1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Orta Halli Aile Kızları: GATA Ordu Hemşireleri
Orta Halli Aile Kızları: GATA Ordu Hemşireleri

Orta Halli Aile Kızları: GATA Ordu Hemşireleri

Leyla Şimşek Rathke'nîn Dünden Kalanlar, Türkiye'de Hemşirelik ve GATA TSK Sağlık Meslek Lisesi Örneği kitabını Asım Öz, Haksöz-Haber okuyucuları için değerlendirdi.

28 Haziran 2011 Salı 18:51A+A-

Asım Öz / Haksöz Haber

gatavehemsire1.jpgTürkiye’deki modernleşme süreci önce köydeki kızlara rençber, kenttekilere de “ev hanımı” olmak yerine hemşire olma imkânını vermişti. Genelde aile kararı ve onayıyla gerçekleşen bir süreçtir hemşirelik süreci. Öte yandan Pierre Bourdieu’nün de tespit ettiği gibi kadınlara uygun görülen işlerdendir. Her ne kadar, on sekizinci yüzyıldan itibaren doktor- hasta ilişkisinin epistemolojik dönüşümünden itibaren kadınlar bu alandan dışlansalar da genel sağlık bilgisi bugün bile halen kadınlar üzerinden yaygınlaşır. Gazetelerin sağlık köşelerindeki sağlığa ilişkin yazılarda aile fertlerinin sağlığı büyük ölçüde kadınların meselesi olarak görülmekte ve kadınlar muhatap alınarak işlenmektedir. Hastanelerdeki refakatçiler de ağırlıklı olarak kadınlardan oluşması bunun bir başka göstergesidir.

Hemşirelik, kadın emeğinin görünmezliğinin evle sınırlı olmadığını bize en berrak gösteren örnektir herhalde. Ücretli bir emek türü olmasına karşın, görünmez. Çünkü onlarınki, “bakım emeği”dir! Yani kadınların “zaten”, “oldum olası” yapageldikleri işler. Hemşire söz konusu olduğunda tıbbi bakım, evde annenin, kız kardeşin yapıp durduğu işten pek de farklı bir şey değilmiş gibi düşünülür. Hemşire istediği kadar eğitim almış, yıllarca tecrübe biriktirmiş ve kimi zaman doktorun hatasını fark edecek kadar konuya hâkim olsun, o, askeri kurumlarda en nihayetinde mutlak itaat kültürünü sürdürmesi gereken bir “kadın askerdir”

Travmatik Deneyimler

Dünden Kalanlar, hemşirelere GATA bünyesinde açılmış olan TSK Sağlık Meslek Lisesi ve ortaokul düzeyinde eğitim vermiş bulunan Sağlık Okulu özelinde bu iki okulda hemşirelik eğitimi alan, halen İstanbul, Ankara ve İzmir’de çalışan veya yaşayan kırk beş kişi üzerinden onların sesini duyurmayı amaçlıyor. Askeri hastanelerin hemşire ihtiyacını karşılamak için kurulmuş olan okulun mezun hemşireleri ile derinlemesine görüşmeler yaparak yetmişli yıllardan iki binli yıllara doğru Türkiye’de hemşireliğin izlediği seyri ortaya koyuyor. Yaşam hikâyesi anlatıları üzerinden hemşire kimliğinin çoğu zaman ücretli istihdam sınırlarının ötesine yayılan boyutlarını irdeliyor. Yazarın kendisinin de bu okulda okumuş olması okulda okuyan öğrencilerin hem eğitim sürecine hem de okul sonrası çalışma sürecinde yaşadıklarını derinlikli olarak kavranılmasına katkı yapar nitelikte. Çalışmanın yapıldığı yıllarda Ergenekon davası nedeniyle yazarı adeta sert bir biçimde kovan birkaç hemşire de olmuş. Mensubu olduğu kurumun kimliğini giymişçesine üstten bir dille çalışmaya bir biçimde katılmayı bırakın, otoritenin figürüne dönüşen bu hemşirelerin davranışını anlamak için başka ülkelere de dikkat kesilmekte fayda var. Cynthia Enloe, farklı ülkelerde de silahlı kuvvetlerin meşruiyetini sürdürebilmesi için hemşirelerin sessiz kalması gerektiğine, hikâyelerini anlatan hemşirelere, var olduğu düşünülen meşruiyeti tehlikeye düşürecekleri için kızılabileceğine işaret eder.

 GATA TSK Sağlık Meslek Lisesinde okuyan öğrenci profili daha çok göç yaşamış, yeni kentli ve çoğu gecekondu veya kenar mahalle olarak tanımlanan bölgelerde oturan orta halli ailelerin çocuklarından oluşmakta. Öğrencileri seçen kuruldaki öğretmenler itaat ve disiplin uygulamalarının daha kolay olmasından dolayı dar gelirli ailelerin çocuklarını almakta daha istekli davranmışlardır. Kot pantolonların yeni çıktığı dönemde okul mülakatına kotla giden bir öğrenciyi kıyafetinden dolayı şöyle değerlendirir bir öğretmen: “Bunlar zengin, bunu almayalım, üstündeki blucin işte, böyle çok Amerikanvari şey” 1985 yılından itibaren okulda açılan kantinden alışveriş yapmak için ailesinden harçlık alanlar olduğu gibi, ihtiyaçları okula tarafından karşılanıyor diye ailesinin hiç harçlık vermediği öğrencilerin varlığı okula gelen öğrenci profilini anlamak bakımından önemli bir gösterge. Başka seçenekleri olabilecek olan varlıklı aile çocuklarının okuldaki oranı oldukça düşük. Onların geliş sebepleri daha çok öznel süreçlerin sonucunda. Örneğin, babası tarafından sürekli şiddete maruz bırakılan, bu yüzden de kızına sürekli “Senin tez yoldan işin olmalı, sen ezilmemelisin” diyen annesinin girişimiyle bu okula yönlendirilen Rüya bunlardan biri. Kentsel dönüşümle birlikte gecekondular yıkılıp yerine apartman blokları dikildiğinde okula gelen orta halli kişilerin hayatlarının zaten okul suretiyle uzaklaştıkları bir parçası da tümüyle silinecektir.

Okula yapılan başvuruların ardından çok zahmetli bir sınav süreci başlar. Sağlık raporlarından yazılı sınavlara uzanan bu süreç çoğu kamu kurumuna girişte yaşanan bir sürü bürokratik işlemi de beraberinde getirir. TSK’ya bağlı olan kurumun yazılı ve sözlü sınavlarında adeta amentü gibi sorulan sorular dikkat çeker. Atatürk İlke ve İnkılâpları, İstiklal Marşı’nın bir kıtası, Büyük Millet Meclisi’nin bayrağında yer alan yıldız sayısı ve bu yıldızların anlamı bu sorulardan bazılarıdır. 12 Eylül askeri darbesinin ardından yapılan öğrenci alımlarında bu sorulara Genelkurmay, Hava, Kara ve Deniz Kuvvetleri komutanlarının adları, adayın evine hangi gazetenin alındığı gibi sorular da sorulmuştur. Okula başlayacak öğrenci adaylarının sağlık raporu alınırken hemen hepsinin mahremiyetini alışılmadık bir biçimde erkek olan doktorların önünde teşhir etmek zorunda kalmaktan dolayı duydukları sıkıntıya değinmeleri de önemli. 13-14 yaşlarındaki hemşire adaylarının Kadın Doğum muayenesine girmeleri ve muayene sonrasında evraklarına “sağlam” ibaresinin eklenmesi de düşündürücü. O güne kadar ailesiyle bile cinsellik, bekaret gibi konuları konuşmamış olan kızların bulunduğu düşünüldüğünde bu sürecin ne kadar kaygı verici olduğu görülebilir. Bazıları çok sayıda tıp öğrencisinin de bulunduğu bir ortamda muayene edilmiş, kızlık zarı yapısının “eğitim amacıyla” muayene salonuna çağrılan tıp öğrencilerine de gösterilmiş olmasından utanç duymuşlar ve bunu travmatik bir deneyim olarak değerlendirmişlerdir. Sağlık raporu için Kadın Doğum’a giden kızlardan bazıları tanıdıkları vasıtasıyla bu tarz uygulamalardan kurtulabilmiş olsalar da “Aa bizim namuslu kızlarımız gelmiş” türü ifadelerden kurtulamamışlardır. Kimi utanarak, kimi titreyerek ve korkarak çıkmıştır bekâret muayenesinden. Bu uygulama 1972’den 1992’ye kadar sürdürülen bu muayeneleri herkes sessizce kabul etmiş, 1993 yılından itibaren de öğrenci alımlarında uygulanan bu muayene sessizce terk edilmiştir. Okulun sorgulanmaması askeri kurum olmasından kaynaklanır. Kuruma duyulan tartışmasız güven çocukların suskunluklarını da sağlayan bir meşruluk abartısı gündeme getirmiştir. Okulun günlük ritminde de sıklıkla mahremiyet ihlalleri görülür. Gelen mektuplar, tutulan günlükler okunur, dolaplar ve içindeki tüm eşyalar karıştırılır,bazı mahrem eşyalar utandırmak ve bu yolla disiplin sağlamak için teşhir edilir veya aile bireyleri de dahil olmak üzere telefonla görüştürülmez. Labirentin içine alınan öğrenci hiçbir mahremiyeti olmayan şeffaf bir nesne muamelesi görür bir bakıma.

Yatılı okul modeline temel olan manastır modelinin bütün karanlık yanları vardır. Okula dair anlatımlarda disiplin altına alınarak baskı ile yetiştirme belirgindir. Bütün ihtiyaçları kamu kaynakları tarafından karşılanan öğrencilere eğitimciler türlü hakaretlerde bulunur. Genel olarak orta halli ve dar gelirli ailelerden gelen öğrencilere “anne babasının doyuramadıkları” “tok evin aç kedileri” “sevimsizler”, “görgüsüzler” “iki ayaklı hayvanlar” “koyun gibi kokuyorsunuz” “mayasızlar”, “Sulukuleliler” gibi sistematik küçültücücü hakaretler bunlardan bazılarıdır. Bu hakaretleri eden kişilerle yıllar sonra karşılaştıklarında kimileri bu kişileri görmezden geldiklerini, kimileri de kendilerinden bir hizmet talep edildiğinde iş gereğini yerine getirmenin ötesinde herhangi bir ilişkiye girmediklerini belirtme gereği duymaları da rencide edilme halinin kişileri ne kadar etkilediğini gösterir.

Öğrencilere dönük cezalandırmalarda seksenli yıllardan itibaren bir artış olmuştur. Bunun büyük bir bölümü 1982 yılında yürürlüğe giren “GATA TSK Sağlık Meslek Lisesi Yönetmenliği”nden kaynaklanan sertlik politikalarından kaynaklanır. Öğrenciliğinde hem 12 Eylül öncesini hem de sonrasını görmüş olan öğrenciler askeri darbeden önce okul yönetiminin kısmen daha esnek olduğunu, sonrasında ise okul yönetiminin daha sert hale geldiğini belirtirler.

Askeri Kurumun “Malı”

Modernleşmenin toplumsal hareketliliği arttırıcı etkisi her kesimde aynı güçte ve aynı hızda görülmese de bu bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Çabucak meslek sahibi olarak kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan hemşireler, modernleşme sürecine katılsalar da elde ettiklerini düşündükleri ile gönüllerinden geçenler arasında muazzam bir fark vardır. Bir hemşire mesleklerinin toplumdaki algılanma biçimi üzerinden şunları anlatır: “Biz insan hayatıyla birebir iç içeyiz. Ama işte karşımızdaki insanlar nedense hiçbir zaman hemşireleri pekiyi gözle görmüyorlar. Hep, her zaman böyle olmuştur. Çalıştığımız yerlerde de öyle. Nedendir bilmiyorum bir laboranta bakış açısıyla bir hemşireye bakış açısı o kadar farklı ki. Aslında biz onlardan daha yoğun çalışıyoruz, daha fazla çalışıyoruz. Buna rağmen ama, bakış açısı ve verilen değer çok farklı. Bunlara çok üzülüyorum.”

Hemşireler okulu bitirdikten sonra gerek mecburi hizmet sürecinde gerekse daha sonra üniversite okumak istediklerinde de askeri buyurganlığın suskunlaştırıcı davranışlarına muhatap olmuşlardır. Ordu kamu kaynaklarını kullanarak okuttuğu öğrenciler üzerinde neredeyse ömür boyu sürecek bir tasarrufa sahip gibi görür kendini. Sivil bir kurumda üniversite okumak isteyen Sevgi okul idarecileri tarafından “Sen vatan haini misin? Devlet seni bu kadar okuttu, sen dışarıda mı okuyacaksın?” diye azarlanır. Sema mesela nöbetçi öğretmen izin vermediği için Trabzon’dan onu ziyarete gelen babasıyla görüştürülmemiş, babası kızını göremeden Trabzon’a dönmek durumunda kalmıştır. Devlet için disiplinli üretken ve verimli vatandaşlar yetiştirme pratiğine katkı yapan “Eti sizin, kemiği benim” ifadesiyle öğrenciler ailenin de rızasıyla adeta aileden çok askeri kurumun malına dönüşür. Dört yıl mecburi hizmet yükümlülüğü bulunan öğrencilerin diplomalarının öğrencilere değil bağlı bulundukları kuvvet komutanlıklarına gönderilmesi, öğrencilerin diplomalarının asıllarını ancak dört yıllık mecburi hizmet süresini tamamladıktan sonra alabilmeleri paternalist uygulamaların bir göstergesidir. Üniversite okumak isteyenler diplomalarının kopyasını bile alamayabiliyordur. Kitabın yazarı da böyle bir durumla karşılaşmıştır. Bağlı bulunduğu kuvvet komutanlığındaki yetkili kişi istenilen belgeyi vermediği gibi Leyla Şimşek Rathke’ye öfkelenmiş ve şöyle demiştir: Bu üniversite sizi üniversite okuyasınız diye değil, hemşire olasınız diye yetiştirdi.”

Mezun olduktan sonra görevlendirildikleri kurumlarda hastane başhemşirelerinin denetimi altında çalışan hemşirelerin kurumun neresinde ve nasıl çalışacakları belirlenirken keyfi uygulamalar da söz konusu olabilmektedir. Biçimsel olarak eğitim süresince nizam ve edepliliğe önem veren kurum hastaneye yeni gelen hemşireler içinden “boylu poslu, incecik dal gibi” kısaca “en güzel” olanlarını general katı gibi özel birimlerde veya hastane komutanının servisinde görevlendirmekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Burcu bu durumu şöyle anlatır: “Hatice bizi büyük bir salonda topladı. Klinik sorumlu hemşireleri geldi. O zaman da çok rencide olduğumu hatırlıyorum ben. General Katı’nın sorumlu hemşiresi devremizde, yani orada çalışacak olan, arkadaşların içinde uzun boylu, eli yüzü düzgün, sarışın tipleri aldı gitti. Bunlar benim diye. Yani herkes, böyle pazardan armut seçer gibi seçtiler. Yani bize sorulmadı, acaba nasıl bir yerde çalışmak istersin? Hani yeteneği ne? Falan. Zaten okulda aldığımız eğitim de buna müsait, hani beni belirginleştirecek bişi değil.”

Stajyer hemşireler dört yıllık mecburi kölelikten dolayı genel olarak çok ağıt çalışma koşullarının olduğu servislerde görevlendirilir ve ihtiyaç olduğu durumlarda amir inisiyatifiyle yasal sınırların ötesinde 24 saatlik nöbetler de dâhil olmak üzere bazen haftada 72 saate varacak derecede çalıştırılabiliyorlardır. Erkek doktorun otoritesinin hepsi kadın olan hemşireler üzerinde paternalist baskılara dönüşmesi de bir başka yönü çalışma hayatının. Doktorların bir nevi iş ortakları olan hemşirelerin otonomisizliğinden kaynaklanan durum askeri kurumlarda daha bariz olarak görülür.

Denetleme hazırlıkları sırasında sarhoş halde hastaneye gelen başhekim yardımcısından herkesin gözleri önünde dayak yiyen ardından hastanenin bir odasına kilitlenen daha sonra camdan kaçarak geceyi birilerinin yanına sığınarak geçiren ve ertesi gün bir arkadaşıyla berabere daha kıdemli bir amire derdini anlatmaya giden hemşireyi dinlemek yerine azarlayan ve onları “Sizin komutanınız yok mu? Siz ne biçim askersiniz? Silsile yolundan haberiniz yok mu? Siz benim kapıma direk nasıl gelirsiniz? Dilekçe yazın, şikayetinizi önce küçük amirinize sonra bana ileteceksiniz, öğrenemediniz mi? Ne biçim memursunuz?” gibi sözlerle hadlerini bildiren amirin davranışı bunun bir örneği. Yani onlar hep “çocuk” olarak görülürler. Okulda mutlak bir itaat kültürü ile yetiştirilmiş ve hakları konusunda cahil bırakılmış olmak, mesleğin sınırlarında yaşanan belirsizlikler ve her koşulda amirin inisiyatifine bırakılan boşluklar bu güçlüklerin süreklileştirilmesinin başlıca sebebi aslında.

Dar gelirli ailelerde büyümüş ve fazla seçeneği olmadığından dolayı pasif ve ezik olan ama bu pasiflik ve ezikliği eğitim süreci ile daha da artan bir grup hemşirenin deneyimleri üzerinden yapılan Dünden Kalanlar askeri eğitim sürecinin bir boyutunu tartışmayı mümkün kıldığı kadar ömür boyu asker olma bilincinin nasıl oluşturulduğunu da görünür kılıyor.

Leyla Şimşek-Rathke

Dünden Kalanlar, Türkiye'de Hemşirelik ve GATA TSK Sağlık Meslek Lisesi Örneği,

İletişim Yayınları,

2011,

223 sayfa. 

Asım Öz / Haksöz Haber

HABERE YORUM KAT

22 Yorum