1. YAZARLAR

  2. HAMZA TÜRKMEN

  3. Yeni gündeme uyanmak ya da yenilenmek
HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Yeni gündeme uyanmak ya da yenilenmek

29 Aralık 2023 Cuma 08:25A+A-

İslami faaliyetlere ilgimiz, sınırlı İslami veya dünyevi ama dağınık uğraşlarımız ve bizlerin de, siyasilerin de, medyanın da, dünyanın da gündemi 6 Ekim 2023 tarihinde ve öncesinde kaos içindeyken, âtıllaşmaya başlamışken, malayani hale gelmişken; 7 Ekim’de yepyeni bir gündeme uyandık.

İşgal altındaki Filistin İslam topraklarında sivil ve asker Siyonist yerleşimcilere daha doğrusu işgalcilere karşı Gazze’den düzenlenen 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu biz müslümanların da dünyanın da bir numaralı konusu, bir numaralı gündemi oldu. Yüzbinlerce, milyonlarca kişi, insan onurunu ve ölümü, küresel vesayetin iğrençliğini ve hayatın amacını tekrar hatırladı. Gazze’den yükselen tekbir nidaları birçok bölge ve ülkede küresel sistemi analiz kabiliyetini, İslam’ı öğrenme merak ve çabasını, Arap Baharı yani 2011 yılında başlayan Arap İntifadası’ndan sonra yeniden güçlendirdi.

7 Ekim Aksa Tufanı’nın amacı hem insani hem İslami idi. 7 Ekim operasyonu Gazze’deki ve Batı Şeria’daki ölümcül ambargoyu, Filistin İslam topraklarının işgalini ve Mescid-i Aksa’nın  tutsaklığını yeniden müslümanların ve dünya vicdanının gündemine getirdi. Bu mesele yani işgal ve tutsaklık sadece Filistinlilerin, Arapların değil, İslamî şeâire bağlı olan bütün Müslümanların meselesi olduğunu hatırlattı.

7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu 83 günden beri, zorluklar karşısında nasıl sabredilip direnişin devam ettirileceği, esirlere nasıl davranılacağı hususunda İslam savaş hukuku çerçevesinde örneklik oluşturdu.

Bölgemizde Pakistan’dan Cezayir’e Türkiye’den Sudan’a kadar kapitalizm ve Modernite yani Batı medeniyeti, İslami uyanış ve bağımsızlık mücadelesi veren İslami hareketlere karşı İsrail’i bir kontrol üssü olarak görmektedir. 7 Ekim operasyonundan sonra I. Dünya Savaşı akabinde İngiliz mandası haline getirilen Filistin topraklarında kurulan, teknolojik üstünlük olarak dünyanın 4. büyük ordusu haline getirilen Siyonist İsrail devleti, ABD’nin ve diğer sömürgeci kapitalist devletlerin teşvik ve desteği ile dijital canlı yayınlarda izlediğimiz gibi Gazze’de kısmen de Batı Şeria’da büyük yıkım ve katliamlara başladı.

83 gündür ABD’nin ve Batı’nın silah stoklarından verilen bombalarla Gazze bölgesine atılan bomba miktarı 50 bin tonu aştı. Bu miktar II. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından 5 kat daha fazla tahrip gücüne sahip. Katil İsrail eliyle ABD’si de Koalisyon güçleri de Ashab-ı Uhdud olmuş; Gazze çukurunda insanlarımızı 83 günden beri kadın-çocuk-yaşlı demeden öldürüyor, yakıyor. Ama İstanbul Boğazı’nın çevresindeki 2-3 ilçesi kadar yer tutan ve yerle bir edilen Gazze’de, Siyonist rejim ve ABD’nin kurmay aklı hakimiyet kuramadı ve hergün işgalci askerlerin ölüleri ve zayiatları artıyor.

Biz Gazze’deki dünya müstekbirlerine / istikbarına karşı yürütülen bu şanlı direnişe duygusal abartılardan sıyrılarak İslami ilkeler düzeyinde yaklaşmanın yanında, müslümanların ve dünyanın 83 günden bu yana gündemini belirleyen bu direnişe, bizlere ve insanlığa ne kazandırdığı açısından da bakmamız gerekir:

1. Gazze direnişi ve Aksa Tufanı Operasyonu en başta müslümanlar için insanlığı, kulluk bilincini, ölümü, cihadı ve Kur’ani nassları, Resulullah (s)’ın ve “sıddık, şüheda, salih” arkadaşlarının sünnetini hatırlatmak açısından sarsıcı bir uyarı oldu. Bizleri ataletten kurtardı. Dayanışma ve mücadele bilincimizi besledi. İman edenleri yeniden Allah’a, Resule ve Kitab’a imanlarını artıran ve ortak gündemlere yönelten kalp intifadalarını artırdı. Muhafazakâr dindarlar, bu süreçte kavramsal boyutuyla da gelecek tasavvuruyla da İslamlaşmaya başladı.

2. Filistin İslam topraklarındaki Siyonist işgale karşı İhvan-ı Müslimin’in bağrından doğan ve 1987’de Filistin’de kurulan HAMAS Örgütünün ödünsüz mücadelesi bugün Arapçılığa, Sosyalizme ve FKÖ’nün laik Ulusal Misak’ına dayanan fıtrata ve ümmet bünyesine uymayan yaklaşımların itibarsızlığını ortaya koydu; inancımıza, kimliğimize ve gündemimize uymayan bu kalıplar artık gündemden düştü. Türkiye solunun son Gazze direnişi karşısında üç maymunu oynaması ya da nötrleşmesi bu yüzdendir. Zaten PKK, İsrail’le aynı patronaj altında bulunmaktadır.

3. İslamcı kökenli siyasiler de, akademisyenler de hatta DİYANET de demeç ve açıklamalarında, hutbelerinde daha bilinçli Müslümanlara yakışan bir dil kullanmaya başladılar. Küresel emperyalist sistemin daha sahici eleştiri ve analizleri yapılmaya başlandı.

4. İsrail’in arkasında duran Batılı paradigmanın veya Modernite’nin bilimsel doktrin olduğu saçmalığı ve ben-merkezciliği de, işlediği tarihi katliamlarını “medenileştiricilik” iddiası ile savunmasının küstahlığı da artık ayan beyan. Batı’nın maskelenmiş gerçek yüzü bugünkü Siyonist İsrail’in soykırım olarak değerlendirilmekte olan katliamları ile birlikte okulların ilk, orta, lise sınıflarında da, mescid ve camilerimizde de, vicdan sahibi televizyon programlarında da konuşulmaya başlandı. Bu kitlelerin küresel sistemi tanıması ve siyasi bilinçlenmesi açısından son derece güzel bir başlangıç olmuştur.

5. Küresel kapitalizmin koruması altında Siyonist çetelerin gerçekleştirdiği katliamlara karşı gösterilen dünya çapındaki tepkiler, ümmet coğrafyasında olsun, dünya çapında olsun “Daha adil bir dünya” arayışının hatta “hakikat arayışı”nın da farklı bir ifadesi. Bu süreçte Gazze gündemi nedeniyle İslam’ı araştıranlar veya Müslüman olanların sayısındaki çoğalma haberleri de modern çağda davet ve tebliğ çalışmalarımız için olması gereken farklı boyutlar ve ihtiyaçlar ortaya çıkarıyor. Bu süreçte Müslümanlığını amelleştirip şahidleştirmeye çalışan müminlerin, vicdan sahibi, hak ve adalet arayışı içindeki insanların saflarıyla; şeytanlaşanların safları belirginleşmeye hatta netleşmeye başladı. Kararsızlar azalmakta, dostlar ve müfsidler belirginleşmektedir.

Topraklarımızda belirginleşen bu kimliksel ayırım; kurtuluşu / felahı ıslah projesi ile tevhidi bilinçlenmeyle ümmetin dirilişinde, inanç-amel bütünlüğünde görenlerle; Genç Osmanlılar / Jön Türkler, Genç Araplar / Fetât gibi Batı’nın medeniyet değerleriyle halklarımızı uluslaştırmak ve Batılılaştırmak isteyenler arasında oluşmaktadır.  Artık gittikçe Theodor Herzl gibi dini olanı ulus inşa etmek için kullanan Türk ulusalcıları ve Arap ulusalcıları ya da Türk Siyonizmi ve Arap Siyonizmi İsrail Siyonizmi gibi kaybetmeye başlamıştır.

Osmanlıyı Bilad-ı Şam’da arkadan vuran İngiliz subayı ajan Lawrence’in adamı haline gelen Şerif Hüseyin Arap ulusçusu yani Arap Siyonistiydi.

Yine İstanbul’da Mektebi Harbiye mezunu bir kurmay subayı olduğu halde Kudüs’te İngiliz Manda Valisi’nin yardımcılığını kabul eden; sonra da 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri tarafından Kudüs Müftülüğü’ne getirilen; sonra Filistin’deki Yahudi hakimiyetine son verip Filistin Arap Devleti kurmak için 1941’de Hitler’in yanına giden; sonraki tutsaklığında Fransız ve İngilizlerin Filistin direnişinde İslamcıların inisiyatif olmasını engellemek için karizması şişirilerek Gazze’ye Kudüs’e tekrar yerleştirilen sözde Müftü Emin el-Hüseyin de; ayrıca Arap ulusçusu Nasır tarafından FKÖ’nün başına getirilen Yaser Arafat da bir Arap ulusçusu yani Arap Siyonistiydi.

Aynı Lawrence, Osmanlı Filistin Cephesi başkomutanı Liman Von Sanders’le birlikte Nablus-Kudüs cephesinden Halep’e kadar çekilen Mustafa Kemal ile de bu şehirde temasları oldu. Ve 26 Ekim 1918’de Filistin’i İngiliz kuvvetlerine terk ettikten sonra Osmanlı ordusunu Halep’te terhis eden ve sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin başına getirilen Mustafa Kemal’de batıcı bir ulusçuydu.

Türkiye’de de Filistin’de de bağımsızlık mücadelesini yürütenlerin iki misyonu vardı. Birisi Batıcı-ulusçu misyon. İkincisi İslamcı ve inşacı misyon.

Filistin’deki ulusçu misyon, 1987 Aralık ayında mescid merkezli HAMAS’ın örgütlediği I. İntifada ile, Filistin topraklarına taşınmış işgalci siyonistleri sürmek için insiyatif alınca, Arap Ulusçuluk hareketinin ve FKÖ’nün lideri Yaser Arafat’ın İsrail’i tanıması için 1988 BM Güvenlik Konseyi kararıyla, 1991 Madrid Konferansı, 1993 Oslo anlaşması ile önü açıldı. Kendisine tavizleri nedeniyle 1994 Nobel Barış Ödülü verildi. İsrail’i tanıması karşılığında kendisine sözde Filistin Arap Devleti’nin liderliği verilecekti.

Arafat’ın Batı’nın çıkarlarını onaylama ve İsrail’i tanıma çabaları 2000 yılında Camd David Zirvesi ile iyice pekiştirilince, bu sefer yeniden HAMAS ve Filistin’in işgaline karşı olan diğer örgütlerle birlikte II. Aksa İntifadası’nı başlattı.

İki buçuk ay önce HAMAS’ın askeri birimi el-Kassam tarafından başlatılan 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu ile de HAMAS, Gazze halkıyla İslami şiar ve değerleri bütünleştirdiğini ve topyekûn bir mücadele verildiğini, hatta Batı Şeria’da kitlesel desteğinin büyük ölçüde arttığın gösterdi. HAMAS ve el-Kassam’ın ödünsüz İslami organizasyonu, İslami eğitim ve halkla yardımlaşma süreçleriyle mayalanan İslami direnişi; sadece Filistin halkının değil, vesayet altında yaşayan bütün Müslüman ülkelerin de, Arap Baharında yarım kalan halkların intifada ruhunu da, biz Türkiye müslümanları da yeniden diriltti.

Türkiye’nin kuruluşundaki ulusçu misyon ise, düşmanı kovma ve Osmanlı mirası anasır-ı İslam arasındaki ortak bağı temsil eden Hilafet misyonunu yenilemek için mücadeleye katılan ve orduya iştirak konusunda kitlesel destek sağlayan İslamcı misyon, büyük askeri başarının ardından idamlar, yasaklar ve sürgünlerle ilk elde tasfiye etti. Ebedi şef ilan edilen K. Atatürk öncülüğünde işgalci İngilizlerin, Fransızların yapamayacağı radikallikte devrimler yapıldı. Şer’i temelli kanunlar, bin yıllık alfabemiz, ezan-ı Muhammediye değiştirildi. Ve daha birçok zulüm… (Bkz: D. Mehmed Doğan, “1932 Dini İnkılab Yılı”, TYB Yay., 2022) Ama yeteri kadar başarılı olunamadığından olacak Nobel Barış Ödülüne layık görülmedi. Ancak TİME Dergisi’ne birkaç defa kapak yapıldı.

Türk ulusçuluğu, ümmet yapımızı parçaladı; ortak paydamız olan İslamî olanı ve İslami kurumları ortadan kaldırınca ikincil el milliyetçilikleri ve liberalizmi, sosyalizmi, ırkçılığı kimlik edinen içimizden müfsid gruplar üredi. Ulusçu politikalar ve rejimin baskısı I. Dünya Savaşı yorgunu Müslümanları kimliksel sinikliğe ve sentezciliğe sürükledi.

Ama 1970’lı yılların ortalarından sonra başlayan ıslah ve yeniden İslami kimliği yeşertme mücadelemiz inişler çıkışlar yaşasa da, belirginleşip büyümeğe başladı. Bu sosyal ve kültürel güzelliğin önünü kesmek için Batı’nın İsrail katliamına arka çıkması gibi bir destekle 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi yapıldı. Ancak baskıları ve sinikliği aşma mücadelemizi ümmet dayanışması ruhu ile Gazze direnişi ile yukarıda bahsettiğimiz boyutlarda İslamilik veya İslamcılık yeniden büyüyüp gelişmeye başladığını gözlemliyoruz.

7 Ekim’de başlayan şanlı Gazze direnişi kurtuluş veya felahın, milliyetçilik çeşitlerinde, ulus - İslam sentezinde, dindar sosyalizm veya dindar liberalizm de, dindar Kemalizm veya dindar Arafatçılık da; müslüman sol, antikapitalist müslümanlar gibi şirk içindeki Latin Amarika Katolik Kurtuluş Teorisi’ne özenenlerde, dini olanı utangaç bir şekilde Batılılaşmaya entegre etmeyi ifade eden muhafazakârlıkta olmadığını gösterdi.

7 Ekim’de başlayan şanlı Gazze direnişi kurtuluş veya felahın Allah’ı birlemekte, Resül’ün yolunu kavramak ve canlandırmakta, Kur’an’ı öncü kabul etmekte ve safha safha cihad yolunu üstlenmekte yani bütün olarak sahih İslam’ı savunmak ve yaşamakta olduğunu gösterdi. Yeter ki kurtuluş ve felah yolunda İslamî sabiteler deruni bir bilinç ve imana dönüştürülebilsin; sıddıkların, şühedanın, salihlerin yoluna layık olunabilsin.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum