1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ali Bulaç, Cemaati de Resmeder mi?
Ali Bulaç, Cemaati de Resmeder mi?

Ali Bulaç, Cemaati de Resmeder mi?

Ali Bulaç, AK Parti için çizdiği “Büyük Resim”in bir benzerini Gülen Cemaati için de çizecek mi? Bahadır Kurbanoğlu'nun haberi...

27 Aralık 2013 Cuma 10:19A+A-

HAKSÖZ-HABER

Ali Bulaç’ın 2007 seçimleri öncesinden bu yana yapageldiği AK Parti eleştirilerinde ilginç gelgitler söz konusu. Parti ve liderliği, ürkek, bölgesine hapsolmuş, 28 Şubat’tan birikmiş problemleri çözmede pasif ve çekingen bir tutuma sahipse Bulaç’ın, İslamcılığını konuşturduğu; eğer İslamcıları bile şaşırtacak düzeyde bağımsız ve ümmetçi bir rotaya girmişse Bulaç’ın partiye “temkinlilik”, “pragmatizm”, “hadbilirlik” önerdiği gözlemlenmekte.

Yolsuzluklar ya da BOP konusunda “İslamcı” eleştiriler ortaya konarken; Ortadoğu İntifadaları öncesi ve sonrası edindiği pozisyon sorgulanırken eleştirilerin nereye oturtulduğu da iyi izah edilmeli değil mi?

Merak edilen diğer bir husus da, Bulaç’ın AK Parti için çizdiği “Büyük Resim”in bir benzerini Gülen Cemaati için de çizip çizmeyeceği. Çünkü kamuoyu, son on yıllık süreçte AK Parti ile paralel düzlemde gelişme kaydeden ve 17 Aralık’la birlikte startı verilen süreçte Gülen cemaatinin nereden nereye yürüdüğünü de oldukça merak etmekte. Hele ki AK Parti üzerine yazılan yazılar yahut yapılan eleştiriler onun bir iktidar oluşumu olmasından ve yerel ve bölgesel ölçekte ülke insanının kaderini belirlemedeki rolünden kaynaklanıyorsa, aynı şekilde Cemaatin de ondan aşağı kalmadığını, iktidar alanlarına oynadığını, hatta bunun için emniyet-yargı-istihbaratı da içeren çeşitli yollara başvurduğu ve bunu da sadece yerel gücüne yaslanarak yapmadığı Cemaatin kadroları dışında tartışma konusu bile edilmiyor. “Büyük Resim”in içerisindeki pozisyonunun ne olduğu merak edilen; Mavi Marmara’dan Filistin, İsrail, ABD, Suriye, Mısır politikalarına; içeride Kürt sorunu ve açılım meselesine yaklaşım ve 7 Şubattan itibaren üretilen siyasetler bağlamında da Cemaat’in de “Büyük Resmi”nin ne olduğu konusunda Ali Bulaç’ın ne düşündüğü merak konusu.

Bulaç’ın geçmişte yaptığı AK Parti çözümlemelerini hatırlatıp değerlendirmeyi okurlara bırakalım:      

Haziran 2010

“Türkiye’nin dış politikası ABD’nin iradesi dışında değil”
 

Temmuz 2007

Genel dış politika sorunlarıyla ilgili olarak hükümetin elinde AB yol haritası ve ABD'yle uyumlu bir dış politika izlemekten başka bir inisiyatif olmadı. Hatta uluslar arası ilişkiler ve dış politika konularında uzman olan akademisyen ve gözlemcilerin açıkça ifade ettikleri gibi, AK Parti'nin kendini Amerika ve Avrupa nezdinde ‘desteklenmeye değer parti’ olarak takdim etmesinin en önemli argümanı budur. Eğer AK Parti, AB üyelik sürecini bütün var gücüyle ve samimiyetle yürüteceği yönünde sağlam bir taahhütte bulunmamış olsaydı, dış güçlerin onu desteklemesi düşünülemezdi…”

AK Parti'nin kuruluşunda rol oynayan büyük güçlerle uzlaşma doktrini çerçevesinde- İsrail'le giriştiği açık ve gizli ilişkiler -en azından- Türkiye'yi ‘arkadan giden bir ülke’ konumuna itti. Öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye, Amerika ile bile ilişkilerini ‘İsrail üzerinden kurma’ya başladı.

“Türkiye gibi bir ülkenin elbette radikal bir biçimde Amerika, Avrupa ve hatta İsrail'le ilişkilerini kesmesini beklemiyor. Bu aşamada, yakın veya orta vadede çok akıllı bir tutum olmaz. Ancak elindeki gücü, avantajı ve kozları görmezlikten gelip, bir iktidarın iplerini İsrail'e kaptırması kabul edilemez. Kim bu yönde eleştiri yapıyorsa, iktidar çevresi ‘Bunlar radikal adamlar, real politikten anlamazlar’ diye suçlamaktadırlar ki, bu da tamamiyle boş bir propagandadan ibarettir. Hakikatte olan şu ki, İsrail ile ilişkiler hiçbir zaman iddia edildiği üzere real-politik hesaplar dahilinde kurulmamış -ki kimsenin buna itirazı yok-, aksine içerde iktidara gelmenin ve iktidarda kalmanın yegane imkanı ve güvencesi olarak görülmüştür. Bazı münferit ve iç politikaya dönük çıkışlar bir yana, İsrail’le ilişkiler hiçbir dönemde bu seviyeye çıkmış değildir; öyle ki dünyadaki en büyük Yahudi kuruluşu olan JINSA, 28 Şubat sürecinin baş aktörü Çevik Bir'den sonra ikinci ödülü Başbakan R. Tayip Erdoğan'a verdi. İsrail ve Yahudi kuruluşları, dünyada hiç kimseye, real politika yürüten kimselere bu ödülü vermez.”

“…Bu hükümet ve stratejistleri Türkiye'yi ‘basit bir kanat ülke’, üzerinden gelip geçilen, çiğnenen ‘bir köprü’ ve zavallı ‘bir hamal’ olarak algılamış, bize bu misyonu uygun görmüşlerdir. ‘Biz küresel güç olması gereken Avrupa'yı Ortadoğu'ya, Asya'ya, Türki cumhuriyetlere, İslam dünyasına taşıyacağız’ demek gurur kırıcıdır, vizyon körlüğüdür…”

“Asla affedilmemesi gereken şu ki, bu profesyonel siyasetçilerin siyasete ‘Müslüman veya İslamcı’ başlayıp, iktidara gelme noktasına yaklaştıklarında sayısız insanın emeği, mü'minlerin acısı ve gayretiyle oluşmuş bu mirası reddedip İslamcılığı küçümsemeleridir. Kasımpaşa'da 50 yıllık Kur'an kursunu yıktırmak, İzmit'te başörtüsü eylemi yapan ve canı yanmış kızları coplatmak bu çerçevede, yani “İslamcılık'tan ne kadar uzaklaşıldığı” yönünde verilen mesajlardı. Bu açıkça İslamcılığın, başka bir ifadeyle Müslümanlığın, yani “dinin siyasette istismarı”dır.”

Seçimler öncesi bypass edilen Milli Görüş kökenli milletvekillerine günümüz gelişmeleriyle bağlantılı düşündüğümüzde manidar eleştiriler:

“Yukarıda anlattıklarımızın tümüne ses çıkarmayan, fakat aday gösterilmeyince feryad eden Milli Görüşçü milletvekillerine de bir çift sözümüz olmalı. Bu olayda İncil'deki söz hükmünü icra etmiştir: “Kılıç kullanan, kılıçla karşılık görür.” Bir “proje” içinde yer alırken hiç sesiniz çıkmadı, 4,5 sene liderinize ve önünüze konan her karar ve icraata itaat ederek onay verdiniz, eğer ilkelerinize bağlı kalıp liderinizi ve partinizi ahlaki bir denetime tabi tutabilseydiniz bu kadar kolay harcanmazdınız.”

Ve bugün:

Aralık 2013

“Büyük resme baktığımızda şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: NATO içinde müttefiki olduğumuz, aramızda stratejik ortaklık ve model ortaklık ilişkisi olan Amerika’nın bugünkü ‘devlet politikası’ mevcut AK Parti iktidarını onaylamıyor, ipler giderek kopma noktasına geliyor. Üyelik sürecini devam ettirmeye çalıştığımız AB ile ilişkilerimiz son derece kötü, ağır, umutsuz bir mecrada seyrediyor. Bölge ülkelerinden -bizim mi, onların mı haklı veya haksız olduğu konusu bir yana- Irak’la gerilimli ilişkiler yaşıyoruz, Suriye ve Mısır’la ilişkilerimiz kopmuş bulunuyor. Suudi Arabistan’la eskisine benzemeyen bir ilişkiler dönemine giriyoruz. En yakın partnerimiz Katar, baba şeyhin tahttan çekilmesiyle kendine yeni bir rota çizmektedir. En büyük komşumuz İran’da köklü bir değişiklik oldu…”

Bulaç’ın memnun olması için hangi resme yakın durmak gerek? Acaba yepyeni bir resim mi çizilmesi gerekir? Resme salla pati fırça darbeleri vuranları nereye oturtacağız? gibi soruların pek önemi kalmıyor. 

ABD-İsrail eksenli politikalar, teslimiyetçilik, vizyonsuzluk, körlük, İslamcılık, İslam-dışılık ve en nihayetinde yalnızlık eleştirileri üzerinden çizilen bu 10 yıllık tasvirin bir benzerini Cemaat için de beklediğimizi yineleyelim. Bu “içeriden” ayna tutma ve eleştiri (ya da özeleştiri diyelim) belki de maslahatların celbi ve mefsedetlerin defi adına tüm ümmet için hayırlı olur, kim bilir!

 

HABERE YORUM KAT

11 Yorum