1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Müslüman Kardeşler Neoliberalizme Karşı
Müslüman Kardeşler Neoliberalizme Karşı

Müslüman Kardeşler Neoliberalizme Karşı

Asım Öz, Praksis dergisinin Fulya Atacan ile gerçekleştirdiği söyleşiyi analiz ediyor.

19 Aralık 2011 Pazartesi 00:35A+A-

Praksis dergisinin Fulya Atacan ile “Arap Baharı” olarak tanımlanan süreç üzerine gerçekleştirdiği söyleşi, Mısır’ın kapitalist gelişme sürecinden, bu ülkede, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere, faaliyet gösteren İslami hareketlere ve nihayetinde Tahrir Meydanı sonrasında elan yaşanan gelişmelere kadar bir dizi konuya ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor

Asım Öz / Haksöz Haber

Ortadoğu’da son bir yıl içinde yaşananların genel bir eğilim olarak karşımıza çıkardığı sonuçlardan en önemlisi, olup bitenleri anlama çabasının kendisinin ya da olması gereken bütünselliğinin parçalı olmasıdır. Ne yazık ki,  Müslümanlar söz konusu olduğunda bu parçalılığın sonuçları daha açık ve vahim bir hal almaktadır. Tabiri caizse, körün fili tarifini andıran bu parçalı bakış açısı, doğal olarak yaşananları süreç içinde anlamayı zorlaştıran sadece solun anti-emperyalist diline yine soldan neoliberalizm kavramını da ekleyerek açıklamaya çalışan sığ bir niteliğe sahiptir.

Söz konusu bakış açısının ortaya çıkardığı şaşı bakış sorununun aşılması, Ortadoğu’da olan bitenleri, karşılıklı etkileşimlerinin ortaya çıkardığı bütünsellik içinde ele alıp, anlamaya çalışmakla mümkün olacaktır. Bütünsel bir bakış açısının bu anlamda sağladığı olanaklardan bir kısmını –tümüyle Marksist bir çerçeveden yapılmış analizler olsa da- Fulya Atacan’ın, güncel şablonlara takılıp kalmayan toplumsal yapı-toplumsal değişme ve siyaset analizinden hareketle kullanabilmek mümkün hale geliyor.

Önce biraz Fulya Atacan’dan söz edeyim. Uzun yıllardır siyasal İslam, özellikle de Müslüman Kardeşler üzerine çalışan bir akademisyen olan, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Fulya Atacan’ı daha çok sosyal bilimin en önemli isimlerinden biri, sosyolojiyi kurumsallaştıran kişi Mübeccel B. Kıray’ın çalışmalarının yayına hazırlanma sürecine yapmış olduğu katkılardan tanıyorum. İslami yapılar hakkında çalışmaları da var. Bunlar arasında Cemalettin Kaplan üzerine olan Kutsal Göç ve Cerrahiler hakkında yapmış olduğu çalışmalar dikkat çekmişti. Toplumbilim dergisinde yayımlanan  “Anadolu Gazetesi ve “Süleymancılar”,  başlıklı yazısı da anılmaya değer. Ortadoğu’yu her ülkenin iç siyasal, toplumsal ve yasal yapısını ele alan Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu başlıklı kitabının yazarı Fulya Atacan’la “Arap Baharı” üzerine yapılan söyleşi büyük ihtimalle yaz aylarında yapılmış.  

praksis-26.jpgSosyal bilimlerde materyalist geleneği sahiplenen ve yaygınlaştırmayı amaçlayan Praksis dergisinin 26. sayısı İslamcılığın farklı zaman ve mekânlarda ortaya çıkan görünümlerini eleştirel/Marksist bir değerlendirmeye tabi tutmayı amaçlayan “Siyasal İslam, İktidar ve Hegemonya” başlıklı. Atacan’la yapılan söyleşi Arap dünyasındaki uyanışın merkezi konumunda bulunan Mısır’a ve Mısır’da hem kentte hem kırda güçlü bir toplumsal tabanı bulunan Müslüman Kardeşleri anlamak için önemli tespitler sunuyor. Halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesinin önünde set oluşturan ve Batı’nın büyük desteğiyle devam eden rejimlerin halkın tepesinden alaşağı edilme süreci ve meydanda olan hareketlerin nasıl bir gelecek hazırlayabilecekleri tartışılıyor. Bu konudaki arayışlarını tarihsel arka planı ihmal etmeksizin açıklamaya ve anlamaya çalışan metnin derginin hazırladığı dosya bağlamındaki en “insaflı” metni olduğunu da belirtmeliyim.

Dergide önemli, tartışılabilir metinler olduğu kadar materyalist dünya görüşünün sınıf antoganizması dışına çıkamamanın neticesi olan yazıların çoğunlukta olduğunu da belirtmek lazım. Bu yazılardan bir kısmının “Avrupamerkezci” havası M. Emir Uslu tarafından çizilen ve Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan karikatürleri aratmayan kapak illüstrasyonuna da yansımış olması,  bir kısım solun zihnindeki Müslüman imajını yoruma mahal bırakmayacak açıklıkta ortaya koyması bakımından da önemli. 

Geç Kalmışlık Sendromu Olarak Neoliberalizm

Mısır’da tartışmaları hâlen devam eden süreci analiz eden söyleşinin en önemli yanı hareketin orijinalliğinin neoliberal politikaların iflasının göstergesi olduğuna yapmış olduğu vurgu. Elbette katılmadığım yorumları da var Atacan’ın. Ama Ortadoğu ülkelerinde meydana gelen değişmeleri olabildiğince nesnel bir biçimde, süreçleri ihmal etmeden ortaya koyma çabası takdir edilmesi gereken bir çaba. Süreci devrim başlangıcı olarak görmek isteyenlerin analizlerine Mısır’dan başlamalarına değinen Atacan, Libya konusunda farklı düşünüyor. Bu ülkenin farklı bir biçimde dünya ekonomisine eklemlenmesi üzerinde duruyor. Fakat yine de yaşanan süreci çok keskin bir biçimde eklemlenme, dışarıdan şekillendirme veya devrim olarak anılamayacağını belirtiyor.

İnsanların uzun bir süreden sonra sokaklara çıkıp kitlesel biçimde canları pahasına ciddi değişim talebinde bulunuşunu önemsiyor. Ortadoğu üzerine yayımlanmış çalışmaları da bulunan Atacan, bu bölgenin çok büyük olduğunu bundan dolayı her ülke için ortak bir politikadan bahsedilmeyeceğine dikkat çekiyor. Her ülkenin kendi özgül koşullarının yeniden yapılanma politikalarını etkilediğini vurgulayarak,  bundan sonra Ortadoğu’nun kendi içine kapalı ve sadece petrolü dışarıya güvenli akıtacak bir bölge olmayacağını belirtiyor.

Atacan’ın söyleşide üzerinde en çok durduğu ülke Mısır. Mısır’ın sosyal ve sınıfsal yapısındaki değişim ve dönüşüm noktasında önemli tarihlerin yetmişli yıllar olduğunu belirtiyor. Enver Sedat’ın açık kapı politikasının Suudi Arabistan’ın sermaye desteği ile ABD’nin siyasi desteği ile dünya politikasına entegre olmayı amaçladığını hatırlatıyor. Bu dönemde temel yönelimin lüks tüketim malların ithali üzerinden dünya pazarına açılma yönünde olduğunu ve Hüsnü Mübarek’in de bu politikayı başlangıçta pek değiştirmediğini belirtiyor.  Mısır’da bu politikalarının doksanlı yıllardan itibaren sürdürülemez hale gelmesinin ardından yapısal uyum politikalarının uygulanmaya başlaması, devletin küçültülmesi, devlet harcamalarının azaltılması, faiz oranının serbestleştirilmesi ve kamu şirketlerinin özelleştirilmesi gibi neoliberal politikaların uygulamaya sokulması süreci başlamıştır.

Mübarek daha önceki yöneticilerden farklı olarak kendi döneminde destek olarak orduyu seçer. Kendisi ordudan biri olmasına karşın önceki yöneticilerden  Nasır orduya karşı sivil bir güç oluşturarak orduyu dengelemeye ve onu siyasetin dışına çıkarma gayretinde olmuştur. Askerin söz sahibi olması noktasındaki engelleyici tutum Sedat döneminde de kısmen sürdürülür. Mübarek döneminde ise ordu gündelik siyasetin çok içinde olmamasına karşın askeri şirketler kanalıyla yönetim kanalında önemli bir ittifak haline gelmekte gecikmez.

Büyük toprak sahipleri başta olmak üzere yeni zenginler uygulanan neoliberal politikalardan en karlı çıkan grup olarak serpilir. Kaybedenler açısından ise yaşanan süreç tahammül edilemez boyutlara varır.  Öyle ki, 2003 yılından beri Mısır’da bir asgari ücret belirlenmez. Özel sektörün yoğunlaştığı alan ise bütün ülkelerde olduğu gibi finans ve servis sektörü olur. Ortalama gelir ise yüz doların altına iner. Tarım alanında da önemli sorunlar ortaya çıkar. Yani neoliberal politikalar Mısır’da otuz yıldır uygulanmaktadır. Bu çıkarım veya yorum Mısır hakkında yapılan tartışmaların mahiyetini anlamak bakımından oldukça önemli.

Neoliberalizmi nevzuhur bir durum olarak gören ve keskin yorumlar yapan yazarların çoğu neoliberalizmi yeni bir olgu olarak görmek gibi cehaletten kaynaklanan büyük bir yanılgıya düştükleri için yaşanan halk hareketlerini selamlamadan öğretmenliğe soyunmakta hiçbir bir sakınca görmüyorlar. Daha önce Ortadoğu’da yaşananlar hakkında yazılar yazan Atacan’ın Radikal’de yazdığı bir yazısını “Mısır’daki “devrim”e ciddi olarak bakarsak insan olma onurunun, hangi siyasi görüşten olursak olalım, açıkça, lafı dolandırmadan, kariyer planlaması yapmadan hayır diyebilme cesaretinden geçtiğini yeniden hatırlayabiliriz” cümleleri ile bağladığını da hatırlamamız gerekir.

Öte yandan Mısır’da yaşanan isyanların sadece neoliberalizmi getireceği yönündeki yanılgılı çıkarımlar bir kısım sol analizlerde karşımıza çıkan İslami hareketlerin yükselişini son otuz yılda uygulanan neoliberal politikalara bağlayan yaklaşımlardan besleniyor. Bu sebeple bu yorumlar İslamcılığın muhalefet imkânının tartışılmasını da muhal hale getiren bir bakış açısını sürekli olarak yaygınlaştırmaktadır.

İdeolojik Yönelişler

Praksis dergisinin Fulya Atacan’a yönelttiği sorulardan biri bahsettiğim bu yorumdan hareket ediyor.  Atacan ise 1928’de kurulan Müslüman Kardeşler’den hareketle İslami Hareketlerin neoliberal ekonomik politikaların uygulama sürecinde üretilen yapılar olmadığını vurguluyor. Bu vurguyu yaparken hem düşünsel açıdan hem de örgütlenme açısından Ortadoğu’nun tümünü etkileyen Müslüman Kardeşler tarihini ana hatlarıyla özetliyor.

Zaman içinde Müslüman Kardeşlerin değişip dönüşme sürecini ortaya koyarken sömürgecilik karşıtlığından, örgütlenme modelinin özgüllüğüne ve ideolojisine uzanan önemli ayrıntılara odaklanıyor. Bunlardan önemli olanları şunlar: Genel olarak İslamcıların Türkiye’de seksenli yıllarda yapmaya çalıştığı örgütlenmeyi Müslüman Kardeşlerin elli yıl önceden başarmış olması üzerinde durulması gereken hususlardan ilki. İkinci olarak Müslüman Kardeşlerin örgütlenme yapısının sol hareketlerde olduğu gibi katı, hiyerarşik ve gizli kapaklı olmayıp esnek ve dinamik bir yapıya sahip olması. Atacan’a göre bu durum hareketin yıllardır varlığını sürdürmesinin en önemli sebeplerinden biri.

Alain Badiou Tarihin Uyanışı’nda “Olumsuz bir duygulanım, olumlayıcı bir fikrin ve onun örgütlenmesinin yerine geçemez” der. Fulya Atacan’ın, Müslüman Kardeşler’in sahici öznelliğine dışarıdan bakan ve oldukça nesnel sonuçlara varan bir bakışı var. Müslüman Kardeşler’in ideolojik olarak önceliklerinde yaşanan değişmeler üzerinde duran Atacan, önce emperyalizm, İngiliz sömürgeciliği ve İngilizlere karşı bağımsızlığı savunan Hasan el-Benna döneminde İslam Devleti’nden söz edildiğini zikrediyor.

Üçüncü dünya, kalkınma, kapitalizm ve sosyalizm tartışmalarının yoğun olduğu 1950’lere ve 1960’lara gelindiğinde kapitalizm ve sosyalizm tartışmaları üzerinden kapitalizmin insanı yok eden, insanı metalaştıran olumsuz yönlerinden hareketle “İslam sosyalizmi” kavramı/terkibi Müslüman Kardeşler içinde konuşulmaya başlanır.

Sosyalizmin insanı, manevi değerleri, ahlaki ekonomiyi göz ardı eden materyalist bir yanının olduğu ama bir tür kalkınmacı boyutu içermesi bu kabulü kolaylaştıran ana etken olur.  Akabinde eşitliğin ön plana çıkarılması gerektiği yönündeki teorik tartışmalar doğrudan bu sürecin sonucudur. Bir süre sonra özellikle Nasır deneyiminin ortaya koyduğu tecrübe meselenin tasavvur edildiği gibi olmadığının farkına varılmasını sağlar.

Atacan bu süreci şöyle özetliyor: “Ne umdukları İslam sosyalizmi var ortada-çünkü Nasır başka türlü dolduruyor onun içini- ne eşitlik, özgürlük, insani, ahlaki değerler filan hiç karşılık bulamamış.” Ardından serbest piyasa ile özdeşleştirilen kapitalizmin İslam’dan hareketle sınırlandırılmaya çalışılması tartışmaları başlar. Tüketimci ve faizci kapitalizmin reddedilerek piyasa, piyasanın düzenlenmesi, özel mülkiyet gibi konularda yapılan tartışmalar doksanlı yıllardan itibaren ortadan kalkar. Piyasa ekonomisinin İslami niteliğinin olması gerektiği vurgusu  “İslami bankacılık” olarak anılan kurumsallaşmaların da temelini oluşturur.

Bu süreçte, Müslüman Kardeşler içinde bazı gruplar sermaye birikimi oluşturarak toplumsal olarak katmanlaşma meydana getirse de bunun sınırlanması gerekliliğinin ön planda oluşu üzerinde duran Atacan yaşanları şu cümlelerle anlatıyor: “ Ama aynı zamanda adaletin sağlanması gerektiği, kazancın ya da özel mülkiyetin, kapitalizmdeki gibi sonsuz, denetimsiz olmadığı, inanç sahibi olarak kazancınızın zekâtını vermeniz gerektiği, burada bir tür denge sağlanması gerektiği gibi bir söyleme de devam ediyorlar. Uygulanan neoliberal politikaları yıkıcı, açgözlü buluyorlar, çünkü bir sürü Müslüman Kardeşler üyesi işçi.”

Atacan, Mısır’da hem sömürgeciliğin hem de mülkiyeti esas alan teorik tartışmaların İslami hareket içinde sürdürüldüğünü ve bu düşünsel zenginliğin Türkiye’de bulunmadığını dikkat çekiyor. Atacan,  mülkiyet konusunda Müslüman Kardeşlerin AK Parti ile aynı çizgide olmadığını,   Müslüman Kardeşler için hâlâ sosyal devlet anlayışının önemli olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Müslüman Kardeşler için, devletin temel görevlerinden biri yurttaşlarının eve, yiyeceğe, sağlık hizmetine sahip olmasını sağlamak (…) devlet için hâlâ bir yükümlülüktür, devlet bunları sağlamak zorundadır. Bunların hangi mekanizmalarla yapacak o tartışılabilir. Ama hâlâ tanımlanan devlet böyle bir devlettir. Hele bu deneyimden sonra, bugün Mısır’da hiçbir aklı başında parti, neoliberal politikaları savunuyorum diyerek destek alamaz.”

Müslüman Kardeşlerin ana gövdesinin devletin vatandaşını koruyup iyi yaşatmakla yükümlü olduğuna inandığını, özel mülkiyeti veya zenginliği bizatihi kötü olarak algılamadığını ama bunlarının sınırlarının İslami açıdan nasıl olması gerektiği yönündeki tartışmaları sürdürdüğünü belirten Atacan, bu tartışmalardan hareketle “Müslüman Kardeşleri neoliberal politikaların üreticisi veya temsilcisi olarak görmek şu anda mümkün değil. O yönde bir eğilim yine şu anki kriz içinde çok kolay değil.” diyor.

Kentten Kıra Yayılan Yapı

Fulya Atacan, Müslüman Kardeşler başta olmak üzere Mısır’daki İslamcı hareketlerin mobilize etmeye çalıştığı kitlenin sosyal sınıf açısından nereye dayandığını ve kitle ile örgütlerin kadroları veya üst düzey yöneticileri arasında sınıfsal bir fark olup olmadığı sorusunu cevaplamanın o kadar kolay olmadığını ifade eder. Atacan nüfusunun yüzde 43.4’ü kentte yaşayan Mısır’ın kırsal alanda da güçlenmeye başladığını belirterek önceden sadece kentlerde örgütlü olan Müslüman Kardeşler’in daha da güçlendiğini de ifade ediyor.

Müslüman Kardeşler önceden Mübarek rejimi başta olmak üzere Mısır yönetimlerinin baskı, sindirme politikalarını yakından bilen ve tecrübe eden bir yapı. Bu bilinmediğinde Mısır’da Müslüman Kardeşler’in temkini esas alan siyaset tarzını anlamak mümkün değil. Atacan, bu noktadan hareket ederek ilk başta, Müslüman Kardeşler’in Tahrir’de yer almayışının mantıklı olduğunu hareketin içindeki kişilerin açıklamaları ile pekiştiriyor.

Müslüman Kardeşler’in herkesin sokağa çıktığı süreçte sokağa çıktığını ve İslami slogan atmayarak diğer grupların kaygılarını giderişi üzerinde durduktan sonra sözü Müslüman Kardeşler içinde ilk çatışmaları başlatan Ömer Süleyman’la görüşme meselesine getiriyor. Müslüman Kardeşlerin bu görüşmeyi yapma amacının ilk defa devlet katında resmi olarak tanınma şansı olarak değerlendirdiğini, Ömer Süleyman’la yapılan görüşmenin, legalleşmenin ve devlet katında tanınmanın ilk adımı olduğunu ve kesinlikle Tahrir meydanındaki genç Müslüman Kardeşler üyelerini satmak anlamına gelmediğini belirtiyor. İlk defa Müslüman Kardeşler liderinin El-Ezher’i ziyarete gidişi de dâhil olmak üzere Müslüman Kardeşlerin meşru, eşit bir dini aktör olarak kabul ediliş sürecinin Müslüman Kardeşler açısından çok önemli kazanımlar olduğunu ama bu meşruiyetin özellikle Mübarek döneminde yetişen taban açısından bazı rahatsızlıkları da ortaya çıkardığına değiniyor.

İç tartışmalar ne olursa olsun Müslüman Kardeşler’in politik amacının ya da stratejisinin öncelikle legalleşmek olduğunu bunun yanında rejimin kurumları devam ettiği sürece hareket alanının oldukça sınırlı olduğunu o yüzden her şeyin henüz neticelenmediğini belirtiyor. Mısır’a dikte edilmeye çalışılan siyasal yapının otoriter bir geçiş dönemi olduğunu ama buna karşı içeriden ciddi bir karşı koyuşun olduğunu ve bu karşı koyuşu kendisinin de beklemediğini itiraf eder. Atacan’ın Mısır’da anayasanın ikinci maddesine göre bütün yasaların İslam hukukunun ruhuna uygun olması gerekliliğinden dolayı, Mısır’daki sol grupların ve bazı liberal laiklerin bu maddenin değiştirilmesine ilişkin taleplerinin toplumsal bir tabanının olmadığı tespitini yapması da önemli. Ortalama Mısırlı için bu anayasa maddesini değiştirme talebinin herhangi bir anlamının olmadığını belirten Atacan bundan dolayı Mısır-Türkiye karşılaştırması yapmanın gerçeklikten uzak olduğuna dikkat çekiyor.

Fulya Atacan’ın ortaya koyduğu bakış açısı, pek çok kişi için,  bir toplumu, bir yapıyı anlama çabasında kritik bir yer ve öneme sahip olması bakımından dikkate değer. Batılı hükmün alacakaranlık kategorilerine fazlasıyla bağımlı yargılardan çıkabilmek için bu söyleşinin neoliberalizmle ilgili vurgularının unutulmaması lazım.

HAKSÖZ HABER 

HABERE YORUM KAT

6 Yorum