1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. LÜBNAN

  4. Nasrallah: 'Ölen Suriyeli Yetkililer Şehiddir'
Nasrallah: Ölen Suriyeli Yetkililer Şehiddir

Nasrallah: 'Ölen Suriyeli Yetkililer Şehiddir'

Nasrallah, Suriye’de Savunma Bakanı Davud Raciha, İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim El Şaar ve Esed'in eniştesi Genelkurmay Başkan Yardımcısı Asıf Şevket de dahil birçok yetkilinin öldürüldüğü eylemi şiddetle kınadı ve ölenleri şehid ilan etti.

23 Temmuz 2012 Pazartesi 23:37A+A-

Hasan Nasrallah'ın konuşması:

SURİYE HAKKINDA

Bismillahirrahmanirrahim

2006 Temmuz savaşını andığımız bu programa katıldığınız için hepinize teşekkür ederim. Değerli dostlarım size anlatmak istediğim birçok mesele var ancak bölgesel gelişmeler özellikle de bu gün meydana gelen olay konuşmamın bir bölümünü Suriye ve bölgesel gelişmelere ayırmama neden oldu.

Siyonistler hala Temmuz savaşında aldıkları yenilginin şoku içerisindeler. Mossad Başkanı Meir Dagan’ın savaş zamanında, savaşın İsrail için bir musibet olduğunu, ağır bir darbe aldıklarını ve dönemin İsrail İstihbarat Bakanı Dan Meridor’un ise İsrail’in o güne kadar böyle bir şey görmediğini, hiç bu kadar dar boğaza girmediğini söylemiş olması bize yeter.

Suriye, Filistin ve Lübnan direnişlerine verdiği desteğin bedelini ödüyor. Filistin ve Lübnan direnişleri, ürettiği silahları mücahidlere gönderen Suriye sayesinde hem Gazze’de hem de Lübnan’da başarı kazandı. Siyonist rejim bunu çok iyi biliyor
“Arap rejimleri mal biriktirme peşindeyken Beşar Esed ile Asıf Şevket, Davut Racihe, Hasan Türkmeni gibi Suriyeli şehid komutanlar Filistin ve Lübnan direnişlerini destekliyordu.

Suriyeli şehid komutanların Direniş üzerinde emeği var / Ordu, düşmanların umudunu söndürecek

Suriyeli şehid komutanların Direniş üzerinde emeği olduğunu bir kez daha vurgulayan Seyyid Hasan Nasrullah, “Bu büyük kayıptan dolayı Ordu komutanlarına ve Suriye halkına başsağlığı diliyoruz. Bu saldırı sadece ve sadece düşmana hizmet etmiştir. Şehid olanlar, düşman Siyonist rejime karşı direnişin ve mücadelenin yakın dostlarıydılar.”

“İşte bu büyük komutanlar şehid olan komutanların yerini dolduracak ve düşmanların umudunu umutsuzluğa dönüştüreceklerdir”

“Siyonistler ve Amerikalılar, Suriye’de cisimlenen büyük bir sorunla karşı karşıyaydılar. Suriye’de önceki dönemde büyük değişimlerin ve gelişmelerin olduğunu gördüler. Her şeyden önce Suriye’de yeni bir askerî strateji belirlenmiş ve hayata geçirilmişti. Bu strateji son on yılda Suriye’yi Siyonist rejimin tehditlerine karşı koyacak askerî bir güce dönüştürdü. Siyonist rejim son yıllarda Suriye’yi korku ve kaygıyla izliyordu. Suriye’nin bugünkü füze kapasitesi tartışmasız çok ileri bir düzeye ulaşmıştır.”

“Ama Suriye bunun da ötesinde bir öneme sahiptir. Suriye, başta askerî boyutta olmak üzere daima Mukavemet’i desteklemiştir. Bunu ispatlayacak delillerim var. Mesela Hayfa’ya ve İsrail’in merkezine inen füzeler, Suriye savunma sanayinin üretimi olan füzelerdi.”

“Suriye, Mukavemet’in hamisidir. Mukavemet, Suriye’nin sağladığı silahlar sayesinde Temmuz Savaşı’nda direnebildi. Temmuz Savaşı’nda kullandığımız en önemli silahlar Suriye silahlarıydı. Sadece Lübnan’da değil, Gazze’de kullanılan silahlar da Suriye’nindi.”

“İsrail bugün Gazze şeridinden korkuyor. Gazze’nin Tel Aviv’i hedef almasından korkuyor. Bu füzeleri Gazze’ye veren Suudi rejimi ya da Mısır mı? Gazze’ye silah gönderen Arap rejimleri midir? Elbette ki hayır! Gazze’ye füze ve silah gönderen Suriye idi. Suriye, Lübnan ve Filistin direnişleri uğruna kendi çıkarlarını tehlikeye attı. Bana böyle bir şeyi göze alabilecek tek bir Arap rejimi gösterin!”

“Sizce Arap rejimlerinin Gazze’ye yiyecek yardımı ve mali yardım yapmaya çekindikleri dönemde Suriye’nin, Hizbullah’a, Hamas’a, İslamî Cihad’a silah sağlamasının anlamı nedir?” diye soran Seyyid Nasrullah, “Suriye Gazze’ye hem yiyecek gönderdi, hem de silah. Bu uğurda tehlikeleri göze aldı. Bütün bunları yapan Suriye’dir, Beşar Esed Suriyesi’dir, şehid Asıf Şevket’in, Davut Racihe’nin ve Hasan Türkmeni’nin Suriyesi’dir”

“Söylediklerimiz birilerinin hoşuna gitsin veya gitmesin, böyle bir günde hakkı ve hakikati söylememiz gerekir. Kimse kendini aldatmasın! Şu anda Suriye’de ‘Siyonist rejimin güvenliği için Ortadoğu’da güçlü bir ordu olmamalıdır’dan ibaret olan Amerika-Siyonist rejim planı uygulanmaktadır. Elbette Lübnan Ordusu da güçlü bir ordudur. Ancak gerçek şu ki, ordu, ülke içinde güvenliği sağlayan kolluk kuvvetlerine dönüşmüştür. Siyonist rejim de ülke içinde güvenliği sağlayacak Amerika ile irtibatlı ordular istemektedir ve Arap ülkeleri ordularına hâkim olan durum da budur.”

“Amerika Irak’ı işgal ettiğinde niçin ilk önce Ordu’yu lağvetti. Irak Ordusu, Kuveyt’i işgal eden, bölge ülkelerini tehdit eden ve Iraklı Şiileri, Kürtleri ve Sünnileri ezen ordu değil miydi? Onlar Amerika’ya bağımlı olmaksızın güçlü silahlara sahip bir ordu istemiyorlar. Bugün Irak’ta polis dışında silahlı bir güç mü var?”

“Bölgede eğitim ve silah açısından Amerika’ya bağımlı olmayan tek ordu Suriye Ordusu’dur. Bu yüzden bu ordunun ortadan kaldırılması için bir düzen kurulmalıydı.”

“Amerika, Batı ve onların Arap yandaşları Suriye halkının haklı isteklerini suiistimal ettiler ve bu ülkeyi savaşa sürüklediler”
“Irak’ta da böyle oldu. Siyonist rejim bugün sevinmekte haklıdır. Çünkü bugün Suriye Ordusu’nun temel sütunları hedef alındı ve büyük komutanlar şehid edildi. Bu, Siyonist rejimin isteğiydi. O, Suriye’de güçlü bir ordu olmasını istemiyor. Bu yüzden biz Suriye’nin ve ordusunun korunmasını istiyoruz. Tek çözüm yolu diyalogdur ve diyalogun başlaması için bir an önce adım atılmalıdır”

“Öfkemize hâkim olup bir an olsun Suriye’de olanları düşünmeliyiz. Mevcut durumun kimlerin, hangi tarafın çıkarına olduğunu görmemiz gerekir. Geçen gün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bölgedeydi. Filistin halkının durumunu araştırmaya mı gelmişti? Clinton, Siyonist rejime Mısır konusunda güvence vermek için gelmişti.”

TEMMUZ SAVAŞI HAKKINDA

Siyonistler hala Temmuz savaşında aldıkları yenilginin şoku içerisindeler. Mossad Başkanı Meir Dagan’ın savaş zamanında, savaşın İsrail için bir musibet olduğunu, ağır bir darbe aldıklarını ve dönemin İsrail İstihbarat Bakanı Dan Meridor’un ise İsrail’in o güne kadar böyle bir şey görmediğini, hiç bu kadar dar boğaza girmediğini söylemiş olması bize yeter.

Onlar hâlâ bataklıktalar ama buna rağmen halen bir şeyler elde etme peşindeler. Aldatmaca peşindeler, Temmuz Savaşı’nda büyük kazanımlar elde ettiklerini söylüyorlar. 14 Temmuz tarihli güvenlik zirvesinde önemli bilgilere sahip olduklarını, füze kalkanlarının Hizbullah’ın füzelerini ve İran üretimi füzeleri tanıdığını iddia ettiler. Hatta İsrail Savaş Bakanı Hizbullah’ın bütün füze sistemlerini tespit ettiklerini söylemişti. Operasyona izin verilirse savaşın hemencecik sona ereceğini, Hizbullah’ın belini bükeceklerini ileri sürmüşlerdi. Operasyonların Hizbullah’ı yenilgiye uğratacağını, Hizbullah’ın füze fırlatmaktan aciz olduğunu hayal ediyorlardı. Savaş kararının onaylanmasından bir saat sonra 40 savaşçı saldırıya geçti ve kırktan fazla nokta hedef alındı. 34 dakikada operasyonlarını gerçekleştirdiler. Sonra Halots, Olmert’i arayıp İsrail’in zafer kazandığını ve savaşın bittiğini söyledi
“İkinci gün Şimon Peres İsrail’in savaşı kazandığını ve Hizbullah Genel Sekreteri’nin Şam’a kaçtığını duyurdu. Oysa ben Dahiye’deydim. Sonrasında İsrailli yöneticiler, kazanım elde etmek için güvenlik önlemleri aldılar, istihbarat topladılar, taktik geliştirdiler ve bütçe görüşmeleri yaptılar. Durumu 1967’dekine benzetiyorlardı. Halots, Hizbullah’ın füze kapasitesinin %60-70’ini hedef aldıklarını iddia etmişti. Bu, Siyonist rejimin bir başka aldatmacasıydı.

“Mukavemet’in daima uyanık, bilinçli ve zinde olduğuna delalet eden olaylar şunlardır: Mukavemet’in güvenlik birimi, Siyonist düşmanın füze radarı konusundaki kışkırtmalarının farkındaydı ama ifşa etmedi. Hatta ifşa etmemekle kalmayıp kışkırtmalarına göz yumdu ve istihbarat toplamada onlara yardımcı oldu. Bu süreçte zamanı geldiğinde yetenekli yönetici Şehid Muğniye ve diğer kardeşler İsraillilere darbe indirdi. Şehid Muğniye her zaman her savaşta ilk darbe vuran tarafın Mukavemet olması gerektiği düşüncesindeydi.”

Mukavemet’in ilk güvenlik başarısı, Siyonist rejimin füze sistemlerinin yerini bildiğinin farkında olmasıydı. İkinci başarısı ise, Siyonist rejime fark ettirmeden füzelerin yerini değiştirmesiydi. Bu yüzden Siyonist rejim füze sistemlerinin konuşlandırıldığı bölgeleri füze yağmuruna tuttu, oysa füzeler oradan başka yerlere nakledilmişti. Mukavemet, Siyonist rejimle 33 gün süren savaşına bu süreçten sonra başladı. Hatta Tel Aviv’i bile hedef almaya hazırdı.”

“Belli sayıda füzeyle yetinseydik savaş meydanında daha fazla füze ateşleyebilirdik, ama biz zaman unsurunu da dikkate aldık ve bombardımanlarımızda savaşın uzayabileceği ihtimalini göz önünde bulundurduk. Savaşın ikinci günü Siyonist rejim gerçeğin farkına varınca Halots Güvenlik Komitesi’nde komite üyelerine haftalarca sürebilecek uzun süreli bir savaşa girdiklerini söylemek zorunda kaldı. Peres bu konuda kendini savunamadı ve bir şey söyleyemedi. Gerçi hâlâ bu konuda sessiz kalmaya devam ediyor.”

“Lübnan’daki durumu incelediğimizde halkın büyük çoğunluğunun çatışmaları, savaşları ve gelişmeleri yakından takip ettiklerini gördük. Bu onların hakkıdır. Fakat emin olun bütün bu karmaşaya, hercümerce rağmen bütün kadrosuyla gece gündüz düşmanla mücadeleyi ve ülkeyi korumayı düşünen Mukavemet erleri var! Bu yolda hiçbir şey onları gafil avlayamaz. Tabii aynı zamanda düşmanın da bizim hakkımızda istihbarat topladığını, darbeyi ilk indiren taraf olmak istediğini biliyoruz; önceki savaşlarda buna şahit olduk.”

“Siyonist düşmandan şu hususa teveccüh göstermesini istiyorum ve ona şunu söylüyorum: Sahip olduğun gücün içi boştur. Gelecekte vuku bulması muhtemel olan her türlü savaşta darbeyi ilk indiren taraf olmak istediğini biliyoruz. Ama sen ilk darbeyi indirdikten sonra Mukavemet seni gafil avlar! Siyonist rejime, onu gafil avlamayı vaat ediyoruz. Ama sizden ve bütün bölge halklarından Mukavemet’in güçlü, bilinçli ve uyanık olduğuna inanmanızı istiyoruz. Biz Lübnan’da, Arap dünyasında, İslam âleminde ve bu bölgede, beyinlere, kalplere, iradelere, azimlere ve güçlere sahibiz ve onların yardımlarıyla planlama yapabilir, projeler ortaya koyabilir, direnerek zafer kazanabiliriz. Alınyazımız, bazı Arap yazarların ve çoğu basın organının bize telkin etmeye çalıştığı gibi yenilgi ve güçsüzlük değildir. Temmuz Savaşı’nda ve sonrasındaki Gazze Şeridi Savaşı’nda verilen en önemli mesaj bizi zaferin beklediğiydi. 2000 ve 2006 yıllarında nasıl zafer kazandıysak, ileride meydana gelebilecek her türlü savaşta yine zafer kazanabiliriz.”

“Savaş sona erdi. Şimdi ikinci bir konudan bahsetmek istiyorum. İsrailliler, Amerikalılarla bir olup savaşı değerlendirdiler ve ibret aldılar. Şimdi yeni bir sürece girdik. 33 Gün Savaşı’nı Lübnan’da Mukavemeti, bölgedeki en önemli hareketi yenilgiye uğratmak, dolayısıyla Mukavemet’in bölgedeki odak noktasını ortadan kaldırmak için başlattılar. Arap dünyasının bir kısmının bağlı kaldığı ve İran, Suriye ve Lübnan ve Filistin’deki direniş hareketlerinin odak noktası olan Filistin sorununu ve Arap topraklarının geri alınması meselesini… Ama bölgedeki birçok rejimin derdi başka. Onlar Filistinlilerin meselelerini unutmalarını istiyorlar. İstedikleri bu can alıcı meselenin unutulması ve Lübnan Mukavemeti’nin ortadan kalkmasıydı. Mukavemet Lübnan’da yenilgiye uğramış olsaydı savaş Suriye’ye sıçrardı. Çünkü Suriye mukavemetin hamisiydi. Siyonist rejimin ikinci planı Beşşar Esad rejimini devirmek ve Suriye’yi Amerika ve İsrail’e boyun eğdirip teslim almaktı.

“Ama Mukavemet’in zaferi ikinci planı suya düşürdü. İsrail savaşın son günlerinde çözüm yolu aramaya başladı ve New York’taki Arap kuruluyla görüştü. İsrail bütün şartlarından vazgeçti. 1701 anlaşmasından tek bir şey elde etti, o da Mukavemet’in mahkûm edilmesiydi. Peki, İsrail bu savaştan ne kazandı?”

“Lübnan’da millî birlik ve karşılıklı siyasî ilişkiler olsaydı ve eğer Lübnan’da kimilerinin elinde bulunan hançerler bizim arkamızda değil de kılıflarında durmuş olsaydı, son müzakerelerden büyük kazanımlar elde ederdik. Ama Lübnan içinde kimileri çıkmazdan kurtulması için siyasî düzeyde İsrail’i himaye ediyor.

“İsrail F-6’sından korkmayıp kalbi titremeden Güney’de kalan bir gencin savunma stratejisi sahihtir. Şimon Peres 1701 ateşkes anlaşmasını kabulüyle ilgili olarak, İsrail’in savaşı durdurmaktan başka çaresi yoktu, diyor. İsrail’in en büyük kazanımı işte budur.”
“İsrail ikinci aşamaya geçti, Gazze’ye saldırdı. Gazze için bir plan vardı ama Amerika ve İsrail’in planı suya düşmüştü; başka bir plan hazırladılar. Çünkü 33 Gün Savaşı’ndan ders almışlardı. Lübnan’da Hizbullah onlar için esaslı bir sorundu. Hava bombardımanının savaşı lehlerine sonuçlandırmayacağını anlamışlardı. Kara harekâtı da çok tehlikeliydi, maceraperestlikti. Savaş başlamadan birkaç gün önce Olmert, Lübnan topraklarına karadan girip üç kilometreden fazla ilerlemek ahmaklık olur, demişti. Şimon Peres de Winograd Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, ‘Bu savaş uzaktan yürüdüğünden milyon dolarlık F-16’larla 16 yaşındaki bir genci takip etmek mümkün değil. Sonuçta ellerinde hava savunma füzeleri var’ dedi. Peres ayrıca, ‘Merkava tanklarımızı Hizbullah’ın bütün siperlerine kadar ilerletmemiz mümkün değil’ demişti.”

“Lübnan’daki çatışmaların birkaç nedeni var. Basın da yangına körükle gitmekten geri kalmıyor. Onların basından faydalanma hakları konusunda diyecek sözüm yok. Fakat millî görevlerinin bilincinde olmaları ve üzerlerine düşeni yapmaları gerekir”
“Biz çok suçlamalar duyduk. Sorun değil. Kanımızın ve çocuklarımızın kanlarının ülkemizin onuru ve istikrarı için aktığı tecrübeyle sabit olmuşken bunlar sorun teşkil etmez. Cevap vermeyin, ağzınızdan kışkırtıcı sözler çıkmasın. Sizi bir birinize düşürmek isteyenler var! Lübnan’da fitne ve kargaşa çıkarmak isteyenler var!”

“Bugün Suriye’de ve tabii Lübnan’da taş taş üzerinde kalsın istemiyorlar. Sizlerden sabırlı olmanızı istiyorum. Dikkatli olun! Toplumumuzu kargaşaya sürüklemek için çalışanlar var. Aramızda hizipsel, etnik ve mezhepsel çatışmalar çıkardılar. Bütün bu çatışmalar tesadüfî değildir. Bu çatışmalar, halk yoksul olduğu için veya elektrik kesintileri yüzünden çıkmış değildir. Bilakis ülkemizi kargaşaya sürüklemek için yatırım yapan, para veren insanlar var.”

“Biz gücümüze rağmen sessizliğimizi koruyacak, huzur ilkesine bağlı kalacağız. Bizim zayıf olmadığımızı herkes biliyor, ama biz, bilhassa Şii-Sünni bağlamında, ulusal barıştan yanayız”

“Ey orduyu himaye edenler! Ey Lübnan hükümeti! Güçlü bir ordu istiyorsak, güçlü bir tavrımız olmalıdır. Ancak Amerika elçisinden ve generalinden korkmadığımız zaman güçlü bir ordu kurabiliriz. Fakat silahlar Amerika’nın olursa, mühimmat Amerika’nın kontrolünde olursa bu, ordunun, bir kolluk kuvveti mesabesinde kalacağı anlamına gelir.”

“Biz Amerikan silahları istemiyoruz. Amerika’ya el açmayacağız. Onlar ordunun güçlenmesini istemiyor, bu yüzden de Lübnan’a silah vermiyorlar. İran ise Lübnan Ordusu’na silah hediye etmeyi veya silahları çok düşük ücretle satmayı teklif etti. O halde İran, Lübnan Ordusu’nun güçlenmesini istiyor”

Eğer irademizi Coniley ve Clinton korkusu şekillendirecekse nasıl güçlü bir ordu kurabiliriz. Ordu donanım ister, eğitim ister ve siyasî güç ister.

“İç ve dış tehditlerle mücadelede Lübnan’ın tutumuna gelince; Lübnan Ordusu’nun ülkeyi savunma birimi olarak güçlendirilmesi konusunda millî görüş birliği vardır. Ordu, geçtiğimiz yıllarda, tarafsızlığını ve milliyetçi yapısını göstermiş, ulusal birliğin garantörü olduğunu ispat etmiştir. Ordu’nun taraf tuttuğu suçlaması kendisini tehdit eden en büyük tehlikedir. Ordu’yu iç çatışmalarda veya İsrail’e karşı yalnız bırakırsak bu musibet olur. Hatta El Adise hadisesinde Ordu’nun kadrini ve önemini bilmemiz, ülkeyi ve devleti nasıl himaye ettiğini görmemiz gerekir.”

“Herkesten bilinçli olmalarını istiyoruz. Etnik söylemler kargaşa getirir. Biz onur öğretisine bağlı kalacağız. Buna göre, ister âlim olsun ister yazar, kim olursa olsun bir Şii, bir başka mezhep veya etnik gruba karşı bir suçlamada bulunursa biz Şii âlimler ona karşı cephe alacağız. Aynı şekilde bunu bir Sünni yaparsa Sünni ulema ona karşı tavır alacak. Aynı şey Hıristiyan ve Dürzîler için de geçerli…

“Bizim önerimiz bu ve biz bu konuda hassas davranacağız. Lübnan Şiilerinden biri kışkırtıcı bir eylemde bulunur veya bir söz söylerse biz onu susturacağız.

“Mecliste mevcut çoğunluğun işbaşına geldiği günden beri 14 Mart grubu Lübnan Devleti’nin Hizbullah devleti olduğunu ileri sürüyor. Oysa gerçeğin bu olmadığını biliyorlar. Bu yolla her şeyi Hizbullah’a yüklemek istediler. 14 Mart devlete ortak olduğu günden beri devletin Hizbullah’ın elinde olduğunu söylüyor ve böylelikle her şeyden bizi sorumlu tutmak istiyor. Biz, devletin Lübnan’ın menfaatlerini koruması için özveride bulunduk”

“Mukavemeti silahsızlandırmak isteyenler Suriye’deki muhalifleri silahlandırıyorlar. Lübnan hükümeti koalisyon hükümetidir ve hükümet içerisinde farklı görüşler dile getirilmektedir. Önemli olan ihtilaflarımızı konuşarak halletmemizdir. Biz devletin bir birimiyle yaşadığımız görüş ayrılıklarını ve koalisyon gruplarından biriyle yaşadığımız sorunları açıkça dile getirmiyoruz; bilakis diyaloğu tercih ediyoruz.”

“Müttefiklerimizle olan iyi ve sıcak stratejik ilişkilerimize öncelik veriyoruz. Çünkü Hizbullah ile Özgür Millî Hareketi karşı karşıya getirmek isteyenler var. Ama biz Hizbullah olarak Özgür Millî Hareket’in lideri Micheal Aun ile ve hareketin bütün üyeleri ile ilişkilerimizi koruyacağız. İttifakımız stratejiktir. Altı yıllık süreçte aramızda kurulan ittifak, ihtilafla veya ihtilaf olasılığıyla ya da herhangi bir talep yüzünden bozulacak değildir. İttifak kurmuş taraflar kimi konularda ihtilaf yaşayabilirler. Biri diğerine tabi değildir ya da biri diğerinin içinde erimiş değildir. Kimse Özgür Millî Hareket’in Hizbullah’a tabi olmasını istemiyor. Ya da Hizbullah’ın Özgür Millî Hareket’e tabi olması beklenmiyor. Aramızda anlaşma ve ittifak var. Bu bakımdan Hizbullah, General Aun’a ve Özgür Millî Hareket’e, ayrıca 33 Gün Savaşı’nda bizimle ittifak kurmuş bütün müttefiklerimize, kâr zarar hesabı veya siyasî hesap yapmadan, insan oluşumuzun ve ahlakımızın emrettiği şekilde yaklaşır.

“Amerika ve Batı, İran’a karşı ellerinden geleni yaptılar. Ama bugünkü İran otuz yıl öncekinden çok daha güçlüdür ve daha da güçlenecektir”

“Onlar İran’a ambargo uyguladılar ama İran daha da güçlendi. İran büyük bir ülkedir. İnsan gücü ve maddi imkân açısından da zengindir.”

“İsrail son yıllarda İran’ı muhasara altına alma peşinde. Komutanlara suikast düzenliyor, halka yönelik bombalı saldırılar düzenliyor. Onlarca Farsça uydu kanalı kuruldu, amaçları İran halkını yöneticilerine karşı kışkırtmak. Binlerce insanı Tahran’da sokaklara dökülmeleri için kışkırttılar. Ancak İran’da fitne çıkarmaktan aciz kaldılar.”(PresssMedya)

HABERE YORUM KAT

44 Yorum