1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. ABD emperyalizminin yeni bir dönemine tanık oluyoruz
ABD emperyalizminin yeni bir dönemine tanık oluyoruz

ABD emperyalizminin yeni bir dönemine tanık oluyoruz

Bu kara bulutların ardındaki umut ışığı ise, Amerika'nın kendisini izole ederken, istemeden de olsa tüm dünyayı karşıt görüşte birleştirmesidir.

18 Şubat 2025 Salı 19:36A+A-

Andrew S. Maier’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı Haksöz-Haber tarafından tercüme edilmiştir.

 

ABD Başkanı Donald Trump göreve gelmesinin üzerinden sadece üç hafta geçmeden, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Amerikan hegemonyasını sağlayan kural kitabını yırtıp atmayı başardı. Gazze'yi Orta Doğu'nun potansiyel “rivierası” olarak nitelendiren ve ABD'nin Filistin bölgesine “sahip olacağını” açıklayan Trump, ülkesini dünya çapında küçük düşürdü.

ABD küresel güç statüsünü, Rusya ve Çin gibi güçlü otoriter devletler karşısında demokratik değerleri savunma söylemi sayesinde elde etmiştir. İşte bu nedenle Trump'ın küstahlığını tek bir adamın düşünceleri olarak görmemeliyiz. Aksine, Trump'ın sözleri ve eylemleri küresel siyasette muazzam bir değişime işaret ediyor; ABD emperyalizminin artık ciddi biçimde konuşulmaya başlandığı bir değişime.

Bazıları uzun zamandır Amerika'nın bir imparatorluk olarak faaliyet gösterdiğine inansa da, ABD geçtiğimiz yüzyıl boyunca kendisini demokrasiyi teşvik eden bir güç kisvesi altında sunarak inkâr edilebilirliğini korumuştur. Başka bir deyişle, ABD eylemlerini ve mesajlarını, politikaları açıkça küresel nüfuzunu genişletmeye hizmet etse bile emperyalizm suçlamalarını reddetmesine olanak tanıyacak şekilde dikkatle hazırlamıştır.

Örneğin, 2000'li yıllarda George W. Bush yönetimi Irak ve Afganistan'daki savaşlarını uluslararası hukuka saygılı görünmenin öneminde ısrar ederek gerekçelendirdi. Barack Obama yönetimi daha sonra Bush'un demokratik retoriğinden uzaklaşmaya çalıştı. Bunun yerine Harold Koh gibi hukuk danışmanlarını ABD federal yasalarını ABD'nin Suriye'ye müdahalesini koruyacak şekilde yeniden yazmaları için görevlendirdi. Her iki yönetim de Amerikan emperyalizmini sürdürdü, ancak her ikisi de küresel sahnede demokratik bir görünüm sergilemenin ve uluslararası hukuka “uymanın” gerekliliğini anladı.

Trump, uluslararası hukuku küçümsediğini gizlemiyor.

Hatta savaş suçu işledikleri gerekçesiyle İsrailli yetkililer hakkında tutuklama emri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne ve yetkililerine yaptırım uyguladı.

Trump yönetimi, ABD yayılmacılığı için yasal bir kalkan olarak kullanılan her türlü demokrasi iddiasını bir kenara bırakarak ABD dış politikasında yeni bir dönem başlattı. Trump'ın kampanyası kendisini stratejik olarak dış müdahaleye karşı olarak konumlandırmış olsa da, yönetiminin eylemleri farklı bir hikâye anlatıyor. “Gazze'ye sahip olma arzusu”, geliştirmeye çalıştığı müdahaleci olmayan imajla çelişiyor. Aynı zamanda, üst düzey yetkilileri uzun süredir müttefik olan ülkelere karşı daha saldırgan ve çatışmacı bir yaklaşım benimseyerek bir zamanlar ABD hegemonyasının temelini oluşturan demokratik değerlere açıkça meydan okuyor.

Başkan Yardımcısı JD Vance'in Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşma bu değişimi örnekledi. Daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde Vance, Amerika'nın demokrasiyi savunma konusundaki tarihsel kararlılığını teyit etmek yerine, Avrupa ülkelerini ifade özgürlüğü ve popülist hareketleri ele alış biçimleri nedeniyle eleştirdi. Aşırı sağcı aktivistlerin kovuşturulmasını kınayan ve Avrupa'nın Rusya gibi dış tehditlere ilişkin endişelerini göz ardı eden Vance, ortak demokratik değerler üzerine inşa edilen onlarca yıllık ittifaktan kopuşun sinyallerini verdi. Bu retorik, ABD'nin artık ahlaki liderlik yanılsamasını sürdürmekle ilgilenmediğini; artık küresel güç dinamiklerini kendi şartlarına göre yeniden şekillendirmeye çalıştığını gösteriyor.

Vance'in konuşması ve Trump'ın açıklamaları, ABD'nin artık müdahalelerini demokrasi bayrağı altında meşrulaştırmaya çalışmadığını doğruluyor. Artık yeni, daha bariz bir egemenlik biçimini benimsiyor ve bu konuda oldukça açık davranıyor. Şimdi en önemli soru basit: Bu yeni imparatorluk dönemi günümüz dünyası için ne anlama gelecek?

ABD'nin kendi imparatorluğunu kurup kurmadığına ilişkin tartışmalara kesinlikle son verecektir.

Noam Chomsky ve Michael Parenti gibi akademisyenler onlarca yıldır Amerikan emperyalizmi konusunda alarm verdiler, ancak eleştirileri ses getirmeye ve yaygınlaşmaya devam etti. Şimdi, Trump'ın politikaları diğer devletlerin egemenliğini, yani her devletin dış müdahale olmaksızın kendi kendini yönetme hakkına sahip olduğu temel ilkesini açıkça baltaladığı için, eleştirmenler bariz olana karşı çıkmakta zorlanacaklar. Egemenlik, ulusların bağımsız siyasi, ekonomik ve askeri kararlar alabilmesini sağlayan uluslararası hukukun temel taşıdır. Ancak emperyalist politikalar, tanımı gereği, ister askeri güç, ister ekonomik baskı, isterse de siyasi nüfuz yoluyla olsun, diğer devletler üzerinde dış kontrol uygulayarak bu ilkeyi ihlal eder. İster Filistin'de, ister Avrupa'da, isterse de ötesinde olsun, Trump yönetimi devlet egemenliğini hiçe sayarak en açık haliyle emperyal davranışlarda bulunmaktadır.

Amerika'nın uluslararası yasal standartları ve korumaları aktif bir şekilde ortadan kaldırmasının maddi sonuçları herkes için zararlı olacaktır. Amerika'nın BM İnsan Hakları Konseyi'nden çekilmesi ileride yaşanacakların işaretidir.

Bu kara bulutların ardındaki umut ışığı ise, Amerika'nın kendisini izole ederken, istemeden de olsa tüm dünyayı karşıt görüşte birleştirmesidir. Avrupa ülkeleri gibi uzun süredir müttefik olan ülkeler bile Washington'dan uzaklaşmaya başladı. Reagan-Thatcher koalisyonu bir zamanlar bu ittifakları sağlamlaştırmak için çalışmıştı, ancak Trump yönetimi bunları çoktan yıktı. Trump'ın ekibi “Önce Amerika” derken, Avrupalı liderler de bu hafta Paris'te “Europe United” (Birleşmiş Avrupa) ile karşılık verdi.

Artık dünya ABD'nin etkisini azaltma potansiyeline sahip ancak alternatif örgütler ve ittifaklar bir an önce ortaya çıkmalı. Avrupa kendi ittifaklarını kurmak için hızla harekete geçerken, Küresel Güney'in de aynı stratejiyi benimsemesi hayati önem taşımaktadır. ABD hegemonyası sona yaklaşıyor olabilir ancak aynı zamanda onun yerine yükselecek çok kutuplu güçlere karşı da dikkatli olmalıyız.

HABERE YORUM KAT