1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Badenoch gerçeği açıklıyor: İngiltere Gazze'deki 'vekâlet savaşının' kalbinde yer alıyor
Badenoch gerçeği açıklıyor: İngiltere Gazze'deki 'vekâlet savaşının' kalbinde yer alıyor

Badenoch gerçeği açıklıyor: İngiltere Gazze'deki 'vekâlet savaşının' kalbinde yer alıyor

​​​​​​​Muhafazakâr Parti lideri, İsrail ve Ukrayna'nın Batı için savaştığını itiraf ederek sessiz olarak konuşulanı yüksek sesle söylüyor.

04 Haziran 2025 Çarşamba 00:41A+A-

Jonathan Cook’un Middle East Eye’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Son 20 ayı, Gazze'nin iki milyondan fazla nüfusunu katledip açlığa mahkûm etmesine rağmen, her iki taraftaki İngiliz liderlerin neden İsrail'i neredeyse hiç eleştirmediklerini merak ederek geçirdiyseniz, nihayet geçen hafta bir cevap alabildik.

Muhafazakâr Parti lideri Kemi Badenoch, sessiz bir şekilde konuşulanı yüksek sesle söyledi. Sky'a şunları söyledi: “İsrail [Gazze'de] İngiltere adına bir vekâlet savaşı yürütüyor.”

Badenoch'a göre İngiltere - ve muhtemelen onun değerlendirmesine göre diğer batılı güçler - İsrail'i Hamas'a karşı desteklemekle kalmıyor. Bu savaşı istiyorlar ve yönlendirilmesine yardımcı oluyorlar. Bu mücadeleyi ulusal çıkarları açısından merkezi önemde görüyorlar.

Bu kesinlikle bir buçuk yıldan fazla bir süredir tanık olduklarımızla örtüşüyor. Hem Başbakan Keir Starmer'ın mevcut İşçi Partisi hükümeti hem de Rishi Sunak yönetimindeki Muhafazakâr selefi, İsrail'e İngiliz silahları gönderme konusundaki kararlılıklarında tereddütsüz davranırken, aynı zamanda katliama yardımcı olmak için ABD ve Almanya'dan da silah gönderdiler.

Her iki hükümet de Kıbrıs'taki Kraliyet Hava Kuvvetleri üssü Akrotiri'yi, İsrail'in Gazze'de vuracağı hedeflerin yerini tespit etmesine yardımcı olmak amacıyla gözetleme uçuşları gerçekleştirmek için kullandı. Her ikisi de İngiliz vatandaşlarının Gazze soykırımında asker olarak yer almaları için İsrail'e seyahat etmelerine izin verdi.

Her iki hükümet de Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı ve bir yıldan uzun bir süre önce İsrail'in eylemlerinin “makul bir şekilde soykırım” olarak değerlendirilebileceğine karar veren davaya katılmadı.

Ve her iki hükümet de İsrail'in Gazze'ye yönelik ölümcül saldırısını durdurmak için diğer batılı devletlerle birlikte uçuşa yasak bölge ilan edilmesini önermedi ve bunu denemedi. İsrail'in ablukasını kırmak ve bölgeye yardım ulaştırmak için diğerleriyle birlikte organize olmadı.

Diğer bir deyişle, her iki hükümet de İsrail'e maddi desteklerini kararlılıkla sürdürdü, her ne kadar Starmer yakın zamanda Gazze'deki bir deri bir kemik kalmış bebek ve küçük çocukların görüntülerinin - Auschwitz gibi Nazi ölüm kamplarındaki Yahudi çocukların görüntülerini anımsatan - dünyayı şoke etmesinin ardından retorik desteğini azaltmış olsa da.

Kodlanmış dil

Eğer Badenoch, İngiltere'nin Gazze'de bir vekâlet savaşı yürüttüğü konusunda haklıysa, bu her iki İngiliz hükümetinin de İsrail'in yoğun bombardımanı ve topyekün kuşatması nedeniyle Filistinli sivillerin – on binlerce ve muhtemelen yüz binlerce - ölümünden doğrudan sorumlu olduğu anlamına gelir.

Bu aynı zamanda Birleşik Krallık'ın orada iki milyondan fazla insanın kitlesel açlıkla karşı karşıya kalmasında suç ortağı olduğunu da tartışmasız hale getirmektedir ki Badenoch da siyasi tartışmaların şifreli diliyle bunu ima etmeye devam etmiştir.

Starmer'ın İsrail'in Gazze'nin tüm nüfusunu açlığa mahkûm etmesine yönelik son ve çok gecikmiş eleştirisine atıfta bulunarak şu gözlemde bulundu: “Benim görmek istediğim Keir Starmer'ın İngiliz ulusal çıkarlarının doğru tarafında olduğundan emin olmasıdır.”

Badenoch'a göre, Starmer'ın Gazze halkının soykırıma varan bir şekilde açlığa mahkûm edilmesinde İngiltere'nin aktif işbirliğini sınırlandırmaya yönelik -şimdiye kadar tamamen gerçekleşmemiş- zımni tehdidi İngiltere'nin ulusal çıkarlarına zarar verebilir. Tam olarak nasıl?

Bu yorumların Sky röportajcısı Trevor Phillips'i ürkütmesi ya da en azından şaşırtması gerekirdi. Ancak bu sözler dikkate alınmadı.

Badenoch'un “vekâlet savaşı” açıklaması da İngiliz müesses nizam medyasının geri kalanı tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. Sağcı yayınlar bunu fark etti, ancak sadece Batı'nın Gazze'deki vekâlet savaşını Batı'nın Ukrayna'daki vekâlet savaşıyla eşitlemesinden rahatsız oldukları anlaşılıyordu.

Ya da muhalefet liderinin ifade ettiği gibi: “İsrail İngiltere adına bir vekâlet savaşı yürütüyor, tıpkı Ukrayna'nın Batı Avrupa adına Rusya'ya karşı yürüttüğü gibi.”

Muhafazakâr Parti'nin yayın organı Spectator'daki bir köşe yazısı, Ukrayna'yı tanımlamak için “vekâlet savaşı” ifadesini kullanmasını eleştirdi ancak Gazze'deki vekâlet savaşına yapılan göndermeyi olduğu gibi kabul etti. Spectator'ın siyasi editör yardımcısı James Heale şunları yazdı: “Badenoch, Rusya'nın Ukrayna konusundaki tutumunu istemeden de olsa yineleyerek rakiplerinin eline kendisini dövebilecekleri bir sopa daha vermiş oldu.”

Tory eğilimli bir başka gazete olan The Telegraph da benzer temalı bir makale yayınladı: “Kremlin, Badenoch'un Ukrayna 'vekâlet savaşı' yorumlarını değerlendiriyor.”

İlgili savaşlar

Gazze'ye yönelik “vekâlet savaşı” sözlerine bir yanıt gelmemesi, her ne kadar kendisi bunu açıkça dile getirme tabusunu yıkmış olsa da, bu düşüncenin aslında Batı dış politika çevrelerindeki pek çok düşünceyi şekillendirdiğini göstermektedir.

Gazze'nin neden bir vekâlet savaşı olarak görüldüğüne dair bir cevaba ulaşmak için - İngiltere'nin bir soykırım pahasına bile olsa derinden yatırım yapmaya devam ettiği bir savaş - Ukrayna'nın neden benzer terimlerle görüldüğünü de anlamak gerekir. İki “savaş” göründüğünden çok daha bağlantılıdır.

Spectator ve Telegraph'ın şaşkınlığına rağmen Badenoch, Batı'nın Ukrayna'da bir vekâlet savaşı yürüttüğüne işaret eden ilk İngiliz lider değil.

Şubat ayında, seleflerinden Boris Johnson, Rusya ile Ukrayna arasında üç yıldır devam eden savaşa Batı'nın müdahil olduğunu gözlemlemişti: “Kabul edelim ki bir vekâlet savaşı yürütüyoruz. Bir vekâlet savaşı yürütüyoruz. Ama vekillerimize [Ukrayna'ya] bu işi yapabilme kabiliyeti vermiyoruz.”

Ukrayna hakkında gerçeği bilmesi gereken biri varsa o da Johnson'dır. Ne de olsa Moskova Şubat 2022'de komşusunu işgal ettiğinde başbakandı.

Kısa süre sonra Washington tarafından Kiev'e gönderildi ve burada Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky'yi, oldukça ilerlemiş olan ve bir çözüme yol açabilecek ateşkes görüşmelerini terk etmesi için güçlü bir şekilde silahlandırmış gibi görünüyor.

Saldırgan sınırlar

Johnson ve Badenoch'un Ukrayna'yı bir vekâlet savaşı olarak görmelerinin geçerli nedenleri var. Bu hafta sonu Donald Trump'ın Ukrayna elçisi Keith Kellogg da bu görüşleri yineledi. Fox News'e verdiği demeçte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'yı bir vekâlet savaşı olarak görmekte haksız olmadığını ve Batı'nın Kiev'e silah sağlayarak saldırgan rolünü oynadığını söyledi.

Batı, Moskova'nın bunun kırmızı çizgiyi aşacağı yönündeki açık uyarılarına rağmen NATO'nun saldırı sınırlarını yıllarca Rusya'ya doğru genişletmişti.

Batı, Rusya'nın komşusu Ukrayna'yı NATO'nun askeri çatısı altına sokmakla tehdit ederken, Rusya'nın sadece iki tepkiden birini vermesi muhtemeldi. Ya Putin önce gözünü kırpacak ve Rusya'yı askeri olarak köşeye sıkışmış, NATO füzeleriyle - potansiyel olarak nükleer başlıklı - kapısının önünde, Moskova'dan birkaç dakika uzakta bulacaktı. Ya da Ukrayna'nın NATO üyeliğini işgal ederek durdurmak için önleyici bir tepki verecekti.

Batı her iki durumda da kaybedecek bir şeyi olmadığına inanıyordu. Rusya işgal ederse, NATO Ukrayna'yı bir savaş alanı olarak kullanıp Moskova'nın kanını akıtmak için bahane bulacaktı; hem yaptırımlarla ekonomik olarak hem de savaş alanını Batı silahlarıyla doldurarak askeri olarak.

Bildiğimiz gibi Moskova işgali seçti. Ve gerçekten de ağır bir şekilde kan kaybederken, Ukrayna güçleri ve Avrupa ekonomileri daha hızlı ve daha ağır bir şekilde kan kaybediyor.

Sorun silah eksikliği değil -Batı çok sayıda silah tedarik etti- Ukrayna'nın savaşın midesine gönderilecek askerlerinin tükenmiş olması.

Batı elbette kendi askerlerini göndermeyecektir. Vekâlet savaşı, başka birinin, bu durumda Ukraynalıların sizin için savaşması - ve ölmesi - anlamına geliyor.

Üç yıl sonra ateşkes koşulları da dramatik bir şekilde değişti. Kendi halkının kanını bu kadar çok döken Rusya, özellikle fethettiği ve ilhak ettiği doğu toprakları konusunda taviz vermeye çok daha az hazır.

Ukrayna'da ABD Başkanı Donald Trump'ın bile çekilmeye hazır göründüğü bu dibe vuruşa, tam da NATO'nun Johnson aracılığıyla Ukrayna'yı kazanılamaz bir savaşı sürdürmeye itmesi nedeniyle ulaştık.

Tam spektrum hâkimiyeti

Bununla birlikte, Batı'nın Ukrayna'daki eylemlerinin çarpıtılmış da olsa jeopolitik bir mantığı vardı. Askeri ve ekonomik bir güç olan Rusya'nın kanını akıtmak, bugünlerde hangi parti iktidarda olursa olsun Batı başkentlerini yöneten neo-muhafazakârların şahin öncelikleriyle örtüşüyor.

Yeni muhafazakârlar eskiden askeri-endüstriyel kompleks olarak adlandırılan şeye değer veriyorlar. Batı'nın dünyanın geri kalanına karşı uygarlık üstünlüğüne sahip olduğuna ve boyun eğmeyi reddeden her devleti yenmek ya da en azından kontrol altına almak için üstün cephaneliğini kullanması gerektiğine inanıyorlar.

Bu, “kapıdaki barbarlar” ya da yeni muhafazakârların çerçevelemeyi sevdiği şekliyle “medeniyetler çatışması”nın modern bir yeniden tasavvurudur. Onlara göre Batı'nın çöküşü, Karanlık Çağ'a geri dönüş anlamına gelecektir. Sözüm ona bir ölüm kalım mücadelesi içindeyiz.

“Batı” dediğimiz şeyin emperyal merkezi olan ABD'de bu durum, savaş endüstrilerine - ya da ‘savunma’ olarak adlandırılan şeye - yapılan devasa yatırımları meşrulaştırdı, çünkü askeri üstünlüğü sürdürmek için gereken sonsuz kemer sıkma politikalarından bıkmış iç kamuoylarına daha kolay satılabiliyor.

Batı başkentleri “küresel polis” olarak hareket ettiklerini iddia ederken, dünyanın geri kalanı Batı'yı daha çok sosyopat bir mafya babası olarak görüyor. Hangi çerçeveden bakılırsa bakılsın, Pentagon resmi olarak ABD'nin “küresel tam spektrum hâkimiyeti” olarak bilinen bir doktrinin peşinde. Ya boyun eğeceksiniz -yani dünyanın kaynaklarını kontrol etmemize izin vereceksiniz- ya da bedelini ödeyeceksiniz.

Pratikte bu tür bir “dış politika” dünyayı zorunlu olarak ikiye böldü: Baba'nın kampında olanlar ve bunun dışında kalanlar.

Eğer Rusya, Ukrayna'yı Moskova'nın yanı başında bir NATO ileri üssüne dönüştürerek kontrol altına alınamaz ve etkisiz hale getirilemezse, Batı tarafından Rusya'nın ABD'nin küresel hegemonyasına karşı Çin'le ittifak yapma kabiliyetini etkisiz hale getirecek zayıflatıcı bir vekâlet savaşına sürüklenmeliydi.

Şiddet eylemleri

Badenoch ve Johnson'ın Ukrayna'daki vekâlet savaşından kastettikleri de budur. Peki, İsrail'in Filistinli sivilleri doygunluk bombardımanı ve planlı açlık yoluyla kitlesel olarak katletmesi nasıl bir vekâlet savaşıdır ve Badenoch'un iddia ettiği gibi İngiltere ve Batı'nın yararınadır?

İlginç bir şekilde Badenoch, “İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı” için birbiriyle pek de uyumlu olmayan iki neden öne sürdü.

İlk olarak Sky'a şunları söyledi: “İsrail, iade edilmeyen 58 rehineyi almak için bir savaş veriyor. Tüm bunlar bununla ilgili. Emin olmamız gereken şey Hamas'ın kökünü kazıyacak tarafta olduğumuzdur.”

Ancak “Hamas'ın kökünü kazımak” bile İngiliz dış politika hedefleriyle örtüşmüyor. Ne de olsa, İngiltere'nin Hamas'ı terör örgütü olarak tanımlamasına rağmen, Hamas hiçbir zaman İngiltere'ye saldırmadı, böyle bir niyeti olmadığını söyledi ve bunu yapabilecek bir konumda olması da pek olası değil.

Bunun yerine, İsrail'in, Batı'nın gözle görülür işbirliğiyle Gazze'yi yerle bir etmesinin, öfkeli insanları hazırlıklı olunamayan ya da durdurulamayan rastgele ya da yanlış yönlendirilmiş şiddet eylemlerine -yakın zamanda Washington DC'de iki İsrail elçiliği çalışanını öldüren ABD'li silahlı saldırgana benzer terör eylemlerine- teşvik etmesi çok daha muhtemeldir.

Bu durum, İngiltere'nin Tel Aviv'in arkasında dimdik durmak yerine İsrail'in eylemleriyle arasına mümkün olduğunca çabuk mesafe koyması gerektiği sonucuna varmak için yeterli bir sebep olabilir.

Badenoch ancak Phillips tarafından pozisyonunu açıklamaya zorlandığında yön değiştirdi. Görünüşe göre mesele sadece rehineler değildi. Şöyle ekledi: “Hamas'ı kim finanse ediyor? İran, bu ülkenin düşmanı.”

Kendi mantığı tarafından köşeye sıkıştırılan Badenoch, daha sonra Batı'nın neo-muhafazakâr konfor battaniyesine sıkıca sarıldı ve bir “vekâlet savaşından” söz etti.

'Cesaretlendirici' gerçek mi?

Badenoch'un işaret ettiği nokta ‘Jewish Chronicle'ın’ eski editörü Stephen Pollard'ın dikkatinden kaçmadı. Bir köşe yazısında Sky röportajını değerlendirdi: “Badenoch'un gerçeklere karşı cesur bir tavrı var - onu popüler yapmasa bile olduğu gibi söylüyor.”

Badenoch'un “cesaretlendirici” gerçeği, İsrail'in, İngiltere'nin Filistin'i yerli Filistin nüfusunun yerine “Yahudi halkı için ulusal bir yuva” olarak tasarladığı bir asırdan daha uzun bir süre önce olduğu gibi, Batı gücünün petrol zengini Orta Doğu'ya yansıtılmasında merkezi bir rol oynadığıdır.

Badenoch'un da kabul ettiği üzere, Britanya'nın bakış açısına göre İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı, merkezi olarak “Hamas'ın kökünü kazımak” ya da örgütün 7 Ekim 2023'te İsrail'e yönelik saldırısı sırasında alınan “rehineleri geri almak” ile ilgili değildir.

İsrail'i silahlandırmak daha ziyade İran ve bölgesel müttefikleri gibi Batı'nın Ortadoğu'daki hâkimiyetine - ya da Filistinliler söz konusu olduğunda kendi mülksüzleştirilmelerine ve silinmelerine - boyun eğmeyi reddedenleri zayıflatmak içindir.

Bu açıdan bakıldığında İsrail'i silahlandırmak, Rusya'nın Doğu Avrupa'daki etkisini zayıflatmak için Ukrayna'yı silahlandırmaktan farklı görülmüyor. İsrail'in Filistinlileri Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria'da hapishanelere ve toplama kamplarına kapattığı kadar etkili bir şekilde Batı'nın jeostratejik rakiplerini - ya da sadece Batı'nın “tam kapsamlı hâkimiyeti” prizmasından bakılmasaydı potansiyel ortaklarını - kontrol altına almakla ilgilidir.

Bu strateji, Rusya, Çin, İran ve diğerlerinin bir gün etkili bir şekilde birleşerek ABD ve müttefiklerini ağır tahkim edilmiş tepelerinden atma tehlikesini bertaraf etmekle ilgilidir. Brics gibi ittifaklar, Batı hâkimiyetine karşı böyle bir saldırı için potansiyel bir araç olarak görülüyor.

Retorik ne olursa olsun, batı başkentleri esas olarak askeri ya da “uygarlık” tehditlerinden endişe duymuyor. “Düşmanları” tarafından işgal edilmekten ya da fethedilmekten korkmuyorlar. Aslında, Ukrayna gibi yerlerdeki pervasız davranışları, dehşet verici bir nükleer çatışmayı daha olası hale getiriyor.

Batı dış politikasını yönlendiren şey, küresel ekonomik üstünlüğü sürdürme arzusudur. Ve Batı'nın üstün askeri gücüyle diğer devletleri terörize etmek, bu üstünlüğü sağlamanın tek yolu olarak görülüyor. 

Batı'nın korkuları yeni olmadığı gibi partizanca da değildir. Batılı kurumlar arasındaki farklılıklar hiçbir zaman Batı'nın İsrail ve Ukrayna gibi müşteri devletler aracılığıyla dünya genelinde “tam spektrumlu hâkimiyet” kurması gerekip gerekmediği konusunda değildir. Bunun yerine, Batı'nın bu müşteri devletler içinde hangi unsurlarla daha yakın işbirliği yapması gerektiği konusunda hizipsel bölünmeler ortaya çıkmaktadır.

'Haydut' politikası

İttifaklar meselesi, hükümetteki aşırı sağcı ve aşırı dinci grupların Orta Doğu'daki yerleri ve rolleri konusunda neredeyse mesihçi bir görüşe sahip olduğu İsrail örneğinde özellikle sıkıntılı olmuştur.

Başbakan Binyamin Netanyahu ve ona yakın birçok kişi on yıllardır ABD'yi İran'a bir saldırı başlatması için manevra yapmaya çalışıyor, en azından İsrail'in Orta Doğu'daki ana rakibini ortadan kaldırmak ve nükleer silahlı bölgesel üstünlüğünü sonsuza dek garanti altına almak için.

Netanyahu şu ana kadar Beyaz Saray'da muhatap bulamadı. Ama bu onu denemekten alıkoymadı. Washington ve Tahran arasındaki görüşmelerin ortasında Trump'ı İran'a yönelik bir saldırıya katılmaya zorlama çabaları içinde olduğu yaygın olarak bildiriliyor.

İngiliz şahinler uzun yıllardır bu manevralarda kendi rollerini oynuyor gibi görünüyorlar. Yakın geçmişte, İngiliz hükümetinin sağ kanadından en az iki hırslı bakan, İsrail güvenlik kurumlarındaki en kavgacı unsurlarla yakınlaşmaya çalışırken yakalandı.

2017 yılında Priti Patel, sözde bir aile tatilindeyken Netanyahu da dâhil olmak üzere üst düzey İsrailli yetkililerle 12 gizli toplantı yaptığının ortaya çıkmasının ardından uluslararası kalkınma sekreterliğinden istifa etmek zorunda kaldı. New York ve Londra'da İsrailli yetkililerle başka kayıt dışı toplantılar da yapmıştır.

Altı yıl önce dönemin Savunma Bakanı Liam Fox da İsrailli yetkililerle yaptığı bir dizi gizli toplantının ardından istifa etmek zorunda kalmıştı. Fox'un bakanlığının, ABD'nin İran'a askeri bir saldırı düzenlemesi durumunda, Amerikalıların Hint Okyanusu'ndaki bir İngiliz toprağı olan Diego Garcia'yı kullanmasına izin vermek de dâhil olmak üzere, İngiltere'ye yardım için ayrıntılı planlar hazırladığı da biliniyordu.

İsmi açıklanmayan hükümet yetkilileri o dönemde Guardian'a Fox'un “alternatif” bir hükümet politikası izlediğini söyledi. Eski İngiliz diplomat Craig Murray ise daha açık konuştu: Hükümet içindeki kaynakları Fox'un İran'a yönelik “haydutça” bir dış politikada İsrail ile işbirliği yaptığını ve bunun İngiltere'nin belirtilen amaçlarına aykırı olduğunu öne sürdü.

Suç mahalli

Batı'nın davranışları rasyonel ya da ahlaki değil ideolojiktir. Batı'nın İsrail'in Gazze'deki soykırımına verdiği desteğin zorlayıcı ve kendi kendini sabote edici doğası, Ukrayna'daki eylemlerinin kendi kendini sabote edici doğasından -çok daha kaba olsa da- farklı değildir.

Batı Rusya'ya karşı savaşı kaybetti ama öğrenmeyi ya da uyum sağlamayı reddediyor. Ve hala sahip olduğu ahlaki meşruiyeti, önce Mısır'a etnik temizlik yapılmazsa milyonlarca insanı açlıktan öldürmeye kararlı bir İsrail askeri işgalcisini desteklemek için harcadı.

Netanyahu, Zelenskiy'nin Ukrayna'da kanıtladığı gibi kolay satılabilir, sevimli bir askeri maskot olmamıştır.

Kiev'e verilen destek en azından barbar Rusya ile yaşanan medeniyetler çatışmasında doğru tarafta yer almak olarak sunulabilir. İsrail'e verilen destek Batı'nın ikiyüzlülüğünü, güce sadece kendi çıkarları için taptığını ve psikopat içgüdülerini ortaya koymaktadır.

İsrail'in soykırımına verilen destek, Batı'nın ahlaki üstünlük iddiasını en kandırılmış taraftarları dışında herkes için boşa çıkarmıştır. Ne yazık ki, bu kişiler arasında hala, tek gerekçeleri başında bulundukları inanç sisteminin tarihteki en değerli sistem olduğunu iddia ederek, bu sistemi yüceltmek olan Batılı siyaset ve medya kuruluşlarının çoğu yer almaktadır.

Starmer gibi bazıları, kendilerine güç kazandıran ahlaki açıdan iflas etmiş sistemi korumak için umutsuz bir çabayla söylemlerini yumuşatmaya çalışıyor.

Badenoch gibi diğerleri ise hala üstün Batı kültünün büyüsüne o kadar kapılmış durumdalar ki, artık kendilerini adamamış olanlara söylemlerinin ne kadar saçma geldiğini göremiyorlar. İsrail'in zulmüyle arasına mesafe koymak yerine, kendisini - ve İngiltere'yi - suç mahalline yerleştirmekten mutluluk duyuyor.

Batı kamuoyu artık gerçeği görüyor. Şimdi liderlerimizden tam anlamıyla hesap sorma zamanıdır.

 

*Jonathan Cook, İsrail-Filistin çatışması üzerine üç kitabın yazarı ve Martha Gellhorn Gazetecilik Özel Ödülü sahibidir.

HABERE YORUM KAT