1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. "Afganistan'daki insanlar lükse düşkün değil"
"Afganistan'daki insanlar lükse düşkün değil"

"Afganistan'daki insanlar lükse düşkün değil"

İHH Mütevelli Heyeti Başkan Vekili Hüseyin Oruç, Amasya İHH’da “Afganistan Gerçeği” başlıklı bir konuşma yaptı.

14 Şubat 2022 Pazartesi 10:27A+A-

Geçtiğimiz ay Afganistan’a giden Hüseyin Oruç Amasya’da İHH’da gözlemlerini aktardı.

Afganistan'da hakkında kapsamlı bilgiler veren Hüseyin Oruç, "İnsanların beklentileri lüks bir evde oturmak değil, lüks mobilyalar satın almak değil, çocuklarını kolejlerde okutmak değil" dedi. 

Hüseyin Oruç sunumunda şu hususlara değindi:

Afganistan’da şu an neler yaşanıyor?

Afganistan için 15 Ağustos tarihi çok önemli oldu. Amerika’nın bölgeden çekilmesiyle ilgili pazarlıklar Katar’da devam etti ve normalde mayıs ayından itibaren çekilmek üzere anlaştılar. Yeni Afgan hükümetinin de bir geçiş hükümeti olması, bu hükümetin içerisinde Amerika’yla savaşı yürüten Taliban’ın ve onunla birlikte mevcut Afgan hükümetinin yetkililerinin olması planlanmıştı. Ama 15 Ağustos’ta Eşref Gani ülkeyi terk etti. Bunun üzerine Taliban’ın hızlıca Kabil’e girip güvenliği sağlaması üzerine anlaşma yapıldı. Ülkenin çoğu yerinde çatışmaya gerek olmadan kontrolü sağlamışlardı. Kabil’de de çok kısa süre içerisinde kontrolü sağlayıp güvenliği temin ettiler.

Yeni hükümetin çok önemli iki şeyi başardığını gördüm. Birincisi, şu anda Afganistan’ın tamamına yakınında güvenlikle ilgili problemler çözülmüş. İkincisi ise birlik. Ülkede artık tek bir otorite var. Yeni Afgan hükümeti bütün ülkeye hakim. Öncesinde etnik bir bölünme vardı, bir Afgan hükümeti vardı ama her etnik lider kendi bölgesinin başı gibiydi. Yeni hükümette ağırlığı Peştun olan, ama diğer etniklerin de bakan olduğu, bakan yardımcısı olduğu bir yapılanmaya gidilmiş. Hem içeride birliklerini sağlamaya devam ediyorlar hem de yeni Afganistan’ı dünyaya tanıtmak, dünyayla iletişimini kurmak için çaba harcıyorlar.

Afganistan bölge için neden önemli bir ülke?

Afganistan bulunduğu coğrafya açısından kilit bir noktada. Birçok devletle sınırı var, tam ortada. İran, Pakistan, Rusya, Çin, ABD, herkes bölgeyle ilgili hesabını orada görmüş. Belki de bölgenin en zayıf ülkesi olmasından kaynaklanıyor. Bütün bu uluslararası güçlerin hepsinin gelip oradaki anahtarda olma isteği var. Ruslar için ayrı, Çin için ayrı bir stratejik konumu var. ABD bu ikisini konumlandırmak için orada olmak istedi. İngilizler geçmişte benzer şeyi istiyorlardı. Pakistan için ise milli güvenlik problemi. İran için de aynı şekilde. Bu kadar büyük çıkarların çatıştığı yerde de faturayı hep Afgan halkı ödemiş. Bunun yanına ekonomik imkanları koyabilirsiniz, insan gücünü koyabilirsiniz, ama en büyük problemi coğrafyası ve insan kapasitesi. 50 yıla yakın bir zamandır savaş var. Nesiller cahil bırakılmış, etnik bölünme temin edilmiş. Afgan olmaktan, Müslüman olmaktansa Peştun olmak, Tacik olmak, Türkmen olmak önemli hale gelmiş. Bu da toplumsal kırılmalara neden olmuş.

Afgan halkı yaşananlardan nasıl etkileniyor?

Halk her şeyden bıkmış. İki şey Afgan halkı için olmazsa olmaz, güvenlik ve birlik. Şu anda bunun sağlandığını görüyorlar ve bundan dolayı ciddi bir memnuniyet var. Ülkenin en büyük problemlerinden biri de yoksulluk. Zaten kıt olan imkanlar belli sayıda ailenin kontrolüne girmiş ve tamamen oralara akıyor. Müthiş bir gelir adaletsizliği ortaya çıkmış. Yeni hükümet bütün bunları bitirmeyi vadediyor. Bundan da Afgan halkı memnun ve ilk defa da bir umudu var. Kimin geldiği çok umurlarında değil. Yeter ki güvenlik olsun, yeter ki karınlarını doyuracak imkanlara kavuşsunlar. Çünkü geçmiş her şeyiyle çok karanlık. Ben arazide dolaşırken Afganistan’da, bütün etnik yapılarda bunu gördüm. Türkmen olan da Tacik olan da Peştun olan da Hazaralar da hepsi bunlar sağlanırsa birlikte yaşayabileceklerine inanıyor. Halkın derdi çocukları, halkın derdi karınlarını doyurmak. Bu imkanları bulacaklarını umut ediyorlar.

İHH Afganistan’daki çalışmalarına ne zaman ve nasıl başladı?

Afganistan bizim ilk çalıştığımız ülkelerden bir tanesi. Sanıyorum ilk ziyaretimiz 1996’da oldu. O tarihten beri biz düzenli olarak Afganistan’da çalışmalar yapıyoruz. Kendi iç dengelerinden dolayı Suriye gibi, Pakistan veya Somali gibi çok büyük projeler yaptığımız bir ülke olmadı Afganistan. Daha dengeli giden bir çalışmamız oldu. Ağırlıklı olarak yetimlere yönelik çalışmalar yaptık. Şu anda 3 binden fazla yetimimiz var, onlara düzenli olarak yardım ulaştırıyoruz. Kabil’in merkezinde çok güzel bir yetimhanemiz var. Bizim için bütün yetimhaneler çok değerli. Ama oradaki yetimhane, Türkiye’den iki arkadaşımızın, Bahattin Yıldız ağabey ile Faruk Aktaş’ın ve Afganistanlı iki kardeşimizin şehit oldukları uçak kazası sonrası yapılan bir yetimhane. Çok sayıda su kuyusu yapıldı, çok sayıda öğrenci yetişti. Bu savaşın içerisinde çok büyük bir cahillik var ama eğitime önem veren, geleceğin eğitimde olduğunu gören ve bunun için çocuklarını yetiştirmeye çalışan çok fedakar aileler de var. Yüzlerce çocuk hem yetimhanemizde hem de açtığımız eğitim tesislerinde hayata hazırlandılar. Şimdi çalışmalarımızı biraz daha yoğun devam ettiriyoruz. Çünkü insani durum her gün biraz daha zorlaşıyor, her gün büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya kalıyorlar. Ne kadar çok destek bulabilirsek de o kadar yoğun bir şekilde Afganistan’da olmak istiyoruz.

Son süreçte neler yapıldı, Ağustos sonrası hangi kampanya ve projelere ağırlık verildi?

2 milyon civarı yetimin olduğu söyleniyor Afganistan’da. 30 milyonluk nüfus içinde 2 milyon yetim çok büyük bir sayı. Bunların bir kısmı yetimhanelerde kalıyorlardı. Şimdi halkın kendi imkanları yok, kuraklık yaşanmış, ekonomik kriz yaşanıyor. Tüm bunların hepsi üst üste gelince yetimhanelere olan destek çok aza inmiş. Buraların desteklenmesine yönelik, en azından gıda ihtiyaçlarının teminine yönelik özel bir proje devam ediyor. İç göçle şehirlerin etrafına gelen mülteciler var. Ekibimiz onlara yönelik çalışmalarını sürdürüyor. Gazne şehrinde büyük bir yetimhane yapılacak inşallah. “İlk tesis ortaya çıktıktan sonra onun yenileri inşallah başkaları tarafından da yapılır.” diye umut ediyoruz. Ama özellikle Afganistan’ın bu kışı geçirmesi için bütün dünyanın yoğun bir şekilde destek olması lazım.

Buğday tohumu neden önemli?

Bu sene bir kuraklık yaşadılar. Bu kuraklık sebebiyle ellerinde tohum da yok, ekecek bir şeyleri de yok. Bunlar hibrit tohum değiller, yani oradan ürettiğimiz buğday da tohum olarak kullanılabilecek. Afganistan iklimine uygun bu tohumların şu an bir kısmı ekildi, bir kısmı da önümüzdeki baharda ekilecek. Alınan yüz tonu götürdük ama ilk ürün alındığında bu, iki bin ton olacak. Ondan sonraki yılda da katlanarak artacak. Bunu anlayan bir tarım bürokrasisi var. Afganistan’ın buğday  tohumu altyapısını oluşturacak bir yardım oldu. Bunu iyi bir şekilde değerlendirdiklerinde tohum konusunda Afganistan’ın dışa bağımlılığı çok azalacak. Bu çok stratejik bir şey.

Türkiye için de ekmek önemli ama Afganistan için çok daha önemli, halkın temel besini. Kiminle konuşursanız hep diyor ki “Biz Rusları da Amerikalıları da ekmek ve çayla yendik.  Başka bir şeyimiz yoktu.” Onun için buğday çok önemli. Dışarıdan satın almak zorundalar ama Afganistan’ın da üretim yapma kapasitesi oldukça yüksek. Halkın zaten yüzde 80’e yakını tarımla uğraşıyor. Ağırlıklı olarak tarıma yatırım yapacaklar, tarımı destekleyecekler. En başta gıda noktasında kendi kendine yeten bir Afganistan oluşturmak istiyorlar. Halkın talebi de birinci derecede bu zaten.

Afganistan’a getirilen kısıtlamalar ülkeyi nasıl etkiliyor?

Çok etkiliyor çünkü uluslararası kurumlar Afganistan’dan çıktılar. Fazla büyük olmayan bütçesinin neredeyse yarısı gitti. Uluslararası ajanslar gitti. Birleşmiş Milletler organlarının bir kısmı çalışıyor, bir kısmı çalışmıyor. Sadece temel sağlık hizmetleri 2 bin 500’e yakın sağlık ocağı vasıtasıyla yürütülüyor ve bunların tamamı uluslararası fonla işliyor. Bunun belki yüzde 10-15’i açık, diğerleri kapanmak zorunda kalmış. Sağlık böyle etkilenmiş. Eğitim de aynı şekilde etkilenmiş. İç göçle evinden çıkmış olan 5 milyon civarında insandan bahsediliyor. Bu insanlara da ağırlıklı olarak Birleşmiş Milletler ve diğer Batılı kurumlar yardım etmişler. Eğer bu yardım mekanizması daha düzenli işletilebilse, insanların kendi bölgelerinde yardım yapılabilseymiş bu göçler de olmazmış. Hiç değilse kendi evlerinde yaşayabilirler, çadırda yaşamak zorunda kalmazlarmış.

Ekonomik kriz, yeni bir hükümet, yaşanan kıtlık, uluslararası ekonomik ambargo, bir de kış şartları, hepsi üst üste gelince insani durum gerçekten oldukça vahim. Dünyadaki bütün kriz bölgelerini biliyoruz, takip ediyoruz. Her bölgenin kendine göre öncelikleri var. Kendine göre sıkıntıları var ama sanıyorum bunların içerisinde bu kışı en zor geçirecek yer Afganistan.

Bundan sonrası için nasıl bir Afganistan öngörüyorsunuz?

Olaylara pozitif bakmanın değerli olduğuna inanıyorum. Bizim birinci derecede yapacağımız şey yalnız olmadıklarını göstermek. “Bu işte yalnız değilsiniz, bu işte Türkiye’deki Müslümanlar da Afganistan’da yaşayan insanları önemsiyorlar. Biz bir aileyiz, bir bütünüz, bir bütünün parçalarıyız.” Bunu hissettirmemiz lazım. Bu kış çok zor, çok soğuk geçiyor. Belki dünyanın uzun yıllardır duymadığı, yokluktan ve soğuktan dolayı çok sayıda insanın hayatını kaybettiği manzaralar ile karşı karşıya kalacak Afganistan ama bu kışı geçirdikten sonra daha büyük bir gelişim umut ediyorum. Çünkü 40 yıllık savaşın sonunda ilk defa güvenlik var, ilk defa birlik var. İnsanlar ürettiklerini çoluğu çocuğu için harcayabilecek. Kimse gelip el koymayacak. En büyük problem olarak hep bunu anlattılar. Eğer adalet düzeninde iyi bir mekanizma oluşturulursa iyi bir yönetim ortaya çıkar. Burada en kilit görev yeni hükümetten ziyade uluslararası kamuoyuna düşüyor. Uluslararası kamuoyu kendisinin hoşuna gitmeyen bir hükümetin başa gelmiş olmasından dolayı Afgan halkını cezalandırmaya kalkarsa herkes çok büyük bedel ödeyecek. Oysaki insanların beklentileri lüks bir evde oturmak değil, lüks mobilyalar satın almak değil, çocuklarını kolejlerde okutmak değil, günde üç kere mükellef sofralar kurmak değil.

Afganistan’ın en çok ne gibi projelere ihtiyacı var?

Afganistan’ın acil yardıma ihtiyacı var, bu doğru ama Afganistan’ın yardımdan ziyade yatırıma ihtiyacı var. Belki iş adamlarımıza bir çağrı yapmak lazım. Afganistan uzun yıllardır sıkıntı çeken ama geniş ekonomik imkanları olan bir ülke. 30 milyon tüketicinin olduğu bir yer Afganistan. Her türlü yatırımın kâra dönüşebileceği bir yer. Tüccarlarımız hem Afganistan’a hizmet etmek hem de para kazanmak perspektifiyle bakıp oraya gitmeliler. Afganistan’a yatırım yapmalılar, Afganistan ile ticaret yapmalılar. Bütün bunlar ilk dönemde yapacağımız acil yardımlardan daha öncelikli şeyler olacak. Afganistan’da Türkiye, Türk insanı çok seviliyor. Türkiye’den giden yatırımcılar da sanıyorum diğer ülkelerden gidenlere göre daha ayrıcalıklı olabilirler. Eğer iş adamlarımız Afganistan’a gider ve oralarda yatırım yaparlarsa hem Afganistan’a hem de Türkiye’ye çok büyük faydaları olur diye düşünüyorum.

Türkiye olarak Afganistanlı kardeşlerimiz için ne yapabiliriz?

Afganistan’dayken şunu söylemiştim ben. Aslında burada Türkiye’nin üzerine çok önemli bir sorumluluk düşüyor. Boyutuna ve miktarına bakmadan Afganistan’a yardım etmemiz lazım. Bu dönem yardım edebilirsek inşallah nesiller boyu konuşulacak bir kardeşliğin de temeli atılmış olur. Birbirini çok seviyor bu millet, birbirleri ile pek iletişimleri olmasa bile ciddi manada bir yakınlık var. Türkiye en zor zamanında orada biraz daha çok görülürse inşallah Afganistan ile Türkiye arasında da çok güzel kardeşlik kubbeleri oluşturulacak. Çok sayıda insan ekonomik problemlerden ve açlıktan dolayı ülkeyi terk ediyor, terk etmek istiyor. İran’da 3 milyona yakın Afganistanlının olduğundan bahsediliyor. Bunların hedefi Türkiye’ye gelmek veya Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek. Bu da hem Türkiye açısından hem de Batı açısından çok büyük riskler taşıyor. Eğer bu olursa zaten Afganistan’ı ayağa kaldıracak kimse kalmayacak. Bizim öncelikle bu insanlara umudu, Afganistan’da vermemiz lazım. Ne kadar çok orada olursak gelecek kaygısı da o kadar azalacak inşallah. Bizim de memleket olarak yaşayacağımız bu göç dalgaları o kadar azalır diye ümit ediyoruz.

Afganistan’a insani yardım ulaştırmak ve ülkedeki insani krizi daha iyi anlatabilmek amacıyla İstanbul’dan yola çıktık. Afganistan’a uçuşlar henüz başlamadığı için önce Pakistan’a gidip ardından kara yoluyla sınırı geçmeyi planlıyoruz. Ancak Pakistan sınır geçişlerini kapattığı için üç gün boyunca İslamabad’da konaklıyoruz. Sınırdan geçilebildiğini öğrenir öğrenmez yola koyuluyoruz. Yol kenarlarında Afganistan’a gıda ve insani yardım götürmek için bekleyen binlerce tır olduğunu görüyoruz. Sınır kapısına geldiğimizde Pakistanlı görevliler bizi yaklaşık bir saat boyunca sorgulayıp kim olduğumuzu, Afganistan’a neden gitmek istediğimizi, orada ne yapacağımızı öğrenmeye çalışıyorlar. İHH’yı tanıtıp faaliyetlerini anlattıktan sonra bizi hayır dualarıyla Afganistan’a uğurluyorlar.

Afganistan’a adımımızı attığımız anda kaos başlıyor. Kapılara dayanmış yüzlerce insan, Pakistan’a geçebilmek için bekliyor. Aralarından sıyrılıp ülkeye giriş yapıyoruz. Kabil’e beş saatlik yorucu bir yolculuğumuz var. Birbirinden güzel manzaralar bizi karşılıyor; ağaçlar, nehirler, dereler... Dağ geçitlerine giriyoruz, tehlikeli yollardan geçiyoruz ve sonunda Kabil’e varıyoruz. İlk günümüzde Kabil-İstanbul Kardeşlik Yetimhanesi’ne gidip hocalarla ve çocuklarla görüşüyoruz. Çocukların çoğu babasını bir bombardımanda veya saldırıda kaybetmiş. Hepsinin ortak hayali ülkelerinde barış ve güven ortamının oluşması. Hangi çocukla konuşsak “Bu yetimhane olmasaydı biz ne yapardık?” diyor. Hepsi burada olmaktan dolayı çok mutlu. Hocalarını çok seviyorlar. Yetimhanenin müdürü Müslim hoca sadece buradaki çocuklarla değil ülkenin dört bir yanındaki yetimlerle ilgilenmeye çalışıyor.

Abdulaziz dokuz yaşında. Babası savaş sırasında vefat etmiş. Çobanlık yaparak Afganistan’daki birçok çocuk gibi annesinin yükünü omuzluyor. Afganistan’ın Laghman vilayetine gidiyoruz. Laghman’ın dağ köylerine doğru yola çıkıyoruz. Bizi önce geniş tarlalar karşılıyor. İnsanlar Afganistan’ın kurak topraklarından geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Tarlalarda onlarca çocuk görüyorum. Kendilerinden büyük yükleri yüklenmişler sırtlarına. Neredeyse yol bile olmayan yerlerden geçiyoruz. Üç saatlik yorucu bir yolculuğun ardından köye varıyoruz. Aracımızı park eder etmez köyün erkekleri etrafımızı sarıyor. Neden geldiğimizi anlatınca yüzlerinde bir gülümseme beliriyor ve sıcak bir selamlama ile bize köyü gezdirmeye başlıyorlar. Köyde tarıma uygun toprak bulunmadığı için toprakları başka yerlerden getirip o şekilde küçük tarlalar oluşturuyorlarmış. Köylüler su ihtiyaçlarını dereden karşılıyorlar ancak kuraklık sebebiyle deredeki su bir hayli azalmış. Şimdi derenin tamamen kurumasından korkuyorlar. Keçilerini dereden karşıya geçirip yanımıza gelen küçük bir çobanla tanışıyorum. İsmi Abdulaziz, henüz dokuz yaşında. Babası savaş sırasında vefat edince köye, dayısının yanına taşınmış. Neden çobanlık yaptığını sorduğumda gururlu bir şekilde buradaki çocuklar için bunun normal olduğunu, ailelerini geçindirmek için hep birlikte çalıştıklarını söylüyor. Köyde gezmeye devam ederken, gerçekten de bütün çocukların bir şeylerle uğraştıklarını görüyorum. Bazıları ağaç buduyor, bazıları küçük bahçelerinden meyve-sebze topluyor ya da hayvanlarla ilgileniyor.

Köydeki yetim ailelerinden birini ziyaret ediyoruz. İzzetullah ve kardeşi Ubeydullah’ın babaları şehre iş aramaya gittiğinde bir saldırı sonucu vefat etmiş. Bir evin içinde iki aile yaşıyor. Babaları vefat edince maddi yetersizlikten dolayı köydeki komşularından birinin evine taşınmışlar. Evi ince bir perdeyle ortadan ikiye ayırmışlar. Yerde küçük bir halı ve halının üstünde üç kişinin uyuyabileceği kadar minder var. Eğer köylülerden birisi iş verirse anneleriyle birlikte o işi yapıyorlarmış. Bazen tarlalarda çalışıyor bazen de hayvanları otlatıyorlarmış. İş olmadığı takdirde perdenin arkasındaki komşuları eğer varsa yemeğini onlarla paylaşıyormuş. Bu küçük evde yaşayan ailelere, bir süreliğine düzenli bir şekilde temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri kadar yardımda bulunuyoruz.

Afganistan’da çocuk olmanın yükü çok ağır. Arabaların bile zor ulaştığı küçük bir dağ köyünde yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Tarladaki çocuklar gibi biz de insanların derdini sırtlanıp gün batımında köylülerin hayır dualarıyla oradan ayrılıyoruz.

Ertesi gün bir camiyi ziyaret ediyoruz. Cami bahçesindeki bir odada iki çocuk kalıyor. Subhanallah ve Zikrullah’ın aileleri bir bombardıman sırasında vefat etmiş. Komşuları olan imam Halil Ahmed onları alıp camideki odasına yerleştirmiş. Yedi ve on bir yaşında olan iki kardeş sabah uyanıp imamla birlikte ders çalışıyor ve sonra Halil Ahmed onları ellerinden tutup medreseye götürüyor ve hocalarına teslim ediyor. Kardeşlerin hiçbir geliri yok.

Afganistan’da Subhanallah ve Zikrullah gibi, savaşın yetim bıraktığı yüz binlerce çocuk var. Bu çocukların çoğu iki kardeş kadar bile şanslı değil. Çocukların eğitim gördüğü medreseyi ziyaret ettikten sonra onlara yeni kıyafetler alıyoruz. Birlikte yemek yiyip bir gün de olsa eğlenmeleri için sürpriz yaparak Subhanallah ve Zikrullah’ı lunaparka götürüyoruz. Ağabeyi hep durgun ama Subhanallah’ın yüzünden gülücükler eksik olmuyor. Biraz eğlendikten sonra iki kardeşi hocalarına teslim ediyoruz ve Halil Ahmed’e çocuklarla bir süre daha rahatça ilgilenebilmesi için destekte bulunarak Kabil’e geri dönüyoruz.

Kabil savaş dolayısıyla son dönemde çok göç vermiş ama ona rağmen sokaklar kalabalık. Hayat akıyor, çarşı pazar tıklım tıklım dolu. Yıllardır devam eden savaş bitmiş, insanlar biraz da olsa kendilerini güvende hissediyorlar artık. Ancak insanların gözlerine baktığınızda savaşın etkisini görebiliyorsunuz. Bugün Afganistan’da en büyük problem ekonomi. Hazine yağmalanmış, ülkenin yurt dışındaki varlıklarına blokeler koyulmuş. Bunun yanında kuraklık nedeniyle tarımsal üretimde sıkıntılar yaşanıyor. Dışarıdan gelecek yardımlara ihtiyaçları var.”

h-oruc2-002.jpg

h-oruc-afganistan-002.png

afganistan.png

HABERE YORUM KAT