1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yaşanan İhtilaflar İçin Kalbinize Danışınız!
Yaşanan İhtilaflar İçin Kalbinize Danışınız!

Yaşanan İhtilaflar İçin Kalbinize Danışınız!

Kalbinize danışın, Allah’ın ayetlerini kendi çıkarlarınız için, kavmi asabiyetleriniz için, grup nefisleriniz için yerlerinden oynattınız mı, Rasulullah’ın muazzez hayatındaki bazı örneklikleri, kendi hizbinizin tuttuğu yolu meşrulaştırmak için kullandını

14 Eylül 2014 Pazar 23:31A+A-

HAKSÖZ-HABER

Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki köşe yazısında sağlıklı yaklaşılmadığında derin ayrılıklara, tefrika ve düşmanlıklara yol açabilen ihtilaf konusuna değiniyor ve Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilaflara nasıl yaklaşılması gerektiğini ele alıyor.   

***

İslam İçi İhtilaflar

Ahmet Taşgetiren / Star

İslam, insanlar ve toplumlar birbiri ile münasebet kurdukları ölçüde, söz konusu Müslümanlar olsa bile ihtilafların olabileceğini gözardı etmemiştir. İnsanoğlu demek, en başta, ilk yaratılış günlerinde, kardeşin kardeşe kıyabildiği bir ilişkiler dünyası demek. Habil Kabil dünyası. 

Müslümanlar da bütünüyle insani zaaflardan arınmış, sinirleri çıkarılmış varlıklar değildir. Melekten söz etmiyoruz. Müslüman dediğimizde. Şeytanın uğraştığı, bazen damarlara girip dolaştığı insanları kastediyoruz. Malımıza, evladımıza, bazen beynimize ortak olduğu bir alemden.

Nisa Suresi 59’uncu ayet böyle durumlarda Müslümanın nasıl davranması gerektiğini bildiriyor bizlere. Ayet meali şöyle:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59)

Hitap iman edenlere... Önce ona dikkat gerekiyor. Sonra diğer çağrılar geliyor:

- Allah’a, Peygambere, emir sahiplerine itaatin ardından ihtilafların çözümü bahsine geliniyor:

- Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Resul’e götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

Buraya “Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız” parantezi konmuş. Yani “Allah’a ve ahiret gününe iman” bu işin özü, esası. Yani denmek isteniyor ki: Yarın Ahirette Allah’ın huzuruna varacaksınız ve orada, mahşer aydınlığında, diliniz itiraf etmese bile elleriniz ayaklarınız, bütün uzuvlarınız şahitlik ettiğinde gerçekten işi Allah ve Rasulü’ne götürüp götürmediğiniz açığa çıkacak.

Kalbinize danışın, ihtilaflı konuyu gerçekten Allah’a ve Rasulüne mi götürdünüz, yoksa Hevanızı tanrı edinip, onun buyruklarını Allah  Teala’nın ve Rasulünün ölçüleri yerine mi geçirdiniz?

Kalbinize danışın, Allah’ın ayetlerini kendi çıkarlarınız için, kavmi asabiyetleriniz için, grup nefisleriniz için yerlerinden oynattınız mı, Rasulullah’ın muazzez hayatındaki bazı örneklikleri, kendi hizbinizin tuttuğu yolu meşrulaştırmak için kullandınız mı?

Gerçekten “İhtilafın çözümünü Allah ve Rasulüne götürmek” ne demektir?

Bunu, Rasulullah’ın hayatında yapmak kolay olabilirdi. Gidilirdi Rasulullah’a durum arzedilirdi, Rasulullah da mevcutsa ölçüler hükmünü bildirir, mevcut değilse Allah’ın ayetlerinin gelmesini beklerdi.

Ölçülerin böylesine net olduğu dönemlerde bile Rasulullah, kendisine problem getiren ihtilaflı tarafları şöyle uyarmıştı:

“Sizler muhakeme edilmek üzere bana geliyorsunuz. Bir kısmınız delilini sunmada daha mahir olabilir. Kimin söylediklerini esas alarak kardeşinin hakkını ona geçirecek bir hüküm verirsem, (aslında) o kimseye cehennem ateşinden bir parça ayırıp vermiş olurum; onu almasın.” ((Buhârî, şehâdât, 27)

İslam, Allah Rasulünün, çok sevdiği bir sahabiyi, bir savaşta, kelime-i şehadet getiren bir adamı öldürdüğü ve “neden öldürdüğü” sorulduğunda “korkudan iman etti diye öldürdüm” dediği için “kalbini yardında mı baktın?” diye azarladığı bir din. Öyle dıştan yargılayıp boynunu vurmayı ve bunu “İslam için yapmış olma”yı Müslümanlığın içine sokmak kolay değil. Bir gün, Allah ve Rasulü’nün mahkemesi kurulduğunda karşı karşıya gelinir, ve “kalbini yardın da mı baktın?” sorusu sorulur.  

- Ülkemizde ve dünyada, Müslümanların birbiri ile ilişkisinde “münafık damgalaması”ndan geçilmiyor.

- Tekfir, yani birisinin üzerine küfür damgası vurmak, öylesine kolay bir iş ki, bu damgayı vururken, Allah ve Rasulü’nün şahitliği hiç akla geliyor mu? Sormak lazım.

- Bir başkasında nifak alameti aranırken, insanlar, topluluklar, kendilerinde mesela suizan mevcut olup olmadığına bakmıyor.

- Allah’ın ayetlerini ve Rasulullah’ın muazzez şahsiyetini bir başkasını dövmek için sopa haline getirmenin vebali kimseyi kaygılandırmıyor. 

İhtilafı Allah’a ve Rasulüne götürmek demek, o yüce Huzur’u içine taşımak demek. O Huzur’da hissetmek demek. Yani “ihsan” kıvamında, yani Allah’ı görüyormuş gibi yaşayan bir mü’min olmak demek.

Böyle mi yapılıyor Allah aşkına son zamanlarda ümmet bünyesindeki ihtilafların çözümü, tekfir ve “küfürden daha eşed” olarak nitelenen nifakla itham sistemi böyle mi işliyor, insanlar birbirini İslam’ın içine böyle mi sokuyor, dışına böyle mi atıyor, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan iki grup, birbirinin boynunu vururken Allah’tan ve Rasulünden mi izin alıyor?

Çağımızda Müslümanlar olarak verdiğimiz sınav, “Gerçekten Muhammed ümmeti olabilme” sınavıdır. Bu da birbirimizin boynunu vurarak verilecek bir sınav değildir. 21’inci asırda, üzerimizde hala“cahiliye tortuları” taşıyarak insanlara İslam’ın baharını taşımak mümkün değildir. (Altınoluk dergisinin, eylül 2014 tarihli sayısındaki yazımdan kısaltarak alınmıştır.)

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum