlerinde ANC'nin rejimin güvenlik tesislerini hedef almak ve altyapıyı sabote etmek gibi mümkün olduğunca can kaybını önleyecek taktikleri tercih ettiğini doğruladı.

Ancak “sabotaj istediğimiz sonuçları vermezse, bir sonraki aşamaya geçmeye hazırdık: gerilla savaşı ve terörizm” dedi.

İsrail 21 Ağustos 2003 tarihinde İsmail Ebu Şanab'ı öldürdü.

Direniş, adalet için kolektif bir taleptir

On yıllardır İsrail, Filistin direnişini liderlerini öldürerek ortadan kaldırabileceğine mantıksız bir şekilde inanarak bir “baş kesme politikası” izledi. Ghassan Kanafani'den İsmail Haniye ve Yahya Sinvar'a kadar İsrail'in Filistinli liderleri öldürme stratejisi barış getirmedi.

Aksine, her suikast onu çöküşün eşiğine daha da yaklaştırdı.

Ebu Şanab'ın ölümü, diğer pek çoklarınınki gibi, derin bir kayıptı. Yine de kritik bir gerçeğin altını çizdi: Filistin direnişi bireysel liderlere odaklanmıyor, adalet için kolektif bir talep.

Marksistleri, sekülerleri ve İslami hareketleri kapsayan bu birlik, ideolojik farklılıklar ne olursa olsun işgali sona erdirmeye yönelik ortak bir kararlılığı yansıtmaktadır.

Kanla anılan bu ideolojik çeşitlilik, her biçimiyle ulusal bir direniş mutabakatı etrafında birleşmiştir. Bu aynı zamanda İsrail'in sinsi bir amacını da ortaya koymaktadır: İsrail Filistinlileri ideolojilerine ya da şiddetle olan bağlarına bakmaksızın öldürmektedir.

Hatta çoğu zaman Filistinlileri bir araya getirebilecek ve çatışmaya adil bir çözüm için müzakere edebilecek Filistinli liderleri hedef alıyor.

7 Ekim 2023'ten sonra müzakere edilmiş bir çözüm olasılığı fiilen ortadan kalkmıştır. Hamas da dahil olmak üzere tüm gruplardan Filistinliler, daha önce yaşayabilir bir devlet ve yedi on yıllık ağır çekim bir soykırımdan kurtulma karşılığında atalarının anavatanı konusunda uzlaşmaya istekliydi. Bu trajedi şimdi Gazze'de tam anlamıyla bir imha savaşına dönüştü.

İsmail Ebu Şanab'ın evinin haritadan silindiğini hayal ediyorum - Ramazan ayında beni alçakgönüllülükle ekmeğini bölüşmeye davet ettiği aynı ev.

Yahya Sinvar gibi Ebu Şanab da yıllarca İsrail hapishanelerinde kaldı ve kararlılıkları hiç sarsılmadı. Belki de Sinvar'ın aksine Ebu Şanab, Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'in İsrail'e yaptığı hudna (ateşkes) teklifleri doğrultusunda bir çözüm için müzakere etmeye istekliydi.

Ebu Şanab iki devletli bir çözümü açıkça destekledi ve bir noktada The Jerusalem Post'a şöyle dedi: “Pratik çözüm İsrail'in yanında bir devlete sahip olmamızdır.”

Ebu Şanab'ın Hamas ile El Fetih ve FKÖ'nün seküler grupları arasındaki uçurumları kapatma kabiliyetinin yanı sıra tam da bu istekliliği, İsrail'in onu öldürerek bir kez daha ateşkesi ihlal etmesine neden oldu.

Özgürlük için bir mücadele, Yahudilere karşı bir mücadele değil

İsrail'in 7 Ekim'e verdiği yanıt, on binlerce masum Filistinliyi öldürdüğünü göstermiştir - direniş savaşçıları “sivillerin arkasına saklandığı” ya da bunlar savaşın istenmeyen kayıpları olduğu için değil. İsrail Filistinlileri, her türlü işgale karşı direnmeye cesaret ettikleri için öldürmektedir.

İster işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde, ister “gerçek İsrail'de”, ister diasporada olsun, Filistin sivil toplumunun kalbinde ve zihninde, üstünlük kompleksini Filistinlilerin, Lübnanlıların ve Orta Doğu'daki diğer Arapların, Müslümanların ve Hıristiyanların bedenleri üzerinden besleyen ırkçı bir ideolojiden kurtulmaya duyulan sarsılmaz bir özlem vardır.

Hamas'ın Yahudi halkını yok etmeyi amaçladığı sık sık dile getirilen bir yalandır.

Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, 1997 yılında sürgünden Gazze'ye döndükten kısa bir süre sonra Gazze İslam Üniversitesi'nde binlerce öğrenci önünde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir

“Dünyaya yüksek sesle ilan etmek istiyorum ki biz Yahudilerle Yahudi oldukları için savaşmıyoruz! Onlarla savaşıyoruz çünkü bize saldırdılar, bizi öldürdüler, topraklarımızı, evlerimizi, çocuklarımızı, kadınlarımızı aldılar ve bizi dağıttılar. Vatanı olmayan bir halk haline geldik. Biz haklarımızı istiyoruz. Daha fazlasını istemiyoruz. Biz barışı seviyoruz, ama onlar barıştan nefret ediyor, çünkü başkalarının haklarını ellerinden alan insanlar barışa inanmazlar. Neden savaşmayalım? Kendimizi savunma hakkımız var.”

İsrail, Hamas'ın üst düzey lideri Halid Meşal'i Amman'da öldürmeye teşebbüs eden iki Mossad ajanının serbest bırakılması için Ürdün ile yaptığı anlaşmanın bir parçası olarak Yasin'i hapisten çıkarmış ve Gazze'ye dönmesine izin vermişti.

İsrail 2003 yılında, Ebu Şanab'ı öldürdüğü yıl Yasin'e de suikast girişiminde bulundu. Çocukluğundan beri tekerlekli sandalye kullanan, çelimsiz ve felçli bir adam olan Yasin'i ertesi yıl öldürmeyi başaracaktı.

Yasadışı bir işgalci olarak İsrail, özellikle de sözde soykırım eylemleri nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'na sevk edildiği ve liderlerinin savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde itham edildiği göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası hukuk kapsamında “kendini savunma” hakkını iddia edemez.

Avrupa-Amerika çifte standartlarıyla yüzleşmelidir: Nasıl olur da İsrail'i desteklemeye devam eder, bu devletin var olmayan bir “meşru müdafaa hakkı” adına soykırım yapmasına izin verirken, haklı bir dava için mücadele eden Filistin direnişini kınayabilir?

Kurtuluş Savaşı

Yahya Sinvar gibi Ebu Şanab da direnişi bir seçim değil ahlaki bir zorunluluk olarak görüyordu. Sinvar'ın 2021'de verdiği nadir bir röportajda sorduğu retorik soru hala geçerli: “Biz öldürülürken dünya bizden uslu kurbanlar olmamızı mı bekliyor?”

Bu soru 7 Ekim 2023 olayları ışığında güçlü bir şekilde yankılanıyor.

Batı medyası Hamas'a yönelik doğrulanmamış ve düpedüz uydurma iddialara odaklanırken, sahadaki gerçeklik farklı bir tablo çizdi.

Hamas'ın operasyonu öncelikle askeri tesisleri hedef aldı - İsrail'in Gazze'deki sivil alanları ayrım gözetmeksizin bombalamasının tam tersi.

Uluslararası hukuk bu taktiği kınayabilir, ancak Hamas ya da diğer Filistinliler karmaşık bir şekilde planlanmış bir askeri operasyon sırasında sivilleri esir alarak hedef aldıkları ölçüde, bu onları öldürme niyetiyle değil, İsrail'in işkence hapishanelerinde esir tutulan ve dünya tarafından uzun süredir terk edilmiş binlerce Filistinlinin serbest bırakılmasıyla takas ederek evlerine canlı dönmelerini sağlamak amacıyla yapılmıştır.

Buna karşın İsrail, çarpık bir ahlak anlayışıyla Filistinlileri ortadan kaldırmak için öldürüyor çünkü Filistinlilerin de üstünlüğü ele geçirdiklerinde aynı şeyi yapacaklarına inanıyor.

Barış için gerekli koşullar

Tüm bunlara rağmen, sadece Müslümanlar Yahudilere Fırat'tan Nil'e kadar Ortadoğu'da gerçek bir barış umudu sunabilir.

Püf noktası? Bu barış Filistin'in yerli halkının zararına olamayacağı gibi, apartheid haydut bir devlet kisvesi altında ya da Arap ve Müslüman toprakları üzerindeki Avro-Amerikan egemenliğinin bir uzantısı olarak da olamaz.

Ancak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu hem İsrail halkını hem de Avrupalı-Amerikalı destekçilerini kandırmaya devam etmektedir.

Bir saadet zinciri dolandırıcısına benzeyen Netanyahu, kafası karışmış İsrail toplumunu yatıştırmak için suikastlara, çağrı cihazlarını patlatmaya ve hatta Suriye'yi bombalamaya bel bağlamıştır.

Devam eden savaşı temel soruları ihmal ediyor: İsrail'in güvenliği nerede? İsrailli esirler nerede?

Hamas'ın sözde yıkımına ilişkin kanıtlar nerede? İsrail'in Sinvar'ın esirlerin arkasına saklandığı yönündeki iddiaları ne olacak?

Sinvar'ın halkı arasında kök salan kahramanca son direnişinden sonra Filistinliler, direnişin her şeye rağmen devam ettiğini gösterdiler.

 

*Ashraf W. Nubani, tarih ve İslami dini liderlik alanlarında yüksek lisans derecelerine sahip bir avukattır. ABD dış politikası ve Orta Doğu üzerine yazmaktadır ve “Bridging the Gap: Islam's Challenge for America” kitabının yazarıdır.

HABERE YORUM KAT

4 Yorum