1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. 'Yazıktır' ya da ölümün hukuku
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

'Yazıktır' ya da ölümün hukuku

25 Mayıs 2011 Çarşamba 00:09A+A-

'Dağın Ardına Bakmak' imzası için Diyarbakır'daydım. Aynı gün savcılığın kitabı suç delili saydığı haberi geldi.

Genç bir üniversite öğrencisinin evinde kitaba el konmuş. Haberde kitabın kapağı dahil bazı fotoğraflar suç delili sayılmış. Fotoğraflarla propaganda yapılıyormuş! Haberi dikkatlice okudum. Yazılana bakıldığında savcının kitabı okumadan karar verdiği anlaşılıyor. Okusaydı keşke! Hatta sorguladığı gencin kitaptan ne anladığını sorsaydı!

Aslında kitapla ilgili verdiğim çoğu röportajda 'dağın ardına' en önce savcılar, hâkimler, polisler, askerler hatta Genelkurmay Başkanı bakmalı' demiştim. Çünkü halk zaten biliyor. Ama devleti oluşturan kurumların, bürokrasinin gerçeklerden haberi yok. Gerçekle bağı kopmuş yasalar sorunu kangrenleştiriyor. Diyarbakır'da kitaba, Türkiye'nin diğer şehirlerindekinden farklı bir ilgi vardı. Orada tanıdığım yaşlı bir kadının, savcılığın suç delili saydığı kapak fotoğrafına bakarken yüzünden geçen duyguyu anlatabilseydim keşke. Ne düşündüğünü sorduğumda, büyük bir sevecenlik ve samimiyetle 'gôneye' dedi Kürtçe. Yani 'yazıktır'.

Ülkenin doğusunda yaşayan insanların duygu dünyasında bir 'gerillanın' yarattığı en temel duygu bu 'yazık' hali. Hemen herkes o duyguyu bilmeden, hissetmeden olayı anlamaya çalışıyor ne yazık ki. Halbuki siyasetçilerden başlayarak herkesin en önce bu duygusal dinamiği kavraması gerekiyor. Evet gerçekten yazık! Tam otuz yıldır süren bir çatışmada hâlâ kan kaybediyoruz. Kayıplarımız her geçen gün artıyor. 'Kahraman olmak' adına birbirlerini öldüren insanlar ülkesi burası. Sivillerin çıkıp 'benim adıma kimseyi öldürme' diyeceği günler ise uzak. 'Benim adıma operasyon yapma, benim adıma dağda silahla dolaşma' diyemiyoruz henüz. Askere ve dağdakine sorsanız vereceği cevap aynı; 'önce silahı bıraksın' der asker. Dağdaki, 'çatışmasızlık ilan ettim. Ben başlatmadım, asker de operasyon yapmasın'. Yumurta tavuk hikâyesi. Çözümsüzlükteki bu mutabakat keşke çözüm ararken de yaşansa. Hal buysa ne yapacağız? Bu fasit daireden nasıl çıkacağız? Kime başvuracağız? Hangi hakikat ve sağduyu mecrasından insanlığın değerini, insan hayatının kıymetini öğreneceğiz?

Ortada gömülmeyi bekleyen ölülerle bir Mehdi bekliyoruz sanki. Ölülerimizi kimsesiz bırakmış, ölümün hukukunu unutmuş, dağda kurda kuşa yem olan insanımız üzerinden iktidar kurgusu yapıyoruz. O kurguda 'ben yokum' diyebilmek ne büyük bir güç aslında!

Bu kirli kurguda, ölülerin 'kahraman' ve 'leş' olarak değerlendirildiği bu trajedide, bize duracağımız bir yer bırakmayan tarih ise acımasız.

Bunu en iyi geçtiğimiz günlerde öldürülen 12 PKK'lının cenazesi sonrasında basına yansıyan görüntüler kanıtladı; kalabalık bir grup, ölülerine sahip çıkmak için sınırı geçti ilk kez. Derme çatma tabutlarda cenazeleri taşıdılar. Askerden korkmadılar. Ölüm hukukunun yarattığı vicdanı cesurca dillendirdiler. İnsan bu manzara karşısında şunu hayal ediyor: Keşke o çocukların cenazelerini taşıyanlar toplumun her kesiminden olabilse. 'Bu savaşta ölen herkes, yaşanan her kayıp bizim de kaybımız' denebilse. Asker cenazelerinde de aynı tavır gelişse. Askerî törenlerle değil, sivillerin sahip çıkacağı daha kalbi bir yasla gömülebilseler.

Ama olmuyor işte. O fasit daireden çıkılamıyor bir türlü. Ruhlar, ölümün açtığı acı vadisinde oyalanmaya bırakılıyor. Bu ülkede yaşayan herkesin hayatını etkileyen kayıpların hikâyesi farklı kurgulanıp farklı sunuluyor. Hâlbuki acı aynı acı.

Bana mektup yazan bir askerin söylediklerini hatırlıyorum; uzun yıllar Diyarbakır/Kulp'ta görev yapmış, çatışmalara katılmış, 'Dağın Ardına Bakmak' kitabından okuduğu hikâyeler rüyasına giriyormuş. Dağın bu yanında beklediği pusuları ve geceleri hatırlayıp ilk defa öldürmek için ant içtiği insanlara başka türlü bakmayı deniyormuş. 'Onlarla içimden yaptığım konuşma bitmesin diye kitabı yavaş okuyorum.' diyordu mektubunda. O konuşma elbette bitmemeli. Çünkü ancak o konuşma sayesinde insanı hatırlarız. Ve ancak o hatırlamayla sorunun çözümü için gereken cesareti ve güveni buluruz.

Ama hepimiz için çok daha acil olan, ölümün hukukuna dönmektir. Çünkü o hukuku hatırlamak bizi insan yapar. İdeolojisi olmayan tek şey ölümse eğer, kitapta suç delili bulan savcı başta olmak üzere, herkesin o hukuku hatırlaması şart.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT