
ABD–İsrail ilişkilerinde “istisna” dönemi bitiyor mu?
“ABD-İsrail ilişkisi, ‘özel ilişki’ tanımını aşan ‘istisnai bir ilişki’ olageldi. İsrail hep vermeden aldı. ABD'nin koşulsuz desteği Orta Doğu'da barış ve istikrarı zayıflattı. ABD–İsrail ilişkilerindeki ‘istisnai’ model artık sürdürülebilir değil.”
ABD–İsrail ilişkilerinde “istisna” dönemi bitiyor mu?
Andrew P. Miller / Foreign Affairs - Fokus+
Netanyahu tüm Orta Doğu’da keyfi askerî eylemler yürütürken ABD’de İsrail’e yönelik rahatsızlık son kerteye ulaştı. Artık İsrail ile ilişkilerin değişmesi gerektiği açıkça ifade ediliyor. ABD’nin Barack Obama ve Joe Biden’ın yönetiminde İsrail ve Orta Doğu konularında çeşitli görevlerde bulunmuş olan Center for American Progress’te Ulusal Güvenlik ve Uluslararası Politika Kıdemli Araştırmacısı Andrew P. Miller, Foreign Affairs’te yer alan kapsamlı makalesinde ABD-İsrail ilişkileri için yeni bir paradigma öneriyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“ABD ile İsrail arasındaki bağlar, 30 yıldır olağanüstü bir yakınlık içinde sürüyor. Bu tutum, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısı sonrasında Gazze’de başlayan savaş boyunca da değişmedi. Hem Biden hem de Trump yönetimleri İsrail’e koşulsuz sayılabilecek diplomatik ve askerî destek verdi.
Ancak Gazze savaşı, bu yakın ilişkinin yüksek maliyetlerini ve sınırlarını görünür kıldı. Washington yönetimi, Ekim 2025 başında yürürlüğe giren ateşkes dışında, İsrail’in savaş stratejisini etkilemekte başarısız oldu. Bu durum bir tesadüf değil, ilişkinin doğasında bulunan yapısal bir sonuçtur.
Böyle bir ilişki görülmedi
ABD-İsrail ilişkisi, “özel ilişki” tanımını aşan “istisnai bir ilişki” olageldi. İsrail, diğer hiçbir müttefikte görülmeyen bir ayrıcalıkla muamele görüyor. Örneğin, ABD silah satışları genellikle insan hakları ve uluslararası hukuka ilişkin yasal kısıtlamalara tabiyken, İsrail bu düzenlemelerden fiilen muaf tutuluyor.
İsrailli liderler ABD’nin iç siyasetine açıkça müdahil olabilmekte, belirli partileri destekleyebilmekte ve bu durum diplomatik bir tepkiyle karşılanmıyor. Washington, uluslararası platformlarda İsrail’i kolluyor.
Bu istisnai ilişki modeli, Filistinlilere yönelik derin acılara yol açmanın yanı sıra, her iki tarafın da uzun vadeli çıkarlarına zarar verdi. İsrail’in güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen koşulsuz destek, tersine İsrail yönetimlerinin en riskli politikalarını besledi. ABD’nin askerî ve diplomatik kalkanı, İsrail’in bölgede daha pervasız askerî hamleler yapmasını kolaylaştırdı. Ancak bu durum İsrail’in güvenlik açmazlarını daha da derinleştirdi. Öte yandan, savaşın görüntüleri ABD’de İsrail’e kamuoyu desteğini önemli ölçüde aşındırdı, İsrail karşıtı tutumlar siyasi yelpazenin genelinde tarihi seviyelere yükseldi.
Siyasi ve ahlaki bir zorunluluk
Mevcut ilişki biçiminin sürdürülebilir olmadığı açıktır. Washington’un, İsrail de dahil olmak üzere tüm müttefikleriyle ilişkisini daha tutarlı ve ilkeli bir zemine oturtması gerekiyor. Yeni bir ilişki paradigması, net beklentiler ve sınırlar çerçevesinde, ABD ve uluslararası hukuka uyum konusunda hesap verebilirliği, İsrail politikalarının ABD çıkarlarına aykırı hale gelmesi durumunda desteğin koşullandırılmasını ve karşılıklı iç işlerine müdahale etmeme ilkesini içermelidir. Kısacası, ilişkinin “olağanüstü” vasfından arınıp, karşılıklı saygı ve sorumluluk temelinde, çok daha normal ve dengeli bir ikili ilişkiye dönüşmesi gerekliliği artık kaçınılmazdır.
ABD için, bu uzun zamandır beklenen ayarlama stratejik, siyasi ve ahlaki bir zorunluluktur. İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesini önlemekten İran’ın nükleer programını ele almak için ortak bir strateji oluşturmaya kadar, normal bir ABD-İsrail ilişkisi, tehlikeli İsrail davranışlarını teşvik eden ve Washington’un küresel etkisini zayıflatan istisnai bir ilişkiden daha iyi sonuçlar verecektir.
ABD bu dönüşümü geciktirirse, bunun sonucu olarak uluslararası konumunun zarar görmesi, İsrail’in Amerikan halkı ve dünyanın geri kalanından neredeyse tamamen uzaklaşması ve Gazze’deki ve nihayetinde Batı Şeria’daki Filistin toplumunun çöküşü olabilir. Çok geç olmadan rotayı değiştirmek, Amerikalılar, İsrailliler ve Filistinliler için en iyisidir.
ABD’ye karşı çıkmanın dayanılmaz hafifliği
Tarihsel olarak ABD ile İsrail arasındaki ilişki güçlü olmakla birlikte ABD’nin desteği Bill Clinton yönetimi dönemine kadar açık çek anlamına gelmiyordu. Bu noktadan itibaren iki ülke arasındaki ilişki, benzersiz hale geldi. Washington, İsrailli liderlerin kararlarına ve onların iç siyasi ihtiyaçlarına da aşırı saygı gösteriyor. ABD, koşulsuz olarak büyük miktarda askeri yardım sağlamakta ve uluslararası kuruluşlarda İsrail’in pozisyonunu, özellikle de İsrail’in itiraz ettiği BM Güvenlik Konseyi kararlarını veto ederek destekliyor.
Koşulsuz destek, her iki ülke için de kaçınılmaz olarak ahlaki tehlikeye yol açtı. İsrail’in Amerikan endişelerini ve çıkarlarını gözetmesi için hiçbir neden yok zira aksi tavrın maliyeti yok. İsrail, ABD çıkarlarıyla ve kendi uzun vadeli menfaatleriyle uyuşmayan, en fazlasını talep eden ve uzlaşmaz tutumlar benimsiyor. Ortak düşmanlara karşı ağır askerî darbeler vuruyor ve Amerikan desteği, İsrail’e saldırıları caydırıyor. Fakat İsrail bölgesel üstünlüğü ele geçirdiği için, bu koşulsuz destek düşüncesiz ve gereksiz hamleler için teşvik sağlıyor. İsrail, ABD desteğinin her koşulda süreceğinden emin bir şekilde hareket ediyor. Ayrıca bu desteğin kesintisiz olması, ABD’yi İsrail’in eylemlerine ortak kılıyor ve ABD güçlerine karşı misillemelere yol açıyor. İsrail ise, aldığı kapsamlı yardım sebebiyle Amerikan kamuoyunun artan sorgulamalarına karşı tepkisel davranıyor.
İsrail vermeden alıyor
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bu istisnai ilişkiyi, aşırı durumlarda kullanılmak üzere bir güvenlik ağı olarak değil, yararlanılacak bir fırsat olarak görüyor. Netanyahu, ABD ile İsrail arasında “hiçbir zaman ayrılık olmayacağı” vaadini tek taraflı bir taahhüt olarak görüyor ve kamuoyuna yansıyan tartışmaları kendi lehine kullanıyor.
ABD şu anda demokratik değerleri benimsemeyen, İsrail-Filistin çatışmasının adil bir şekilde çözülmesine ilgi göstermeyen ve çoğu zaman ikili ilişkilerin sağlığını korumaya yönelik Amerikan taahhüdüne karşılık vermeyen bir İsrail hükümetiyle çalışıyor.
7 Ekim saldırısının ardından ABD–İsrail ilişkisindeki kırılganlık açığa çıktı. Biden yönetimi, İsrail’e verdiği destek nedeniyle sivillere yönelik kayıpları sertçe kınamaktan ve askerî yardımı baskı aracı olarak kullanmaktan kaçındı; bu da Netanyahu’nun sınırları zorlamasına yol açtı. Gazze’de ateşkes çabaları sınırlı kaldı ancak savaşın bölgesel olarak genişlemesi engellendi.
Trump yönetimi ise İsrail’e çok daha geniş bir hareket alanı tanıdı; Gazze ablukası, bölgesel operasyonlar ve İran’la çatışmada sessiz veya onaylayıcı kaldı. Ancak Katar’daki suikast girişimi sonrası çatışmayı sonlandırmak için Netanyahu’ya güçlü baskı uyguladı.
Olağan sonuçlar
ABD’nin koşulsuz desteği, İsrail’in kısa vadeli askerî kazanımlarına rağmen uzun vadeli zararlar yarattı. Gazze savaşı İsrail’i uluslararası alanda izole etti; bazı Avrupa ülkeleri Netanyahu için tutuklama tehdidinde bulunuyor, Almanya ve İngiltere silah satışlarını kısıtlıyor, ABD kamuoyu desteği geriliyor. İran’ın nükleer programına dair riskler artarken, Gazze’de yönetim boşluğu ve Lübnan’da belirsizlik güvenliği zayıflatıyor. İçerde, yargı reformu ve demografik değişim İsrail demokrasisini ve kurumlarını zedeliyor. Batı Şeria’daki yerleşim politikaları yeni bir intifada riskini büyütüyor. Tüm bunlar, ABD desteğinin Netanyahu’nun sorunları ağırlaştıran politikalarını cesaretlendirmesinden kaynaklanıyor.
Bu istisnai ilişkinin sürdürülmesi, ABD’ye de önemli maliyetler getirdi. ABD politikası sadece İsrail’e ilişkin Amerikan hedeflerini baltalamakla kalmıyor. Mevcut haliyle bu ilişki, Orta Doğu ile hiçbir ilgisi olmayan ABD çıkarlarına da zarar veriyor. Washington’un uluslararası itibarı son iki yılda dibe vurdu ve bu gelişmeyi ABD’nin düşmanları hevesle istismar etti. ABD’nin İsrail’in Gazze’deki savaşında suç ortağı olduğu algısı, ABD’de kutuplaşmayı daha da körüklemiş ve antisemitizm ile İslamofobiyi besledi.
Statüko sürdürülemez
Washington, İsrail’e yönelik politikalarını normalleştirmeli ve bunları ABD’nin diğer tüm ülkelerdeki dış ilişkilerini düzenleyen yasalar, kurallar ve beklentilerle uyumlu hale getirmelidir. ABD’nin İsrail’e verdiği destek diğer müttefiklerine verdiği desteğe benzerse bu politikayı savunmak daha kolay olacaktır.
Normalleşmeye yönelik kasıtlı adımlar atmak, ABD’nin, İsrail’den Batı Şeria’nın daha büyük bir kısmının yönetim sorumluluğunu Filistinlilere devretmesini ve şiddet eylemlerinde bulunan aşırılıkçı yerleşimcileri yargılamasını istemek gibi, uyumun kapsamını daraltan koşullar belirlemesini sağlayacaktır. Normalleşmenin amacı da budur, ABD hükümetini daha etkili bir şekilde nüfuzunu kullanabileceği bir konuma getirmek.
Beklenti ve sınırlar net olmalı
ABD, en azından ilişkilerini yürütme biçimini temelden değiştirmelidir. İlk şart hem beklentileri hem de sınırları belirlemektir. Örneğin, ABD Yahudilerin kendi kaderini tayin etme hakkına verdiği güçlü desteği yeniden teyit etmeli, ancak İsraillilerin kendi kaderini tayin etme hakkının Filistinlilerin aynı hakkı kullanmasını engelleyemeyeceğini vurgulayarak net bir sınır çizmelidir.
Benzer şekilde, ABD İsrail’in güvenliğine olan sıkı bağlılığını sürdürmeli, ancak bu bağlılığın İsrail’in Batı Şeria veya Gazze’yi kalıcı olarak kontrol etmesini sağlamaya kadar uzanmadığını vurgulamalıdır. Zorlama, ABD yetkililerinin ilk tercihi olmamalı, ancak bir seçenek olmalıdır.
Sonra, ABD, diğer ülkelere uyguladığı gibi, İsrail’e de ABD ve uluslararası yasaları, düzenlemeleri ve standartları uygulamalıdır. Bunlar arasında, ağır insan hakları ihlallerine ilişkin Lahey yasaları, Dış Yardım Yasası ve tüm askerî operasyonlarda savaşanların savaşçılar ile sivilleri ayırt etmesini gerektiren Silahlı Çatışma Hukuku yer alır. Cezalar uygulanana kadar İsrail ABD’nin yardımını almamalıdır. Bu, ABD’nin karşılıklı savunma anlaşması olan ülkeler de dahil olmak üzere diğer ülkelerle ilişkilerinde uyguladığı standart bir uygulamadır. Cezasızlık, müttefikler arasında bile daha fazla ihlali teşvik eder.
Koşullu yardım, ABD-İsrail ilişkilerinin de bir özelliği haline gelmelidir. Yardım veya politikayı başka bir ülkenin ABD’nin hedeflerine uyumuna bağlamak her zaman etkili olmayabilir, ancak işe yarayabilir. Bir ortağı zorlamak, ABD yetkililerinin ilk tercihi olmamalıdır, ancak diğer yaklaşımlar başarısız olursa bir seçenek olmalıdır. En yakın müttefikler bile her zaman dostluk, yoldaşlık veya geçmişteki desteklere bağlı kalmazlar.
ABD’nin İsrail’e koşullar koymak için çeşitli yolları vardır. Örneğin, 2016 tarihli ABD-İsrail Güvenlik Yardımı Mutabakat Muhtırası’nın 2028’de sona ermesi, şu anda Amerikan silah üreticileriyle dış satışlar için rekabet eden zengin bir ülkeye Amerikan vergi mükelleflerinin paralarının katkısını yeniden değerlendirmek için uygun bir zaman sunacaktır.
Son olarak, Washington her iki tarafın da birbirlerinin seçim ve parti siyasetine müdahale etmekten kaçınması konusunda ısrarcı olmalıdır. Netanyahu, gündemini ilerletmek için defalarca Amerikan iç siyasetine müdahil olmuştur. Hiçbir ABD yönetimi, İsrail’in diğer ortaklarından yaptığı türden açık müdahaleyi tolere etmez. Bu tür eylemler, müttefikler arasında olması gereken işbirliği ruhuna aykırıdır.
Filistinliler ve Orta Doğulularla ilişkileri de normalleştirir
ABD-İsrail ilişkilerinin normalleşmesiyle ABD, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesini engellemek için daha güçlü bir konumda olacaktır. Bu ilhak, ABD’nin çıkarlarına ve Filistinlilerin haklarına aykırıdır.
ABD ile İsrail arasında normal ilişkiler, İran’ın nükleer silah elde etmesini önlemek için daha kalıcı bir ortak çaba sarf edilmesini de mümkün kılabilir. Washington, İran’ın kararlaştırılan eşiği aşması halinde İsrail’e askerî olarak destek vereceğini taahhüt ederek, İsrail’in belirli türden askerî eylemlerden kaçınmasını sağlayabilirse, İran ile nükleer müzakereleri yeniden başlatmak mümkün olabilir. Koşullar bu politikada yapıcı bir rol oynayabilir: Washington, İsrail’in ABD’nin onayı olmadan saldırı düzenlemesi durumunda silah satışını askıya alabilir veya İran nükleer veya balistik füze programını yeniden başlatırsa İsrail’e ek füze savunma yardımı sözü verebilir.
Zarardan dönmek
ABD’nin İsrail’e on yıllardır verdiği koşulsuz destek, Orta Doğu’da barış ve istikrarı ilerletmek yerine zayıflatmıştır. Filistinliler bu başarısızlıkların başlıca kurbanları olmuştur, ancak ABD ve İsrail de bedelini ödemiştir. İkili ilişkilerin temel sorunu çözülene kadar, bu bedel sadece artacaktır.
ABD ve İsrail’in ilişkilerinin devam etmesi için, istisnai ama kendi kendilerini yok eden bir iş birliğinden, ittifakın temelini oluşturabilecek daha normal bir ilişkiye geçmeleri gerekecektir. Giderek daha kırılgan hale gelen ABD-İsrail ilişkilerini yeniden kurmak için bir sonraki fırsat kaçırılırsa, bu durum Amerikalılar, İsrailliler ve Filistinliler için de zararlı olacaktır.”




HABERE YORUM KAT