1. YAZARLAR

  2. ZEHRA TÜRKMEN

  3. Bu Tarz Bizim Değil!
ZEHRA TÜRKMEN

ZEHRA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu Tarz Bizim Değil!

21 Kasım 2014 Cuma 21:41A+A-

İnsanlar üzerinde inanılmaz bir etkiye sahip olan televizyon, içerdiği programlarla bireyleri istediği gibi evirip çevirmekte ve toplumu yönlendirmede oldukça etkin olmaktadır.

Birçok insan televizyondaki herhangi bir programı izlerken ondan etkilenmeyeceğini düşünür. Oysa insanlar bazen dolaylı ve bazen de dolaysız yollarla mutlaka etkileşim yaşar. Yapılan araştırmalar sonucunda televizyondan en çok etkilenen kesimin başında çocuklar ve kadınların geldiği söylenir. Zamanlarının çoğunu evde geçiriyor olmaları hem de tüketim nesnesi olarak algılanmalarının bunda büyük payı olduğunu belirtmek gerekmektedir.  Evde olan kadın kendine bir dost bir arkadaş arayışına girer. Ve televizyon bu boşluğu doldurma noktasında oldukça başarılı bir rol üstlenir.  Ne giymemiz, ne yememiz, nerde kiminle ve nasıl zaman geçirmemiz, evimizi nasıl dekor etmemiz yani hayata dair nasıl davranmamız gerektiğine varana kadar yaşamımıza büyük ölçüde televizyon programları yön vermeye başlar. 

Moda ve reklam gibi dayatmalarla medyanın, tüketim kültürü algısı yanında toplumların ve özelliklede görünen bir boyutu olması nedeniyle kadının kıyafeti üzerinde değişimini ve modernleşmeyi hızlandırıcı bir etkisi olmuştur. Çünkü televizyonda radyoda olduğu gibi sadece ses yoktur. Sesin yanında ve ondan daha baskın olan görüntü de devreye girmektedir. Görüntüyle beraber insanın ve özellikle de kadının bedeni üzerinden yeni bir hayat tarzı, yeni bir beden oluşturulur. Ve insan kendisine emanet olan bedeninin üzerinde tahakküm kurmaya,  bedenini yüceltmeye ve haddini aşmaya başlar.

Son günlerde reytingi yüksek bir televizyon ekranında yer alan ve yediden yetmişe birçok kişinin izlediği “BU TARZ BENİM” programı kadın bedeni üzerindeki tahakkümün geldiği son noktayı görmemiz açısından önemli. Bu programda kadının dişiliğindeki estetik, bedenine en uygun hangi giyimle sergileneceği yarıştırılıyor. Sadece kılık kıyafetin yani bedenin yarıştırılmadığı her türlü çirkefliğin,  her türlü fahşanın da birbiriyle yarıştırıldığı bir program.  Programa katılan utanma duygusunu yitirmiş genç kızların göbek atma, dansöz gibi oynama gibi özellikleri ve bunların bir tarz olarak sergilenmesi de ayrı bir konu.

Türkiye’de kadın kıyafetindeki değişim sürecini irdelediğimiz zaman bu tür programların geçmişten günümüze uzanan bilinçli bir projenin ürünü olduğunu görmekteyiz. Özellikle Cumhuriyet döneminde tesettür aleyhine geliştirilen devlet politikaları bu değişimi hızlandırmış ve kadın algısını kendi potasında şekillendirmiştir. II. Abdülhamit döneminde de basın yayın organlarındaki hızlı değişimle beraber kadınlara mahsus çıkartılan dergiler sayesinde kadınlar saç ve cilt bakımı, kadının güzelliği ve kozmetik ürünlerin kullanımı konusunda yönlendiriyor ve sansürden etkilenmeyen bu dergiler kadını değiştirmeyi hedefliyordu. Bu çabalar sonucunda çarşaflı kadınlar İsveç jimnastiği öğrenmeye gidiyor, birçoğu değişime hızlıca ayak uyduruyorlardı.

Yapılan güzellik yarışmalarıyla Eski Yunan kültüründe olduğu gibi beden adeta kutsanıyor ve medenileşmenin bir ayağı olarak sergilenen kadın bedenleri örnek gösteriliyordu. Osmanlı çökerken sarayda yapılan balolar ve Cumhuriyet kurulurken damlı ve danslı yemek ziyafetleri bu çözülmenin merkezden başlayan ilk ayak sesleriydi.

Türkiye’de ilk güzellik yarışması da 1929 yılında Cumhuriyet Gazetesi tarafından gerçekleştirildi.  1932 yılında ise Keriman Halis katıldığı güzellik yarışmasında Avrupa güzeli unvanını aldı.  Böylece modern algı, bedeni verili olmaktan çıkartıp yeniden dizayn edilecek bir nesneye dönüştürdü. Artık bedenler Allah’ın mülkü olma özelliğinden yabancılaştırılıp, istenildiği tarzda oynanan, değiştirilen ben-merkezci mülkler haline dönüştürüldü. Yeni Türk ve Kürt ulusalcılığı içinde “Bedenimiz bizimdir” veya “iffetli kadın olmak istemiyoruz” gibi sloganlar karşımıza çıkmaya başladı. Ve bugün bu söylemler “Bu Tarz Benim” gibi programlarla toplumun bütün katmanlarına sunulmakta, özellikle ahlaki yozlaşmadan en çok etkilenen gençlik yanlış rol-model algılarıyla fahşa çukuruna sürüklenmektedir.

Bu tür kirlerden temizlenmek için hepimizin sorumluluğu olduğunu birbirimize hatırlatmalı ve “emri bil ma’ruf nehyi anil münker”  çerçevesinde kendimizi yeniden onarmanın yollarını aramalıyız. Varoluş gayemizi yeniden gözden geçirerek her türlü rucz’dan veya kirli tavırlardan kaçınarak hayatımızı, tarzımızı modern hayata göre değil Enam Suresi’nde de belirtildiği çerçevede oluşturmalıyız:

 “Muhakkak ki; benim namazım, kurbanım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm ancak ve ancak âlemlerin Rabbi Allah içindir.” 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum