1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. 28 Şubat Fransa’da nasıl hortladı?
28 Şubat Fransa’da nasıl hortladı?

28 Şubat Fransa’da nasıl hortladı?

Kerem Sadıkoğlu, Fransa’da İslamcılık söylemi üzerinden Müslümanların kriminalize edildiğini ve bunun 28 Şubat zihniyetini andıran bir laiklik baskısına dönüştüğünü savunuyor.

26 Aralık 2025 Cuma 17:24A+A-

Kerem Sadıkoğlu / Serbestiyet

28 Şubat Fransa’da nasıl hortladı?

Fransa Müslümanları bir süredir yoğun bir siyasi kuşatma altında. Genel olarak aşırı sağın yükselişine istinaden gündemden düşmeyen Müslüman kimliği, Ekim 2023’ten bu yana alevlenen Gazze soykırımına verilen tepkilerle beraber ülkede daha da sert tartışmalara bahis konusu oluyor. Tartışmalar büyük çoğunlukla “İslamcılık” ve “Müslüman Kardeşlerin” Fransa’nın kurumlarına ve topluma sızarak laik düzeni alaşağı etme tehlikesi etrafında dönüyor. Belki de “irtica” kavramını ithal etselerdi bu korkunç tehdidin adını koymaları daha kolay olurdu.

Yukarıda nakledilen Senato grubunun İslamcılık raporu aslında bir raporlar zincirinin en son halkası. 2025 yılı boyunca bir İçişleri Bakanlığı ve Fransa iç istihbarat birimi DGSI tarafından ve bir de Millet Meclisi’nde kurulan bir komisyon tarafından iki rapor daha yayınlandı. İlk rapora istinaden Milli Güvenlik Kurulu İslamcılık tehlikesi gündemiyle iki defa toplandı (neyse ki şubat ayında değil). İkinci raporda ise Refah Partisi ile taban tabana zıt bir anlayışta olsa da aynı sebeplerden üzerine gidilen bir parti var: azınlıklar ve göçmenlerden büyük destek alan Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa (La France insoumise) partisi. Raporda koyu sosyalist, LGBT ve Filistin destekçisi LFI’nin İslamcılar tarafından ele geçirilme tehlikesinde olduğu iddia ediliyor. Bunun gibi iddialardan sonuçlara oldukça hızlı sıçramalara rağmen raporun kendisi de “somut kanıtlara ulaşılamadığını”, fakat tehlikenin baki olduğunu bildiriyor.

Senato raporuna dönelim. Senato grubunun mensuplarından ve dinlediği isimlerden yola çıkarak rapor yayınlanmasaydı bile ne söyleyeceğini anlayabilirdik. Raporu hazırlayan sağ gruptaki senatörlerden biri Fransa’da bir sosyal konutta doğan Türk asıllı Agnès Evren. Evren, ebeveynlerinin verdiği Türkçe adı kadın doğum hemşiresinin yanlış yazarak Fransızcaya çevirivermesini şans addeden bir isim. Kendini başarılı bir asimilasyon modeli olarak tanımlıyor. Uzun siyasi kariyerine rağmen yakın zamana kadar etnik kökeni hakkında hiç konuşmuyordu.

Grubun dinlediği isimlerden biri ise Tunuslu “imam” Hasan Şalgumi (Hassen Chalghoumi). Şalgumi, “ılımlı” veya “cumhuriyetçi” İslam dendiğinde televizyonlarda beliren ilk isim. Macron’un 2020 yılındaki “Bir Cumhuriyet İslamı yaratmalıyız” çıkışına da elbette firesiz destek vermişti. Şalgumi’nin İslam anlayışını kavramak için Temmuz 2025’te İsrail hükümetinin davetiyle yaptığı Batı Şeria turuna veya kızının devlet okulu fotoğrafında etrafında Arap ve Siyahi öğrencileri görüp “Timbuktu’da mıyız?” diyerek onu bir özel okula vermesine bakmak kâfi zannediyorum.

Adeta bir psikolojik harp haline bürünen bu olaylar zinciri sadece resmî belgelerden ibaret değil. Medya ve anket şirketleri de ciddi bir rol oynuyor. Kronolojiye bakarsak, 18 Kasım’da Ifop araştırma şirketinin büyük tartışmalar yaratan Müslümanlar ve İslamcılık anketinin yayınlanmasından az sonra, 1 Aralık’ta da bahsettiğimiz Senato raporu yayınlandı.

Anketin bulguları ve vardığı sonuçlar ilginç. Ifop’a göre Fransa’da Müslümanlar nüfusun 7%’sini temsil ediyor. Müslümanların 33%’ü İslamcı akımlara sempati beslerken 24%’ü kendini Müslüman Kardeşler’e yakın hissediyor. 18-24 yaş arası kadınların başörtüsü takma oranı 2003 yılında 16% iken bu oran 45%’e yükselmiş. Aynı zamanda ankete katılanların 46%’sı şeriatın yaşadıkları ülkede uygulanmasını destekliyor.

Burada ciddi bir problemle karşı karşıya kalıyoruz. Bir ideoloji olarak İslamcılık ve şeriat sistemi ankette tanımı belli olmayan bir şekilde sunulmuş. Ifop kendini diğer araştırmalarda ırkçılık, ayrımcılık, İslamofobi gibi kavramların da tanımlanmadığını söyleyerek müdafaa ediyor. Fakat ortalama bir Müslümanın ideolojik bir tavır olan İslamcılık veya şeriat ile aşinalığı; ayrımcılık, İslamofobi veya ırkçılık gibi kavramlarla aynı düzeyde midir? Kaldı ki araştırmada şeriatın uygulanmasını savunan kesimin büyük çoğunluğunun aynı zamanda bulunduğu bölgeye uyum sağlamasını istediği görülüyor. Bu blok halinde uygulanacak bir şeriattan ziyade mezhepleri hatırlatıyor. Ancak araştırmanın analiz kısmında şeriata yaklaşım ile ilgili herhangi bir detay verilmemiş. Dünya çapında yapılan araştırmalarda “şeriatı destekliyor musunuz?” soruları “hangi şeriat?” sorularıyla tamamlandıkça desteğin düştüğünü de belirtelim.

Burada sorun Müslümanların kavramlarla aşinalığı olduğu kadar Fransız yorumcuların da İslam’la, hatta din ile aşinalığının yetersiz olması. Bilindiği gibi Fransa din-devlet ilişkilerinin gerilimli olduğu bir ülke. “Kilise’nin büyük kızı”nın, “aydınlanmanın”, “akıl dininin” ve laikliğin beşiğine dönüşmesi iki yüz sene sürdü. Özellikle din ve devleti kanunen ayıran, daha doğrusu dini kamusal alandan bertaraf ederek devleti tek meşru aktör yapan 1905 Kanunu’ndan bu yana din ülkede devlete karşı tümden yenik vaziyette. Dinin hayatın herhangi bir alanında insan davranışlarını belirleyebileceği adeta uçuk bir fikir. Bununla beraber Jakoben “milli birlik” fikrinin de laiklik ile el ele bir kült haline gelmesi de dine bağlı bir bölünme paranoyası doğuruyor. Hikâyenin tanıdık gelmiş olması mümkün.

Bu sebeple, ankete katılan Müslümanların “dünyanın yaratılışını din mi bilim mi daha doğru açıklar” sorusuna çoğunlukla din cevabını vermesi, raporda “bilimin çok büyük oranda reddedilmesinde tezahür eden bir dini mutlakçılık (absolutisme)” denerek adeta patolojik bir değerlendirme yapılıyor. Gözden kaçan ise sorunun kendisinin Müslümanları bilim ve din arasında bir tercihe zorlaması. Acaba bu sorudan önce “bilim ve din çatışır mı?” minvalinde bir soru nasıl bir sonuç doğururdu? İslam’ın bilimle alışverişten/çatışmadan ziyade bir kuşatma/kapsama ilişkisi içinde olduğu anlaşılmadan Müslümanların zihniyeti hakkında nasıl büyük tespitlerde bulunulabilir? Aynı zamanda “Bir Müslüman İslam’dan çıkabilir mi?” sorusuna verilmiş 73%’lük evet cevabının, Müslümanların moderniteyle ilişkileri açısından ne kadar daha kritik bir sonuç olduğu da yorumcular tarafından anlaşılamıyor.

Anketteki diğer sorular da araştırmacıların ya kafalarının karışık ya da kötü niyetli olduğunu gösteriyor. Mesela “Aileniz için önemli olan helal kesim, evlilik veya miras gibi konularda Fransa kanunlarını mı dininizin kurallarını mı tercih edersiniz?” sorusunun helal et ve evliliği aynı hukuki kefeye koyması Müslüman kültürden gelen birini güldürmeye yeter. Helal et tercihi ve boşanma hukuku bir Müslümanı aynı sıklıkta tercihe zorlayacak kurallar mı? Soruda helal et örneğinin verilmesi bile başlı başına kişileri “dininizin kuralları” şeklinde cevap vermeye itiyor.

Öte yandan, Müslümanların dindarlaşmasının İslamcılık, bölücülük gibi olgularla beraber sunulması tarafsız bir tavır olarak değerlendirilebilir mi? 2019 yılında yayınlanan benzer bir ankete göre Fransa Yahudilerinden “din hayatımda önemli bir yer tutuyor” diyenlerin oranı 2008’den bu yana 46%’dan 54%’e çıktı. Müslümanlar söz konusu olduğunda bahis konusu olan siyasi sebepler bu konuda bir kere bile öne sürülmüyor. Gazeteci Jean-Pierre Apathie Ifop anketinin Fransa Müslümanlarını “yaşadıkları ülkeden çok kendi cemaatlerine bağlı olan devletsiz kişiler” olarak değerlendirdiğini belirtirken aynı sözlerin geçen yüzyılda Yahudiler için söylendiğinin altını çiziyor.

Peki bu anketleri kim sipariş etti? Taşın altından bu defa “radikalizmle mücadele”, “Batı’ya entegrasyon” tartışmalarında artık olağan şüpheli haline gelen Birleşik Arap Emirlikleri çıkıyor. Bahis konusu Ifop araştırması Ecran de Veille (Screen Watch) isimli bir dergi tarafından sipariş edilmiş. Bu dergi, Global Watch Analysis (GWA) isimli, yalnızca Müslüman Kardeşler ve İslamcılık aleyhine haberler yapan bir site tarafından yayınlanıyor. Fransız Médiapart portalının 2023 yılında ortaya çıkardığı “Abu Dabi Sırları” dosyalarında GWA’nın mevcut idarecilerinin 2017 – 2020 yıllarında BAE istihbaratı kaynaklı 6,5 milyon dolarlık bir karalama ve fişleme kampanyasında görev aldıkları görülüyor.

İşin uluslararası boyutu bir yana, bu tartışmalarda neden Selefilik veya benzeri uç akımlar üzerinde değil de “İslamcılık” ve “siyasal İslam” üzerinde duruluyor? Bu noktada Fransa, Batı, hatta Türkiye bağlamında kullanılan “İslamcılık” kavramı üzerinde kısaca durmak lazım.

İslamcılık veya siyasal İslam adeta Müslümanlara yöneltilecek suçlamaları kibarlaştırmak, paketlemek için kullanılan terimler haline geldi. Çünkü İslamcılığın, Selefilik gibi marjinal ve kesin bir tanımı yok. Herhangi bir Müslüman kadın veya erkeği fiziken veya fikren Selefilikle bağdaştırmak, İslamcılıkla bağdaştırmaktan çok daha zor. Ancak herhangi bir İslamcıyı alakasız bir Müslümandan ayırt etmek zor olduğundan başörtüsü takan herhangi bir kadın, yorumcunun dilinde İslamcı, “İslamcılar tarafından manipüle edilmiş” veya “Cumhuriyet değerlerini” reddeden bir ayrılıkçıya dönüşebiliyor. Böylece yorumcunun, siyasetçinin arkasına sığınabileceği esnek bir kalkan doğmuş oluyor.

Kaldı ki artık bu kalkana bile ihtiyaç kalmayacak gibi görünüyor. Geçtiğimiz günlerde Macron’un eski başbakanı ve 2027’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin favorilerinden biri olarak gösterilen Edouard Philippe bir canlı yayında “Başörtüsünden hoşlanmıyorum. Başörtüsü kullanımı beni her zaman rahatsız etmiştir” ve “Başörtüsünü çıkarmak isteyen İranlı kadınlara, başörtüsü takanlara kıyasla çok daha fazla saygı duyuyorum” dedi. Şükür ki Philippe, kendisini başörtüsünün kanunen yasaklanmasına karşı olacak kadar özgürlükçü, süper demokrat gören bir siyasetçi.

Günün sonunda, üzerine iki defa Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılan, sayfalarca istihbarat raporu yayınlanan bu devasa siyasal İslam tehdidinin korkunç boyutlarını Fransa İçişleri Bakanlığı’nın kendisinden dinlemek mümkün. Devletin kendi rakamlarına göre 400 kişilik bir çekirdek kadroya sahip İhvancılar, kendilerine yakın 140 cami yoluyla Fransa’daki 7,5 milyon Müslümanın 0,01%’i üzerinde etkili. Aynı zamanda 156 bin spor kuruluşundan 127 tanesi harekete yakın değerlendiriliyor.

Aslında yukarıda nakledilen Senato grubunun tavsiyelerinden bile esas meselenin bir ideolojiyle mücadele olmadığı anlaşılıyor. Mesele siyasi bir ideolojiyse, bir dinin temel ibadetlerinin kısıtlanması bu derde nasıl deva olur? Bir bölünme, ayrılıkçılık tehdidi var ise eşitlikçi, solcu bir diskura rağmen Fransa’da göçmenlerin neden ABD, İngiltere veya Almanya’dan daha az entegre olduğu, ikinci nesil göçmenlerin nasıl da birinci nesilden daha fakir olabildiği gibi sorular daha fazla ipucu verebilir.

Buradan Fransız ve Türk ulusalcılarına birer ders çıkıyor. Fransızlar, benzer uygulamaların ne gibi sonuçlar doğurduğunu raporlara boğulmak yerine Noel tatillerini Türkiye’de geçirerek ilk elden görebilirler. Bizim ulusalcılarımız içinse Paris yılbaşı için olduğu kadar 28 Şubat nostaljisi için de doğru adres gibi görünüyor.

HABERE YORUM KAT