1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Peki, 11 Kasım 1938'de Neler Oldu?
Peki, 11 Kasım 1938de Neler Oldu?

Peki, 11 Kasım 1938'de Neler Oldu?

"10 Kasım’da neler olduğunu biliyoruz da peki acaba 11 Kasım’da neler olduğunu da biliyor muyuz?"

12 Kasım 2011 Cumartesi 16:08A+A-

Tarihçi Cemil Koçak, Star gazetesindeki yazısında "Ne denli sıkıntılı bir yirmi dört saatti" diye tanımladığı Mustafa Kemal Atatürk'ün öldüğü günün sonrasını anlattı:

Genç Cumhuriyetin Kritik Karar Anı 11 Kasım 1938

Cemil Koçak / Star

Atatürk’ün sağlığına ilişkin resmî raporun yayınlandığı ilk gün 17 Ekim’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, İstanbul’da basın mensuplarına yaptığı açıklamada, tabiî yazılmamak koşuluyla, Atatürk’ün yakın bir zamanda her an ölebileceğini bildirmişti. Nadir Nadi, bu açıklama sahnesini anılarında şöyle anlatıyor: “Bakan ne diyecek önceden biliniyordu. Atatürk’ün ölmek üzere bulunduğunu haber verecekti.

Böyle nazik günlerde gazetecilere düşen ağır görevi hatırlatacak, her türlü tahriklerden kaçınılmasını öğütleyecek, Atatürk ile ilgili sağlık raporlarının yorumsuz olarak yayınlanmasını isteyecekti. (...) Meraksız bakışlarla Şükrü Kaya’yı dinledik. Atatürk’ü her an kaybedebileceğimizi, bunun birkaç gün, bilemediniz birkaç hafta olduğunu söylediği zaman, doğrusu salonda pek bir üzüntü havası da esmedi. Hastalığın affetmez türden olduğu aylardan beri duyuluyordu. O günlerde Bâbıâlinin çenesini, ‘Atatürk’ten sonra kim Cumhurbaşkanı olacak?’ dedikodusu yoruyordu.” Şükrü Kaya, aynı basın toplantısında bir gazetecinin sorusu üzerine, Atatürk’ün vasiyeti olmadığını belirtir. “Yeni Cumhurbaşkanının kim olacağı” yolundaki sorusunu da, “TBMM kimi seçerse, o olacak”; “namzet, bir iki kişiyi geçmez” şeklinde yanıtlar. Son olarak Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanı seçilip seçilemeyeceği yolundaki bir başka soruyu da, Çakmak’ın milletvekili olmadığı şeklinde yanıtlayarak, “bakalım meclisin kabul edeceği kimseye namzetliği nasıl kabul ettireceğiz?” diye sorar ve toplantıyı bitirir.

Atatürk’ten sonra neler olabilirdi?

Atatürk sonrası için birkaç seçenek sayılabilirdi: İlk akla gelenler; Başbakan Celâl Bayar ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Şimdi herkesin hemen aklına gelebilecek bir başka önemli isim İsmet İnönü ise, yaklaşık bir yıl önce bizzat Atatürk’ün talebi üzerine Başbakanlıktan ve CHP genel başkan vekilliğinden ayrılmak zorunda kalmıştı; sadece Malatya milletvekili olarak mecliste üyeydi. Gözden düşmüştü, hatta Pembe Köşk’te münzevi bir hayata mahkûm kalmıştı; İnönü ile görüşmek, hatta temas kurmak rejimin gözünde tehdit sayılıyordu. İnönü gözetim altında, polis kontrolünde yaşıyordu. Atatürk ile ilişkileri bu dönemde dalgalıydı. Resmî görüntüde İnönü unutulmuştu bile. Bizzat günlüğünde ilk günlerde “pek şiddetli, pek kıyasıya şeyler düşünüldüğü”nü yazacaktır. Yine kendi ifadesiyle hayatı fazla gelmeye başlamıştı! Yine de Atatürk ile İnönü arasında gayri resmî yazışmaların ve aracılarla haberleşmenin kesilmediğini biliyoruz.

İnönü’yü tasfiye etme planları

İnönü de en azından kâğıt üzerinde cumhurbaşkanı adayı olabilirdi; cumhurbaşkanı adayı olmak için meclis üyesi olmak yeterliydi. Bu bakımdan İnönü karşıtı gruplar değişik önlemler almak ihtiyacını duydular. Önce Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İnönü’yü hem milletvekilliğinden ve hem de ülkeden uzaklaştırmak için ona Washington büyükelçiliğini önerdi. İnönü bu önerinin altında yatan nedeni iyi bildiğinden hemen reddetti. Erken seçime gidilerek İnönü’nün meclisten uzaklaştırılmasını sağlamaya çalışanlar da oldu. Şükrü Kaya bu projenin esas sahibiydi; ne var ki, Başbakan Celâl Bayar bu türden bir girişime karşı çıkacaktır. Elbette eski İttihatçılar açısından sorunun çözümünde eski ve geleneksel usûllerin kullanılmak istendiği de açıktır: İnönü’ye karşı suikast düzenleneceğine ilişkin haberler söylenti boyutunu da aşarak ciddiyet kazanmıştı. Ankara Emniyet Müdürlüğü bu nedenle Pembe Köşk’ü koruma altında tutuyordu. Bu konuda da Recep Zühtü’nün ismi ön plana çıkmıştı. Suikast iddiası o kadar ciddiye alınmıştı ki, İnönü hükûmetlerinin adeta değişmez sağlık bakanı olan Refik Saydam, İnönü’nün Başbakanlıktan alınmasından sonra Bayar’ın kabinesinde görev kabul etmeyen yegane kişi olarak İnönü’nün korunmasında etkili olmuştu; hatta o kadar ki, İnönü’nün son kez Atatürk’ü ziyaret etmek üzere İstanbul’a gitmesine, ta Ankara istasyonuna kadar giderek ve vagona binmiş olan İnönü’yü zorla ikna ederek yeniden trenden indirmeyi başaracaktı. İnönü de bizzat günlüğünde Şükrü Kaya’nın kendisini İstanbul’a götürmek için çok gayret sarf ettiğini yazmaktadır. Kendisinin de gitmek istemesine rağmen kuşkulanan arkadaşlarının buna mani olduğunu belirttikten sonra, onların haklı çıktığını belirtmektedir.

Fevzi Çakmak orduyu tercih etti

İnönü’yü Cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyenler için İnönü karşıtı girişimler bununla da sınırlı kalmadı. Bizzat meclis başkanı Aldülhalik Renda’ya Atatürk’ün hastalığı sırasında Cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesi önerildiyse de, Renda bunu kabul etmedi. Başbakan Bayar, İnönü karşıtı grubun tertiplerine âlet olmayacağını çoktan ilân etmişti bile; aksine onların tertiplerini boşa çıkartmak için de engeller çıkardı. O günleri yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Bazı kimseler el altından harekete geçtiler; ya kendileri olmak istiyorlar veya İnönü hesabına çalışıyorlardı. Ben şu prensibi ilân ettim: kendim için hiçbir şey olmayacağım. (...) Sonra beni İnönü aleyhine veyahut başka birinin lehine çekmek, parti tutmak üzere temayül gösterenler oldu.” Elbette Bayar, Atatürk’ün son başbakanı olarak Cumhurbaşkanlığı için ilk akla gelebilecek isimlerden biriydi; nitekim Bayar’ın sözünü ettiği grup, kendisine Cumhurbaşkanlığı önerisinde bulunacak, fakat Bayar bu öneriyi de reddedecektir. Bayar’dan sonra akla gelebilecek ikinci isim muhakkak ki, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Çakmak açısından aday olabilmek güçtü; çünkü ordudan ayrılmak ve muhakkak yapılacak bir ara seçimde de milletvekili seçilmek zorundaydı. Bu kolay bir süreç değildi; fakat mümkündü. Yeter ki Çakmak gönüllü olsun! Ne var ki, Çakmak da bu öneriyi reddedecek ve ordudan ayrılmayı kabul etmeyecektir. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın da adaylığı gönüllerinden geçirdikleri biliniyordu. Fethi Okyar’a dahi müracaat edildi; İnönü, Okyar’a da epey ısrarlı önerilerde bulunulduğunu ileri sürüyor. Okyar da önerileri kabul etmeyecektir.

Atatürk’ün siyasi vasiyeti var mıydı?

İnönü karşıtı grubun sadece İnönü’yü engellemesi yetmezdi; olası yeni Cumhurbaşkanının ismini de gündeme getirmek gerekiyordu. Fakat olası bütün isimler denenmiş, ancak sonuç alınamamıştı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, anılarında da belirttiği üzere, Atatürk’ün siyasî vasiyette bulunduğunu ileri sürecektir. Öyküye göre, Atatürk, bugün elimizde bulunan vasiyetini yazdırdıktan sonra, Soyak’a siyasî vasiyetini de şifahî olarak açıklamıştı; buna göre, Atatürk, kendisinden sonra ilk akla gelebilecek ismin İnönü olabileceğini açıkladıktan sonra, İnönü’nün halkça sevilmediğinden bahisle, onun Cumhurbaşkanı seçilmesinin doğru bir davranış olamayacağını belirtmişti. Atatürk, kendisinden sonrası için Çakmak’ı önermişti! Soyak, bu açıklamayı Bayar’a da nakletmişse de, Bayar anlaşılan bu vasiyete hiç inanmamıştı. Nâzikçe Atatürk’ün vasiyeti olması halinde bunu kendi başbakanına doğrudan söyleyeceğini belirterek konuyu kapatacaktır.

İnönü nasıl Cumhurbaşkanı seçildi?

İnönü’nün karşısına onun kadar ağırlıklı bir ismin çıkarılması mümkün olamamıştı. Bunda gördüğümüz gibi pek çok kişinin katkısı olmuştu. Fakat o da bu satrançta taşlarını zamanında ve doğru oynayabilmek gayretindeydi. Resmî politikada ismi görünmezdi, tıpkı kendisinin de artık Ankara sokaklarında görülmediği gibi. Başbakanlıktan ayrılır ayrılmaz gazetelerde ne ismi, ne de resmi kalmıştı. İnönü ile ilgili haberlere son verilmişti. Bir yıldan uzun bir zaman içinde İnönü basında unutulmuştu bile. Kendisi günlüğünde Lozan gününde dahi kimseye bir kelime yazdırtmadılar derken, bir zamanlar başkalarının da başına geldiği şekliyle artık resmî tarihten dahi silinmek istendiğini belirtmek istiyordu. Bu aşamada kendi taşlarını oynamaya başlayabilirdi artık.

Öncelikle mevcut meclis zamanında onun da onayından geçmişti ve meclis üzerindeki denetimini sağlayabilirdi; CHP yönetiminde de dramatik değişiklikler olmamıştı; İnönü CHP üzerinde de egemendi; Bayar’ın kurduğu hükûmet ise, kendi hükûmetinin neredeyse tıpatıp aynısıydı; sadece Refik Saydam yeni kabinede yer almamıştı. Dolayısıyla İnönü siyasî seçkinler üzerindeki gücünü koruyordu. Bizzat Başbakan Bayar da İnönü karşıtı girişimlerde yer almamış, hatta onların sonuc almaması için önlem almıştı. Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve Hasan Rıza Soyak ile Ali Çetinkaya tarafından oluşturulduğunu ileri sürdüğü gruba katılmadığı gibi, onlara karşı tavır da almıştı. Bayar, uzun yıllar sonra Yassıada’da İnönü’yü zamanında koruduğunu ve himaye ettiğini açıklarken muhtemelen bugünlere atıfta bulunuyordu. Çakmak da, İnönü’nün ifadesiyle kendisi başbakanlıktan çekildikten sonra ürkmüş ve uzak durmuşsa da, sonradan yeniden İnönü’ye yaklaşmıştı. Okyar da anlaşılan tertiplerden uzak durmayı tercih etmişti.

Olağanüstü toplantı

10 Kasım sabahında Atatürk’ün ölümü ilân edildiğinde, meclis başkanı Renda meclisi ertesi gün için olağanüstü toplantıya davet eder, gündem yeni Cumhurbaşkanı seçimidir. Zaten 9 Kasım’da tüm milletvekilleri Ankara’ya davet edilmişlerdir bile. 10 Kasım günü mecliste çoğunluk sağlayabilecek kadar milletvekili toplanmıştı. Asım Us, günlüğünde Şükrü Kaya’nın hala ümitli olduğunu yazmaktadır; İnönü’yü partinin aday gösterip göstermeyeceğini sormaktadır. 11 Kasım sabahı CHP meclis grubu toplantısında Başbakan Bayar, aday ismi ortaya atılmaksızın seçim yapılacağını bildirir ve gizli oyla yapılan seçimde İnönü’nün tek aday olarak benimsenmesi kabul edilir. Asım Us’un anlatımına göre, İnönü için verilen oyların dışında sadece Hikmet Bayur, Bayar lehine oy kullanmıştır. Elbette ertesi günkü gazeteler bu tek oydan hiç söz etmeyeceklerdir. Meclis grubu toplantısından hemen sonra meclis genel kurulu toplanır. Artık genel kurula düşen bu ilk seçimi onaylamaktan ibarettir. İnönü ise bütün bu gelişmeler sırasında Pembe Köşk’tedir. Ne parti toplantısına ne de genel kurula katılmıştır. Çakmak ile Altay meclis toplantısında izleyiciler locasında yerlerini almışlardır. İnönü’nün evinin çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri alınmıştır. Askerler, Çakmak’ın emriyle evi denetim altına almışlardı. Meclis oylamasında her ne kadar Şükrü Kaya oylamaya katılmakta geç kaldığından oyunu kullanma imkânı bulamamış olsa da, İnönü ittifakla cumhurbaşkanı seçilecektir. Seçimden hemen sonra İnönü günlüğüne şunları yazmaktan kendisini alamamıştı: “İktidarda olmayan, hatta iktidar mevkiindekilerin sevmedikleri, korktukları bilinen, bir çekilmiş adamın [Cumhurbaşkanlığına] getirilmesi, rızayla, serbest reyle yapılmış hakiki bir intihap olarak tarihe geçecektir.”

Ordunun son kararı İnönü

Ya ordu diyeceksiniz? Tabiî bu önemli seçim öncesinde ordunun da tutumunu bilmek gerekir. Genelkurmay ikinci başkanı Asım Gündüz, anılarında bu konuda genelkurmayda toplantı yaptıklarını ve yeni Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi gerektiğine ve ordunun bu seçimden uzak durmasına karar verdiklerini yazıyor. Toplantıdan sonra genelkurmaya gelen Bayar’a bu karar ordu adına Çakmak ile Gündüz tarafından açıklanır. Bu açıklamaya rağmen Bayar Çakmak’a son kez aday olmasını önerir. Meclis Çakmak arzu ederse kendisini seçmeye hazırdır. Ne var ki mareşal bu öneriyi de reddedecektir. Diğer yandan, ordunun kararı bu kadar da basit değildir. Söz konusu ordu toplantısından çok kısa bir süre sonra bu kez birinci orduda yeni bir toplantı daha yapılır. Gündüz anılarında bu toplantıyı da anlatmaktadır. Buna göre, birinci ordu komutanı Fahrettin Altay, genelkurmay başkanlığına gelir ve Gündüz’le görüşür. Gündüz kendi aldıkları kararı Altay’a nakledince, Altay bu karara itiraz eder. Çünkü birinci ordu komutanlığında kolordu ve tümen komutanlarıyla yapılan toplantıda aksi bir karar alınmış ve İnönü’nün ordunun adayı olarak seçilmesine karar verilmiştir. Bu görüşmeden sonra Gündüz durumu Çakmak’a anlatır ve genelkurmayda da İnönü üzerinde mutabakat sağlanır. Ordunun bu yeni ve son kararı başbakanlığa ve meclise de yansıtılır. Tam bu sırada Ankara’da hükûmet toplanır ve bu toplantıya Genelkurmay Başkanı Çakmak ile İnönü de katılır. İnönü artık tek adaydır.

Cumhurbaşkanı İnönü

Seçimden hemen sonra Yunus Nadi Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısında İnönü için ikinci Atatürk sıfatını kullanmıştı bile. Yeni hükûmet elbette Bayar tarafından kuruldu. Sadece Tevfik Rüştü Aras ile Şükrü Kaya artık kabine üyesi değillerdi. Atatürk’ün değişmez bakanları için politikanın sonu gelmişti. Kaya bir daha milletvekili de seçilemeyecek ve sessizce ortadan kaybolacaktır. Aras ise sadece iki ay sonra Londra büyükelçiliğine atacak ve yurttan uzaklaştırılacaktır. İnönü Aras’a kendisi için uygun bulduğu formülü uygulamıştır denilebilir. Aras da politik kariyerinin sonuna gelmişti. Hasan Rıza Soyak’a gelince; Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğinden alınacak fakat milletvekilli seçilecektir.

İnönü, Atatürk için İstanbul’da yapılan cenaze törenine katılmayacak, fakat Ankara’daki törende bulunacaktır. Yabancı basın, İstanbul’da İnönü’nün eksikliğini kayda geçirmekte tereddüt etmez. Ardından CHP olağanüstü kurultayında partinin değişmez genel başkanlığına getirilir. Ardından Atatürk döneminin ünlü muhalif isimlerini partiye ve meclise geri çağırır: Kâzım Karabekir ile Rauf Orbay siyasî itibarlarını yeniden geri kazanırlar. Karabekir milletvekili ve meclis başkanı olacak; Orbay ise milletvekilliğinden sonra Aras’ın yerine Londra büyükelçiliğine de atanacaktır. Yılların muhalifi Hüseyin Cahit Yalçın gazetecilik hayatına geri döner. Artık CHP’nin yanında olacaktır. Fethi Okyar, Paris büyükelçiliğinden Ankara’ya geri döner ve milletvekili ve bakan olur. Daha Atatürk’ün sağlığında meclise geri dönmüş olan Ali Fuat Cebesoy, önce bakan ve daha sonra da meclis başkanı olacaktır. Dahası Rıza Nur da ülkeye geri döner; tıpkı Adnan Adıvar ile Halide Edip Adıvar’ın dönüşü gibi. Yeni yıla girildiğinde Bayar hükûmetinin durumu kritiktir; Atatürk’ün son kabinesi döneminde yapılan yolsuzluklar hakkında açılan davalar, Bayar hükûmetini yıpratmış ve dahası basında bütün mahkeme safhaları ayrıntılarıyla kamuoyuna da açıklanmıştır. Bayar istifa eder ve yerine İnönü’nün yakın siyaset yoldaşı Refik Saydam başbakan olur. Geçiş dönemi tamamlanmıştır.

Bayar’ın bir kenara atıldığını düşünmek de yanıltıcı olacaktır; aksine İnönü, Bayar’ın bu zor dönemdeki imtihandan başarıyla çıktığı kanısındadır. Ne var ki, iktisat politikasındaki görüş ayrılıkları, Bayar’ın çekilmesini gerekli kılmıştır. Yoksa İnönü Bayar’ın dürüstlüğüne çoktan ikna olmuştur. Bunu günlüğünde açıkça belirtir. Nitekim yıllar sonra 1946’da bir muhalefet partisine ihtiyaç duyulduğunda Bayar adı ilk akla gelen isim olacaktır!

Dündar Seyhan anlatıyor

“Atatürk öldüğü zaman harp okulunun ikinci sınıfında idim. (...) Günün en mühim meselesi, Atatürk öldüğü zaman yerine kimin geçeceği idi. Başvekil Celâl Bayar ve Atatürk’ün yakın arkadaşları olarak bilinenlerin, Atatürk’ü sevenler ve ona bağlı gençlik indinde pek makbul şahsiyetleri yoktu. Bu, belki de o devirdeki kulak gazetesinin propaganda tesiridir. Ne olursa olsun, o zaman iktidardan uzaklaştırılmış bulunan İsmet Paşa’ya karşı büyük bir hayranlık ve itimat besliyorduk. Biz Harbiye olarak İsmet Paşa’yı daima sevmiştik. (...) İnönü, başvekillikten uzak bulunduğu günlerde Harbiye civarında sık sık at gezintisi yapardı. Onun geçtiğini gören biz Harbiyeliler, hangi durumda olursak olalım, hemen pencerelere fırlayarak, büyük tezahürat yapardık. Hulâsa, İnönü sevgisini, onun başvekillikten uzaklaştırılması, bizim genç kalplerimizden söküp atamamıştı. Harbiyeli olarak, Atatürk’ün yerine mutlaka İnönü’nün geçirilmesini istiyorduk. Atatürk’ten ayrılmanın ağır hüznü ve rûhî baskısı altında harp okulu iç bahçesinde toplanıyor ve bu arzumuzu açıkça belirtiyorduk.”
 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum