1. HABERLER

  2. HABER

  3. YARSAV'dan Başörtüsü Tahammülsüzlüğü
YARSAV'dan Başörtüsü Tahammülsüzlüğü

YARSAV'dan Başörtüsü Tahammülsüzlüğü

Yargıtay'da bir hakimin başörtülü olarak görev yapmasından rahatsız olan YARSAV, uzun bir açıklama yaptı. Başörtüye karşı 'ortak direniş gösterelim' çağrısı yapıldı.

12 Kasım 2015 Perşembe 15:24A+A-

YARSAV ve Yargıçlar Sendikası, kadın hakimlerin başörtülü olarak görevlerini yapmasından rahatsız oldu. Başörtüsüne karşı 'ortak direniş' çağrısı yapılan açıklamada, "Başörtüsü kullanmanın evrensel hukukça olanağı yok" denildi. Başörtüsünün laikliğe aykırı olduğunu vurgulayan YARSAV, başörtüsü hazımsızlığını "Kadın yargıçların başları kapalı görev yapabileceklerini kabule imkan yoktur" ifadelerini kullanacak kadar ileriye götürdü.

YARSAV'ın açıklaması şöyle:

"Yargıtay'da görev yapan bir kadın yargıcın başörtülü olarak çalıştığı, bu konuda kendi çalışma kuralları olan Yargıtay'ın HSYK'dan görüş sorduğu ve Kurul kararı olmaksızın HSYK Genel Sekreter Yardımcısının imzalı yazısına istinaden kadın yargıcın başörtülü olarak görev yapmasına izin verildiği ve bu yazının verdiği cesaret ile Türkiye'nin değişik yerlerinde bazı kadın yargıç ve savcıların görevlerini başörtüsü ile yerine getirdikleri öğrenilmiştir.

"Kabule imkan yoktur"

Şimdiye dek yargıçlar ve savcılarla ilgili bir düzenleme yapılmadığından bahisle kadın yargıçların başları kapalı görev yapabileceklerini kabule imkan yoktur.

Zira evrensel hukuk ve etik kurallar da bağlayıcılığı olan kurallardır ve bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Birleşmiş Milletler 2003/43 sayılı Bangalore Yargı Etiği İlkeleri kabul edilmiştir. Üstelik bu ilkeler HSYK'nın kararı ile kendi mevzuatımıza da aktarılmıştır.

Bangalore Yargı Etiği İlkeleri uyarınca;

1-Yargıç, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.

2-Yargıç, meslekî davranış şekli itibariyle, makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide her hangi bir serzenişe yol açmayacak hal ve tavır içinde olmalıdır.

3-Yargıcın hal ve davranış tarzı, yargının doğruluğuna ve tutarlılığına ilişkin inancı kuvvetlendirici nitelikte olmalıdır: Adaletin gerçek anlamda sağlanması kadar gerçekleştirildiğinin görüntü olarak sağlanması da önemlidir.

4-Yargıç, yargıçtan sâdır olan tüm etkinliklerde yakışıksız ve yakışık almayan görüntüler içerisinde olmaktan kaçınmalıdır.

5-Kamunun sürekli denetim sujesi olarak yargıç, normal bir vatandaş tarafından sıkıntı verici olarak görülebilecek kişisel sınırlamaları kabullenmeli ve bunlara isteyerek ve özgürce uymalıdır. Yargıç, özellikle yargı mesleğinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranmalıdır.

6-Yargıç, kendi mahkemesinde hukuk mesleğini icra eden kimselerle olan bireysel ilişkilerinde, objektif olarak bakıldığında tarafgirlik veya bir tarafa meyletme görüntüsü ya da şüphe doğuracak durumlardan kaçınmalıdır.

7-Yargıç, toplumdaki çeşitliliğin ve sınırlı sayıda olamamakla birlikte ırk, renk, cinsiyet, din, tabiiyet, sosyal sınıf, sakatlık, yaş, evlilik durumu, cinsel yönelim, sosyal ve ekonomik durum ve benzeri diğer sebeplerden neşet eden farklılıkların (davaya mesnet olmayan sebepler) şuurunda olmak ve bunları anlamak zorundadır.

8-Yargıç, yargıçlık görevini yerine getirirken , davaya mesnet olmayan sebeplere dayanarak herhangi bir kişi ya da gruba karşı sözle veya davranışlarıyla meyilli ya da önyargılı olarak hareket edemez.

"Yargıç dini simgelerden uzak durmalıdır"

AİHM ve Anayasa Mahkemesi başörtüsünü dini bir simge olarak kabul etmiş, başörtüsüne din ve inanç özgürlüğü bağlamında yaklaşmıştır. Toplum nezdinde de başörtüsünün dinsel simge olarak inanç gereği kullanıldığı kabul edilmektedir. Bu ilkeler çerçevesinde duruşma salonlarının yargıcın tarafsız olduğu inancına gölge düşürecek her türlü dini ve siyasi simgeden arındırılması, yargıcın da dini ve siyasi simgelerden uzak durması, kullanmaması gerekmektedir. Diğer yandan yargılama sırasında yargıcın ve yargılamanın yapıldığı salonun dini ve siyasi simgeden arınmışlığı adalete ulaşmada tarafsızlık ve saflığın sağlanması bakımından oldukça önemlidir. Aksi yorum, ileriki günlerde başka simgelerin de duruşma salonlarına girmesinin önünü açacaktır.

"Başörtüsü kullanmanın evrensel hukukça olanağı yok"

Kamu çalışanlarının kılık kıyafetinin düzenlendiği Yönetmelik hükümlerine evrensel hukuk ve etik ilkelerden uzak olarak normatif bir değer vermek bizleri sonuçsuz ve olumsuz bir mecraya sürükleyecektir. Örneğin, önceki düzenlemede yer alan "Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur" ifadeleri şimdiki düzenlemede olmadığı için kadın yargıçlar ya da diğer kadın kamu çalışanları elbiseleri ütüsüz, ayakkabıları boyasız, saçı başı dağınık, kirli tırnaklı olarak görev yapamayacakları açıktır. O zaman salt Yönetmelikte bir hüküm olmadığı ve yargıç ve savcılarla ilgili kıyafet yönetmeliğinde düzenleme yapılmadığı için kadın yargıç ve savcıların dini bir simge olan başörtüsü kullanmalarının evrensel hukuk ve etik ilkeler uyarınca olanağı bulunmamaktadır.

"Başörtüsü Türkiye'de din ve inanç özgürlüğünün simgesi"

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında laiklik ilkesi halen yerini korumaktadır ve yargıçların dinsel simge kullanmayarak bütün din ve inançlara eşit mesafede olduğunun "görünmesi" laiklik ilkesinin getirdiği bir zorunluluktur. Bilinmelidir ki insanların istedikleri dine ve inanca sahip olmaları, inançlarına göre yaşamaları Anayasa ve Uluslararası sözleşmeler ile korunan bir hak ve aynı zamanda özgürlüktür. Ne var ki AİHM kararlarında ısrarla ve isabetle belirtildiği üzere adil yargılanma (tarafsız olduğundan kuşku duyulmayan bir yargıç tarafından yargılanma) hakkı da Anayasa ve AİHM karararları, Uluslararası Sözleşmeler ile korunan bir haktır. İki hak ve özgürlüğün çatışması halinde bireysel olan hakka, toplumsal barışa hizmet eden hakka karşı sınırlamalar getirilebileceği AİHM kararlarıyla ölçülülük ilkesi gereği içtihat haline getirilmiştir. Bütün ülke ve uluslarası kamuoyu bilmektedir ki başörtüsü yıllardır Türkiye gündeminde din ve inanç özgürlüğünün bir simgesi olarak kullanılmış ve fazlasıyla istismar edilmiştir.

En az üç çocuk doğurması ve çocuk doğuran kadın çalışana izin veya ücret gibi kimi teşviklerin verilmesi bir sosyal hakkın teslimi değil, kadınların çalışma hayatından çekilmesi önermesidir. 12 Eylül 1980 darbesiyle açılan ve siyasal İslam'a giden yol yıllarca din ve inanç özgürlüğünün güçlendirilmesi görüntüsüyle istismar edilerek, din karşısındaki ahlaki ve bilimsel değerler yok edilerek bu günlere gelinmiş, önce “üniversitelerde serbest olsun, kamu çalışanları ile ilk ve orta öğretimde olmayacak", arkasından “asker, polis ile yargıç ve savcılarda olmayacak, ilk ve orta öğretimde zaten olmaz" denilerek süreç aşılmış ve en son ilk öğretim çağındaki çocuklardan yargıç ve savcılara kadar tüm kadınların, hatta çocukların başörtüsüyle kapanmalarına kadar gelinmiştir.

"Siyasal İslam çizgisine kayışın birçok işareti var"

Yargı alanında özellikle 2010 HSYK'sından sonra hükümet cemaat ortaklığında yargı bir kamplaşmaya götürülmüş, bu ortaklığın siyasi ve ekonomik menfaat savaşına girmesi ertesinde ise başka kullanışlı taşeronlar bulunarak yargı mesupları araşındaki ayrışma ve düşmanlaştırma had safhaya ulaşmış, yargıdan cemaat tasfiyesi adı altında HSYK'da başka cemaat ve güçlerin ve özellikle siyasi iktidarın egemenliği güçlendirilmiş özellikle son beş yılda yargıç ve savcıların özlük hakları, terfileri, yetkilendirilmeleri ve görev yerlerinin belirlenmesi anlamında kıdem, liyakat, uzmanlaşma, deneyim gibi tüm kriterler yok edilmiştir. Artık yargıç ve savcıların yüreğinde kendilerine yönelik bir adalet duygusu kalmamıştır. Ülke rejiminin demokratik, sosyal hukuk devleti çizgisinden siyasal İslam çizgisine kayışın elbette bir çok işareti vardır fakat, en kuvvetli ve tehlikeli işaret yargı üzerinden verilendir.

"Laikliğe açıkça saldırı teşkil eden iktidar hamlesi..."

Adalet; inanç ve siyasi görüşlerden feyzaldığında, hukuk bu referanslardan hareket etmeye başladığında demokratik, hukun üstünlüğüne dayalı laik ve sosyal devletin varlığından söz edilemeyeceğinden hiç kimsenin kuşkusu bulunmamalıdır. Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık bir siyasal İslam devletine doğru ciddi şekilde evrilmiştir. Bu durum demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ilkesi ile demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu olan laikliğe açıkça saldırı teşkil eden bir siyasi iktidar hamlesidir. Otoriter siyasal İslam yönetimine doğru gidişe dur demenin son aşamasına gelinmiştir.

"Köprüden önce son çıkış"

Yaşadığımız zaman köprüden önceki son çıkıştır. Bu gidişe dur demek bir yurttaşlık görevidir. Bizler, Yargıçlar Sendikası ve YARSAV olarak yurttaşlarımızı haysiyetlerine sahip çıkmaya, demokrasi ve özgürlüklerden yana tavır almaya çağırıyoruz. Öncelikle; tüm otoriterleşme faaliyetlerinin yargının sopa olarak kullanılması suretiyle yapılması nedeniyle yargının diğer sivil unsurları olan Yargıda Birlik Derneği ve Demokrat Yargı Derneğini bu gidişe dur demeye davet ediyoruz.

"Siyasal İslama karşı ayağa kalkmaya davet ediyoruz"

Yargının aktif gücü ve asli unsuru olan bağımsız savunmanın şerefli üyeleri avukat örgütlerini, başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere tüm baroları siyasal İslama gidişe karşı ayağa kalkmaya çağırıyoruz. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay'ı yargının bağımsızlığı ve yargıçların tarafsızlığının ancak yargılama alanlarının ve yargıçların dini simgelerden arınması ile mümkün olacağını, hukukun üstünlüğü ilkesinin egemen olduğu laik, demokratik Cumhuriyetin bir gereği olduğunu açıklamaya, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Türkiyenin tüm siyasi partilerini, sivil, demokratik kitle örgütlerini, üniversiteleri, sendikaları, odaları, dernekleri, özgürlük ve demokrasi platformlarını bu siyasal islama dayalı otoriterleşme isteğine karşı durmaya, hayır demeye davet ediyoruz. Bilinmelidir ki, bu kötü gidişe dur demek bir sorumluluk, bir görevdir.

"Kötü gidişe dur demek ortaklık anlamına gelir"

Bugün bu kötü gidişe dur dememek, bu sorumluluktan kaçınmak Türkiye'nin otoriterleşme ve siyasal İslama teslim edilmesinin ortaklığı anlamındadır. Tarih, bu Ülkenin en başta siyasi partiler olmak üzere aydınlarını, avukatlarını, yargıçlarını, savcılarını, üniversitelerini, odalarını, derneklerini, sendikalarını ve bu günün bütün demokratik, sivil kitle örgütlerini sorgulayacak ve tavırlarına göre kendilerini layık oldukları yerde anacaktır. Kamuoyunun bilgi ve takdirlerine saygı ile sunarız."

HABERE YORUM KAT

1 Yorum