1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Almanya'da “Kur’an Hayat İlişkimiz ve Hududullah” Paneli
Almanya'da “Kur’an Hayat İlişkimiz ve Hududullah” Paneli

Almanya'da “Kur’an Hayat İlişkimiz ve Hududullah” Paneli

Almanya İrşad Kitabevi'nde “Kur’an Hayat İlişkimiz ve Hududullah” baslıklı bir panel düzenlendi.

25 Ocak 2015 Pazar 21:15A+A-

Haksöz Haber

Almanya’nın Neuss kentinde İrşad Kitabevi’nin yeni dönemde ilk kez düzenlendiği müzakereli panelin oturumunu açılışta okunan Kur’an-ı Kerim ve mealinden sonra Hasan Korkmaz yönetti. “Kur’an Hayat İlişkimiz ve Hududullah” başlıklı panelin konuşmacıları Türkiye’den davet edilen Prof. Dr. İbrahim Sarmış ve Hamza Türkmen idi. Tebliğlerin müzakerelerini Hüseyin Kerim Ece, Muhammed Kaya, Murat Kubat ve Murat Kurt  yaptılar.

dscf2672.jpg

Prof. Dr. İbrahim Sarmış’ın tebliğindeki öne çıkan vurgular:

Kur’an’ın 23 yıllık nüzul sürecinde ele aldığı konular ve genel özellikleri itibarıyla incelediğimizde birçok husus dikkatimizi çeker. Temel inanç ve değerlerin vurgulandığı ve sağlıklı bir inanç ve değer sistemi bağlamında insan şahsiyetinin inşa edildiği birinci dönemde başlayıp  toplumun inşa edildiği ve  vahyin egemen kılındığı ikinci dönemin tamamında bu süreci görüyoruz. Her iki dönemde de tevhide dayalı bilincin verilmesi baştan sona Kur’an vahyine egemen ana tema olarak karşımıza çıkar. Tevhid bilincinin inşa ettiği bireyler ve bu bireylerin oluşturduğu sağlıklı bir toplumsal yapı Kur’an’ın temel hedefi olup ilk Müslüman toplumda bunun gerçekleştiğini görüyoruz.

Tarihin her döneminde gelen vahye toplumun geneli ve özellikle elit takımı değişik gerekçelerle karşı çıkarken, az sayıda da olsa bir kesim inanır. İnananlar bütün varlıklarını o vahye adar ve gereğini yerine getirmek için her fedakârlığı yaparlar. Bunun için inanmayanlarla araları açılır, icabında en yakın akrabalarından dışlanır, horlanır, mahrumiyetler ve boykotlar yaşar, ezilir, işkence görür, evlerinden, mallarından, ticaret ve servetlerinden, makam ve mevkilerinden olur, inançları ve canları tehlikeye girince yaşadığı toplumu terk ederek yaban ellerde bir yuvaya ve bir ekmeğe muhtaç muhacir/mülteci olarak yaşamaya mecbur kalırlar.

Vahiy, sapmaların karanlıkları (zulumât) içinde egemen olan cahiliyyenin tahakkümü altında kaybedilen bütün bu değerleri ve hakları yeniden insanlara vermekte ve kurtuluş yolunu aydınlatarak bunlara kavuşma yolunu göstermektedir. Onun için vahiy yeni bir hayattır.

“Ey müminler! Size hayat verecek vahye çağırdığı vakit Allah’ın ve Rasulünün çağrısını kabul ediniz.” (Enfal, 8/24) Vahyin nur, mizan, furkan, burhan, beyyine, hüküm, zikir, mevize, inzar, sıratı müstakim, hikmet, hidayet, rahmet, hablullah ve urvetu’l-vuska olmasının anlamı budur.

Yüce Allah, hayatın tüm alanlarında insanın mutluluğu için gerekli öğretileri, ilkeleri, kuralları, hükümleri, edepleri, ölçüleri ve sınırları öğretmiş ve bütününe din ve İslam demiştir.

  • Vahyin Ve Aklın Birlikteliği: Yüce Allah, insanoğluna rehber olarak akıl ve vahiy nimetini vermiştir. İnsanın sıratı müstakime çıkması ve Allah’ın honşut olduğu bir hayat yaşaması için ikisinin de işlevsel olması ve birlikte çalışması gerekir.

Vahyin aydınlığından yoksun tek başına aklın insanları Allah’ın istediği ve razı olduğu, dolayısıyla insanı dünyada huzurlu ve ahirette mutlu eden bir hayata götürmeye yetmediğini görmek için bugün fen, teknik ve sosyal bilimlerde gerçekten akıllara durgunluk veren gelişmeye rağmen Batı’nın tevhidi bulamamasına ve gelip modern bir cahiliyye hayatına dayanmasına bakmak yeterlidir.

Tek başına vahyin de insan için rehberlik etmesi mümkün değildir. Çünkü vahyin muhatabı akıldır. Onun için Yüce Allah Kur’an’da sık sık akletmez misiniz, akletmeniz için, akletmiyorlar mı, gibi aklın kullanılmasını ister. Aklı vahiyle birlikte kullanmayan kişileri Yüce Allah “Kendilerine verilen Tevrat’ı kabul ettiği/yüklendiği halde yükümlülüklerini yerine getirmeyenler sırtında cilt cilt kitap taşıyan eşek gibidirler. Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar için bu gerçekten çok kötü bir örnektir. Allah zalim topluluğu doğru yola iletmez” (Cuma, 62/5)

Yüce Allah, inanmayanların (6/125) ve aklını kullanmayanların (10/100) pislik içinde olduklarını söyler. Bu pislik, en başta inançsızlık, şirk, putperestlik, zulüm, fasıklık, haksızlık, ahlaksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık, ilkellik, sömürü, işkence ve benzeri bütün şekilleriyle cahiliyye pisliğidir ki antik ve modern bütün cahiliyye sistemleri bunun içinde debelenmiştir ve debelenmeye devam etmektedir.

Vahyin Yolundan Sapmaların Müslümanları Getirdiği Yer: Vahye inanmış ve onun için her şeyini adamış olan bu insanların üzerinden uzun zaman geçince (bkz.: 20/86; 21/44; 57/16) gerek vahyin mahiyeti ve tabiatı ile ilgili, gerek onu Yüce Allah’tan alan, tebliğ eden ve uygulayan elçinin kimliği ve davranışıyla ilgili, gerekse elçinin çağdaşları ve sonrakiler tarafından onun algılanması, yorumlanması ve uygulanmasıyla ilgili söylenenlerin yanında önceki cahiliyye toplumunun kültürel kalıntıları, fırka ve mezheplerin anlayışları, ulemanın yorumları, başka din mensuplarından islam toplumuna katılanların eski din ve inançlarından getirdikleri bilgiler ve çevre kültürlerinden oluşan bir kültür oluşur. Hakla batılın karışımı olan bu kültürel din kitaplaştırılır ve zamanla vahyin önüne geçer. İslam toplumu da bu süreçten geçmiş olup bugün kitaplarda okuduğumuz ve bellediğimiz dinsel anlayışlarımızın çoğunu vahiyden önce bu kültür oluşturmaktadır.

Toplumların Kalkınmasında Veya Gerilemesinde Din Algısının Önemi: Yüce Allah, yeryüzünde insanlar için sayısız imkânlar yaratmış ve bunlardan kazanıp yararlanmalarını söylemiştir. “Yeryüzünü hizmetinize veren odur. Üzerinde dolaşın ve verdiği rızıktan yiyin. Dirilip onun huzuruna geleceksiniz”(Mülk, 67/15) Kimileri akıl ve beden yeteneklerini daha çok kullanarak çalışıp doğrudan veya dolaylı olarak bu imkânlardan daha çok yararlanırken, kimileri aklını kullanmadığından veya yeteneklerini geliştirmediğinden bu imkânlardan daha az yararlanmakta, hatta ayetlerin söylediği gibi (bkz.: 6/120; 10/100) hayvanlar gibi pislik içinde, hatta manevi olarak onlardan da kötü (7/179; 8/23; 25/44; 62/5) duruma düşmektedir.Bu yasa, mümin veya kâfir, itaatkâr veya isyankâr ayrımı olmaksızın herkes için böyle işlemektedir.

Yanlış anlaşılmasın, ne Müslümanların gerilikleri Müslümanlıkları sebebiyledir, ne de kâfirlerin ilerilikleri kâfirlikleri sebebiyledir. Bütün mesele, vahyi doğru anlayıp anlamamakta, akılla birlikte kullanıp kullanmamakta, bu yasalara uygun çalışıp çalışmamakta ve gereğini yerine getirip getirmemektedir.

Yüce Allah’ı anmanın, tenzih edip yüceltmenin yanında, dünyada güçlü olup izzetle yaşamak ve ahirette kurtulmak için bugün hemen herkes biliyor ki akıl+vahiy+pozitifbilim=kuvvet formülünden başka yol yoktur. Vahyin muhatabı ve zemini olan aklı vahyin alternatifi olarak görmek veya dışlamak akılsızlığa razı olmak veya akletmeyenler gibi olmak anlamına geldiği gibi, vahyi esas almayan ve onun ışığında oluşmayan medeniyet de ancak pozitivist seküler laik bir cahiliyye medeniyeti olabilir.

Burada müslümanların gerilemesi ile Hıristiyanların ilerlemesi arasında ters bir orantının olduğunu görüyoruz. Müslümanlar, ilk yüzyıllarda vahyin İslam’ına sarılıp aklı kullanınca parlak bir medeniyet kurdular, sonra yukarıdaki alıntılarda gördüğümüz gibi sapmalar ve uydurmalarla bozulup ayakbağı olan ve aklı teslim alan kültürel/uydurma din anlayışına sarılınca gerileyip mağlup oldular. Batı, bozulan ve ayakbağı olan Kilise Hıristiyanlığını bırakıp pozitif bilimler alanında aklını kulanınca, vahyin aydınlığından ve ahlakından yoksun cahili bir madde uygarlığı kurmuş olsa da, ilerledi ve galip oldu. Müslümanların ilk yüzyıllardaki yükselişini ve bugünkü duruma düşmelerini bu gerçekler ışığında okumak ve üzerinde çok düşünmek gerekir.

Müslümanlar Vahyin Yolundan Sapmanın Bedelini Öderken, Fatura İslama Kesilmektedir; İslam’a mensup halkların bu gerilik ve bozukluklarının, bu sefalet ve perişanlıklarının, bu sapma ve kötülüklerinin, bu zillet ve güçsüzlüklerinin faturası Allah’ın hidayet, rahmet, sıratı müstakim, hürriyet, eşitlik, adalet, şeref ve izzet olan/olması gereken dinine ve kitabına çıkarılmaktadır. Dünyada, Müslümanların içine düştükleri bu zayıflığın, bilimsel, kültürel, ekonomik, sosyal, askeri, siyasi ve teknik alanında içinde bulundukları bu geriliğin, yaşanan bu şiddetin sebebi olarak İslam gösterilmektedir.

Kur’an’la yeni bir din anlayışı oluşturmaktan ve Rasulullah’ın yolunu izlemekten başka bir yol yoktur.

Müslümanlar tarihleri boyunca bu yozlaşmanın, sapmaların, bölünmenin ve aklı aforoz etmenin cezasını çekmişlerdir.

O halde Batı medeniyetinin ürünleri ile edindiğimiz statülerle yetinmek yerine, ciddi birmedeniyet perspektifi geliştirmemiz kaçınılmazdır. O zaman  neslimizi zihnen ve bedenen yabancı kültürlerin atıklarıyla beslenmekten kurtarabiliriz”

dscf2680.jpg

Hamza Türkmen’in sunduğu tebliğden öne çıkan vurgular:

“Kitabı ve Hikmet’i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan bir Resul gönderdik…” (Bakara, 2/151) diye buyuran Rabbimiz, “Resul ve Resulle birlikte olanların” eğitimde, tebliğde bilgi, inanç ve amel görevini nasıl birbirini tamamlayan iç içe bir bütün olarak yaşadıklarını (73/20; 12/108) göstermekte ve bu bilgi-inanç-amel bütünlüğünü “Birr” ayeti ile özetlemektedir (2/177).

Rabbimizin bildirdiği veya tarihte bilinen ilk insandan günümüz insanına kadar insan fıtratında bir değişiklik yoksa, insanların temel ilgi alanlarında da bir değişiklik yoktur.

İnsanın yemek, içmek, def’i hacette bulunmak gibi karşılanmaz ise sonunda ölüm olan "zorunlu ihtiyaçlar"ı vardır. Ayrıca varlığını devam ettirebilmek için sahiplenme/beka, neslini devam ettirme ve tapınma veya büyükleme gibi “temel ihtiyaçlar” diyebileceğimiz karşılanmadığında bunalıma düşeceği fıtri eğilimleri veya iç güdüleri bulunmaktadır.

İnsanın temel ihtiyaçlarını ve fıtri eğilimlerini hangi ölçü ile karşılayacağı, onun rüşd yaşından itibaren kavradığı hayatın anlamı ve hayatın varoluş telakkisiyle doğrudan alakalıdır. Kullara veya yaratılmışlara değil, kendisine kulluk yapılmasını isteyen Rabbimiz sormaktadır: İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyame, 75/36)

Rabbimiz hiç kimseye zulmetmez. O fıtrî ve âdil olanı yakalayabilmemiz ve tercihlerimiz nedeniyle sınanmamız için ihsan ettiği düşünce kapasitemizin çalıştırılmasını ister.

Öğrenme ve tahkik süreçlerinden geçen Müslümanlar, vahyin mesajını rehber edinenlerdir. Tahkik ve akletme kapasitelerini kullanmayanlar ise: Ya vahyi mesajı ve ölçülerini ihmal edenlerdir. Ya da kendi yorum, zan, şek ve şüphelerini mutlaklaştırıp şirk koşanlardır. Veyahut Yaratıcıyı veya mesajını tümden reddedenlerdir.

Vahyin çağrısını kavrayarak öğrendiği ve imanlaştırdığı için tevhid dininin mesajını ve ölçülerini tanıklaştırmaya çalışan mü’minlerin ve bu yola yönelmiş ama bu bütünlüğe gereği gibi ulaşamayanların (49/14) dışındaki insanlardan bir kısmı Ehl-i Kitap, bir kısmı dehri ve bilinemezci, bir kısmı şirkini mutlaklaştırmış olan müşrikler, bir kısmı da ben-merkezci eğilimler içindedirler.

Bireysel ve toplumsal olarak zorunlu ve temel ihtiyaçlarımızın giderilmesi konusunda karanlık/zulumât ile aydınlık/nûr arasında ölümlülerin heva ve heveslerine göre ürettikleri ile değil, “usvetu’n-hasene” olan Rasulullah’ın örnek uygulamalarında gösterdiği gibi Rabbimizden “iletilmiş” olan vahyi ölçüler ile davranmalı ve tüm kötülüklere karşı Kur’an’ı temel alarak üstleneceğimiz cihad’ın (25/52) bütün boyutlarını kavramalı ve yaşamlaştırmalıyız.

İlk inzal olan sûrelerle taşınan mesaj, Kur'an vahyinin ilk başlarında olunmasına rağmen hayatın söz konusu bütün ilgi alanlarını kuşatan bir bütünlüğü içermektedir:

- Yaratıcıya, yaratma eylemine ve hayatın sonuna dair vurgular

- Halis din ve doğru ilah inancına çağrı (Yanlış "veli", "şefaat", “melek”, "ilah" anlayışlarına eleştiri getiren ilk dönem vahyi kavramların doğru anlaşılması)

- Siyasi ve hukuki sistemle ilgili somut vurgular

- Ekonomik işleyişe müdahale

- Toplumsal ve sosyal yapıyla olan ilgi dersler

- Cahili yapıdan kimliksel ayrışma ve cemaatleşme

- Mücadele aşamalarını önceden gösteren vurgular

Kuran çalışmaları: Kur’an’ın kolaylaştırılmış ve anlaşılır olan çağrısını ve amacın yüklenmeyen hiçbir çalışma ister “Kur’an Çalışması”, ister “Kur’ani Kavram Çalışması”, ister “Kur’an Halkası”, ister “Siyer-i Resul Çalışması” olarak tanımlansın aydınlığa/nur’a ulaştıramaz. Zira Rabbimiz “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söyluyorsunuz?” (Saff, 61/2) hitabıyla sitemde bulunmaktadır. Zira temel inanç ve değerleri bildiren Kur’an, tedrici olarak ilkin iman eden insan şahsiyetinin inşasını hedefler. Kur’an’ı tahkik ederek ve Rabbimizin ilettiği ölçülerle yaşanan fikri ve uygulamayla ilgili sorunlar arasında bağ kuran tertil fıkhı keyfiyetiyle kavrayan insanlar tebliğ, örneklik, dayanışma ve tavır konusunda Resulullah (s) ile birlikte tanıklık/”şahitlik” yapma düzeyine gelmek için gecenin belirli vakitlerinde ayakta durmak, çaba sarfetmek düzeyindedirler. Bu keyfiyeti kuşananlar daha sonda “Resul ve Resul’le birlikte olanlar” hükmü dairesi içinde insanları “Basiret üzere hakka davet etmelidirler” (Yusuf, 12/108).

Vahyi nüzul sırasına okuyarak çerçevesini kavrayacağımız Siyer-i Resul, Kur'an tebliğinin ilgi alanlarını, Hz. Muhammed ve arkadaşlarının yaşamları içinde somutlaştırarak gösteren bir disiplin olarak algılanmalıdır. Kur'an bütünlüğünden ve siyer bilgisinden kalkılarak vahyin ilk dönemine tekabül eden ayet veya sûreleri ve ilahi çağrının ilgi alanlarını öğrenmeye ve keşfetmeye çalışmak ilk dönem İslami mücadelenin seyrini kavramanın yanında günümüz pratiği ile de doğrudan ilgilidir. Yani İlahi mesaja gönlünü açan ve teslim olan erken dönem Müslümanlarının Kur'an'dan anladıklarının ne olduğunu, ilahi tebliği hangi ortamda ve hangi gündemleri oluşturarak taşıdıklarını kavramak, vahyin ilk dönem ligi alanlarının kavranmasıyla yakından irtibatlı bulunmaktadır.

Rasulullah'ın siretini çalışmalarında, sohbetlerinde, hitaplarında gündemleştirek vahyi çağrıyı yeniden hayatlaştırmak açısından Kur'an merkezli hareket zindeliğini kaybetmiş birçok çevre, açıkça ifade etmeseler de; siretin Mekke veya Medine döneminde yaşanan olayları genellikle modem çağda bir daha tekrarlanamayacak yaşam tabloları olarak algılamaktadırlar. İslam'ın yaşayan gücüne ve vahyin inkılapçı ruhuna güven ve umutlarını kaybetmiş olan bu çevrelerin Kur'an'a, Siret'e, Rasul ve Sahabe'nin konumuna yaklaşımlarındaki muharref usullerine; ayrıca içinde yaşadıkları cahili sistem içindeki tavizkar tutum ve ilişkilerine bakıldığında bu değerlendirmemizle haksızlık yapmadığımız anlaşılacaktır.

Ümmet coğrafyası I. Dünya Savaşı’nda iç hastalıklarımız ve zaaflarımızdan yararlanan Batılı emperyal güçler tarafından baştan başa işgal edilmiş ve daha sonra da coğrafyamızı ulus devletlere ayrıştırılmış, yönetimlerine de kendileriyle uyumlu çalışacak ve ümmet bakiyesini seküler temelde uluslaştıracak işbirlikçi yönetimlerin gelmesine ön açarak geri çekilmişlerdir. Bugün yerel ve küresel cahili bir sistem içinde yaşanmakta, ihtiyaçlarımızı cahiliyenin hakim olduğu ticari ilişkiler içinde karşılamak, İslam düşmanlarıyla iç içe yaşamak durumunda bulunulmaktadır. Pasaportsuz bir hicretin olamayacağı evrensel bir kuşatma altında ve müslümanlara egemen olan tağuti sistemin hukuki, ekonomik, sosyal adaletsizlikleri ve ifsadı ile karşı karşıya bulunulmaktadır. Tebalaştırıldığımız "vatan" parçaları içinde veya dışında kendimize ayıracağımız müstakil ve denetimsiz toprak parçaları bulunmamaktadır.

Kur’an-ı Kerim, vahyi ölçülerle inşa edilmeyen toplum ve kültürlere “cahiliye” demektedir. Araçlar ve imkânlar değişmekle beraber içerik olarak vahyin muhatap aldığı toplum da, biz Müslümanların bugün içinde yaşadığımız toplumlar da benzer nitelikler göstermektedir.

- Dünkü toplumlarda çoklukla övünmek asıldı, bugün de (102/1).

- İnsanların çoğu müşrikti, inkarcıydı, gafildi, zanna uymaktaydı, Kur’an’dan yüz çevirmişti (30,42; 17/89; 10/92; 10/36; 41/4) bugün de.

- Cahiliyye’de Allah ve gayb hakkında “zan”da bulunulur (3/154); Cahiliyye’de vahiy dışı “hüküm”ler caridir (5/50); Cahiliyye’de asabiye duygusu (el hamiyete) belirleyicidir (48/26); Cahiliyye’de zinetler açığa vurularak (teberruce) tüketim hayasızlığı yaşanır (33/33).

Bugün küresel kapitalizmin bir yaşam tarzı olarak sunduğu çözücü ve ifsad edici tüketim anlayışı; hakim paradigmanın sınırlı akıl gücüyle insanlığı zehirleyen müfsid felsefik yaklaşımları ve hükümleri; ayrıca “ilerlemece tarih efsanesi” içinde yaşanan ben-merkezci veya Batı-merkezli asabiye yerel ve küresel tüm imkanlarımızı kuşatmış bulunmaktadır. Bugün yerel ve küresel alanda Kur’an vahyinin ilk muhataplarının yaşadığı cahiliyyeden belki çok daha sistemli ve kuşatıcı bir cahiliye içindeyiz. Modern cahiliyenin elbisemize sıçrayan kirlerinden arınmak ve yapısından hicret etmek görevi sıddıklığı, salihliği, şehidliği (4/69) elde etmek isteyen bugünkü Müslümanların hayatla ilgili en temel yükümlülüğüdür. Artık ümmetin iç zaafları ve kuşatılmışlığı, vahyin Mekke Dönemi’ne de Medine Dönemi’ne de tekabül eden bir karanlığı ifade ediyor.

Günümüz cahiliyesi karşısında vahyin aydınlığını savunmak durumunda olan Müslümanlar üç tavır içinde bulunuyorlar: a. Cahiliyeye sığınarak var olmaya çalışanlar; b. cahiliyyeden uzaklaşmak için inzivaya çekilenler; c. cahiliyyeyi aşmak isteyenler.

Çağdaş cahiliyye karşısında ortaya çıkan üç tutum; büyük ölçüde Fatır Sûresi’nde belirtilen Kitab’a miras olanların haline benzemektedir: a. “Kendilerine zulmedenler”; b. “Orta gidenler”; c. “Sabikun”.

Hayatımızı aklamak ve fıtrata uygun yolu göstermek için iletilen Kur’an vahyinin çağrısına hayatın bütünü içinde uymak, kullara kulluk oluşturan zincirlerden özgürleşmek ve karanlıktan kurtulup aydınlığa; yani dareyne yönelmek demektir. Cahiliyyeyi aşmak iradesi ise ancak insanlaşma rüştüne eren mü’minlerin (8/2), şahid (4/135) ve şehidlerin (2/143), muslihunun (11/117), muttakilerin (2/194), sıddıkların (57/19) veya Allah’a karşı haşyet içinde bilgi sahibi olanların (35/28) işidir.

Hayatımıza inen Kur’an’ın çağrısı ve ölçülerini tedris ve tebliğ eden, yaşatmaya çalışan İslami mücadelenin en genel kavramı olan Cihad’ı hangi tarih ve toplum değerlendirmesinden sonra ve hangi strateji ve istikamet doğrultusunda kullandığımızın bilincinde olmalıyız. Vahyin parça doğruları ile cahili değerleri iç içe geçiren bir eklemlenme halini ya da ruhbanlığı çağrıştıran inziva halini aşıp sıddıkların, salihlerin, şehidlerin yolunu takip etmeye çalışan muslihler ve hayırda öne geçenler nasıl bir tutum içersindeler:

Kur’an ümmetinin yeniden dirilişi için zemin oluşturacak hayatın ve mücadelenin içinde bir bilinçlenme, ıslah ve inşa sürecini önceleyenler.

Hayatın tümünü kuşatan itikadi, siyasi, sosyal, kültürel bütünlükten kopuk sadece hayır ve hasenat işleriyle uğraşanlar.

Daha ziyade mevcut birikimlerle var kalabilmek için İslami duyarlılığı, diğer bir deyişle İslamcılığı diri tutmakla yetinenler.

Yoksa hududullahı gözetecek yeterli hikmet ve dirayete, Kur’an’ın tartışmasız muhkem ayetlerini ve bu ayetlerin uygulanma keyfiyetinde Resulullah’ın Mütevatır Sünneti’ni temel ölçü edenecek usuli bir yeterliliğe ulaşmadan direnişi sadece kıtal olarak anlayanlar.

Hududullah: Ancak Rabbimizin evrensel olarak koyduğu mutlak ve muhkem hadler konusunda, tarihi ve tarihsel olan içtihadi ve zanni rivayetler birbirine karıştırılmamalıdır. Hududullah’ın konuları hayatımızın bütün alanları ile ilgilidir. Cahiliyyeyi oluşturan Allah ve gayb hakkında zan, reyb, şek ve şüpe temelli görüş ve rivayetler nasıl hududullahı çiğnemek ise; şer’i ölçülerde Şarî’nin sınırlarını aşmak da benzer olumsuzluğu getirir. Zaten Kur’an ümmetini zaaflı hale getiren de, gaybi ve ameli alanda bu tür ölçüsüzlükler ve yaşanmış tuğyan halleri değil midir?

Ta’zir cezaları “Ulu’l Emirliğe mi dayanır, Resullüğe mi?”; yani “içtihadi midir; yoksa onlar da Kur’an dışında başka bir vahiy çeşidi midir?” sorularıyla yaşanan, yakînilik ile zannilik arasında çok ciddi bir usul tartışması da söz konusudur.

20. ve 21. yüzyılda yerel ve küresel ölçekte cahili bir ortama doğduk. Ama hidayet kitabı Kur’an-ı Mübin’i temel rehber edinerek ve tüm resullerin yolunu örnek alarak Hz. Muhammed’in örnekliğini uygulamalarıyla gösterdiği gibi biz de bugünkü cahili kirlerden arınabiliriz. Cahiliyyeden hicret etmek, kimliğimizi ve ilişkilerimizi vahyi ölçülerle gücümüz yettiği kadar iyileştirip zindeleştirmek; nefsimizden, yakınlarımızdan ve çevremizden başlamak üzere ıslah ve inşa görevini üstlenmek; zulüm ve saldırıya uğrayan mü’minlerle dayanışma içinde olmak; şüheda neslini yeniden inşa ve ihya etmek ve bütün bu çaba, cehd ve savaşımımımız içinde de hududullahı gözetmek kulluk görevimizdir.

Kalabalık geçen program müzakereler ve soru cevaplardan sonra sona erdi.

dscf2669.jpg

dscf2688.jpg

dscf2710.jpg

dscf2715.jpg

dscf2718.jpg

dscf2724.jpg

HABERE YORUM KAT

3 Yorum