1. YAZARLAR

  2. Mehmet Atak

  3. Ya çocuklarının ‘şehit’ olmadığını fark ederlerse
Mehmet Atak

Mehmet Atak

Yazarın Tüm Yazıları >

Ya çocuklarının ‘şehit’ olmadığını fark ederlerse

15 Şubat 2010 Pazartesi 16:31A+A-

Dini inançları sebebiyle vicdani reddini yazılı ve sözlü olarak 24 Temmuz 2007’de İzmit’te açıklayan Enver Aydemir 24 Aralık 2009’da Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan ‘Barış İçin Vicdani Retçiler Kurultayı’na davetli panelist olarak giderken, saat 11.00 sıralarında -medyanın sadece “şehit askerin kardeşi askerlikten muaf” diye bir muştu olarak duyurduğu kanun değişikliğinin topyekun göz ardı edilen polise yetki artırımı bölümü sayesinde- GBT kontrolünde gözaltına alınarak, Doğancılar Karakolu’na, sonra da Askeri İnzibat karakoluna götürülmüş, akşam vakti çıkarıldığı askeri mahkeme tarafından da tutuklanarak 2. Zırhlı Tugay içindeki Maltepe Askeri Cezaevi’ne sevk edilmişti.

Aydemir, avukat Davud Erkan’la görüşmesinde hapsedildiği günden itibaren işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, tek tip giysi giymeyi reddettiği için soğuk bir hücrede don-gömlek tutulduğunu ve açlık grevine başladığını söylemişti. Avukatı da, Aydemir’in yüz ve vücudunda bariz darp izleri tespit ve bunları rapor ettiklerini belirtti.

Enver daha sonra Eskişehir 1. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı içindeki cezaevine sevk edildi. Sevk sırasında ayaküstü gördüğü babasına falakaya yatırıldığını, albay xx’in kaba dayağına maruz kaldığını söyledi.

Diğer vicdani retçiler

Eğer hukukçular, medya ve kamuoyu ciddi bir takip ve baskıda bulunmazsa Enver’in maruz kaldığı işkence ve kötü muamelenin devam etmesi, linçe kadar varması işten bile değil.

Yakın geçmişte vicdani retçiler Mehmet Bal’ın Hasdal, Halil Savda’nın Tekirdağ, İsmail Saygı’nın Maltepe, Mehmet Tarhan’ın Sivas askeri cezaevlerinde uğradığı işkenceleri hatırlamak yeterli. Hatta Tarhan’ınki linçe kadar gitmişti.

İlk duruşma için Eskişehir’e gittiğimizde, alayın kapsında bizi, ziyaretçilerin üç katı polis ve bir düzine eğitimli polis köpeği karşıladı. Gerek askerin, gerek polisin epey müşkülat çıkarmasına rağmen, bir arbede yaşanmadan, müsaade alabilen dokuz kişi duruşma salonuna gidebildik.

Enver militer üniforma giymeyi reddettiği için duruşmaya getirilmedi. Oysa hukuken tutanak tutulup getirilmesi gerekiyordu. Avukatı Enver’in askerliği reddeden bir şahıs olduğu için, yani asker olmadığı için, emre itaatsizlik edemeyeceğini, sivil mahkemede yargılanması gerektiği itirazını yaptı. Ama kale alınmadı, çünkü askeri hâkim kararını çok önceden vermişti: Talep ettiği ceza kendi yetkisini aştığı için, kendisinin feshini ve Enver’in bu cezayı verebilecek kıdemli askeri hâkimler heyeti tarafından yargılanması talep kararıyla duruşmayı kapattı.

Enver askeri cezaevinde hapis. Kırtasiye hallolup yeni mahkeme kurulup, duruşma günü belirleninceye kadar da daha uzun süre hapis kalacak. Ne de olsa koskoca TSK’nın bürokrasinin karşısında bir insanın hürriyetinin inisiyatifi gaspı, çektiği eziyetin kıymeti mi olur.

Daha önce de Adana ve Ankara askeri cezaevlerinde işkence gören Mehmet Bal’ın ağır hasar gördüğü son Hasdal’daki işkenceye karşı açtığı dava da, işin içindeki emir komuta zinciri ve sistem Hasdal Askeri Mahkeme’ce göz ardı edilerek, ihale birkaç askeri mahkûma bırakılarak kapatıldı. Bal, zannederim temyize gitti.

Devletin ideolojik aygıtları

Devlet ve güç vesayeti olan kurumlar, Althuser’in “devletin ideolojik aygıtları” dediği sistemlerle topluma pek çok yanlış ezberi empoze eder. Bu sayede de kendi statülerinin meşruiyetlerini daim kılar.

Kendi güç vesayetlerinin sorgulanmaması için topluma “tehlike”ler (!?) ezberletilir. TC de pek çok ulus devlet gibi kolluğunun güç vesayetini daim ettirmek için senelerce ana tehlike olarak “komünizm”i kullanmıştır. Bunun haricinde konjonktüre göre değiştirerek komşu ulus devletleri (kah Yunanistan, kah İran, kah Suriye...) ve de içte yarattığı “tehlikeler”i, TC’nin ilk dönemi dindar Suni Müslüman aydınları (bk: İstiklal Mahkemeleri), gayr-i müslüm azınlıkları, Alevileri... Doğu bloğunun yıkılması, büyük tehlike “komünizm”in inandırıcılığını kaybettirince de, 12 Eylül Askeri Darbesi ardılı iki ana tehlike yaratılarak (Dindarlar=İrtica ve Kürtler=Terör) olarak kendi bütçesini legalize edilmeye çalışılmış ve bu ezber toplumun büyük kesimine empoze edilmiştir.

Enver Aydemir’in tutuklandığı gün, AK Parti Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek ilk kez TBMM’de TSK’nin bütçesini ve çözümsüzlükte TSK’nin rolünü alenen dile getirdi. TSK’nin savunma bütçesinin genel bütçedeki payı yüzde 7 (TSK’nin genel bütçesinden bahsetmiyorum, sadece savunma bütçesi. Orduların dünya genelinde savunma bütçelerinin genel bütçedeki oranı yüzde 2’yi aşmıyor. Başka bir kıyaslama örneği olarak da, TC’de Kültür Bakanlığı bütçesinin genel bütçeye oranını verelim: yüzde 0.38)

Amerikan ordusunun bütçesinin en yoğun tartışılmaya başladığı dönemler Afganistan ve Irak Savaşları’nın başlaması tesadüf müdür? Ya da “açılım”dan bahsedildiği gün, TSK’nın Güneydoğu’da operasyonları yeniden başlatması ya da DTP’nin BTP olarak parlamento içinde mücadele kararı aldığı gün,

Yargının Kürt Belediye Başkanları ve STK yöneticilerini tutuklaması?

Vicdani ve total red kavramlarının toplum içinde bilinmesi, tartışılmaya başlanması TSK’nin en büyük korkularından biridir. Mesela Mehmet Bal ve Halil Sevda’nın medyada bir miktar meta değeri kazanmaları üzerine, her ikisine de, seneler sonra apar topar sahte çürük raporları verilerek, TCK 318 davaları düşürülmüştür.

Ya anneler bir gün idrak edip de “Güç vasileri kendi sermaye ve servetlerini kendi oğullarına korutsun. Ben oğlumu askere göndermiyorum” derse?

O zaman TSK bütçesini hangi yöntemle legalize edecek?

İsmail Hacıoğlu “Teorik olarak düşünüldüğünde, çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ‘vicdani red hakkı’nı en çok İslam dinine mensup olanların savunması gerekir. Müslümanlar için bu hakkı elde etmek sadece ‘hak ve özgürlük’ adına değil, dini mükellefiyet adına da bir vecibedir. Evet, dini bir vecibedir” diye yazmıştı.

Enver Aydemir ve vicdani reddinin bilinirliği ve tartışılması ise, TSK için katmerli tehlike yani...

Kime ‘şehit’ denir?

Çoğunluk olan Müslüman nüfus ya Aydemir’in vicdani reddiyle beraber, Maide Suresi 32’de “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” yazdığını;  En’am Suresi 151, İsra Suresi 33, Furkan Suresi 68’de de Allah’ın bir insanın bir insanın canına kıymasını “haram”  kıldığını yazdığını fark edip, üzerine düşünmeye başlar da, Devlet ve Toplum’un ortak ve yanlış ezberi çatırdamaya başlarsa ne olur TSK’nin hali?

TC ve TSK’nin en liberalinden, en solcusuna necip TC medyasına topyekûn bellettiği bir yanlış ezber var: “şehit” kelimesi. O kadar cılkı çıkarılmış bir yanlış ki, artık kalp krizinden ölen gazeteci de, trafik kazasında ölen öğretmen de “şehit”. Oysa “şehit” kelimesi Aramice kökenli, Türkçeye Arapça’dan geçmiş. “Şahit” manasında. Diğer anlamı da “din uğruna ölen”.

Yirmi kusur senedir süren savaşta, TSK Kürt’lerle din savaşı mı yapıyor? Kürtler genelinde hangi dinden?

Coğrafyadan İslam’ı silme mücadelesi mi veriyorlar?

Öldürülen askerlerin aileleri idrak ediverir ve oğullarının TSK’nın ellerine tutuşturduğu “şehit” lolipopuyla alakası olmadığını anlayıverirlerse!

Üstüne üstlük bir de Nisa Suresi 92’yi okurlarsa: “... Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin bir köle azad etmesi gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köle azad etmesi gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Âlimdir, Hâkimdir”.  TSK hiç biri siyasetçi, büyük bürokrat, rütbeli asker, burjuva olmayan aileleri nasıl “şehit” masalıyla uyutacak?

Annesi ve eşiyle görüşemedi

1978 Ağrı doğumlu, Kocaeli Körfez ilçesinde ikamet eden Enver Aydemir, askerlik yapmayı dini inançları dolayısıyla reddettiği için, vicdani redci olduğunu 24 Temmuz 2007 tarihinde yazılı ve sözlü olarak beyan etmesine rağmen zorla Bilecik 2. Er Eğitim Jandarma Komutanlığına götürülmüştü. Burada askeri üniforma giymeyi reddetmesine rağmen 10 asker tarafından cebir kullanılarak tek tip giyindirilmişti.

Babası, annesi, karısı ve iki kız kardeşi Bilecik’e giderek Aydemir’i ziyaret etmek istediklerinde de, kadınların başörtülerini çıkarmaları ya da kelebek şeklinde bağlamaları ancak ondan sonra görüşebilecekleri söylenmişti. Başörtüleri kelebeğe çevrilince, bu kez de pardösülerinin çıkarılması gerektiği emri ile karşılaşmışlardı. Kadınlar, pardösülerini çıkarmayı reddedince de birliğe girişlerine izin verilmemişti.

Bilecik’te babası ile görüşen Enver Aydemir ağır psikolojik baskı altında olduğunu ve linç edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu beyan etmiş, bunun üzerine MAZLUMDER, bir basın açıklaması ile vakayı kınamış ve ardından Amnesty International’a (Uluslar arası Af Örgüyü) acil eylem çağrısı yapmıştı.

Uluslararası Af Örgütü, Enver Aydemir’in bir düşünce mahkûmu olduğunu açıklamış, Londra’daki sorumlu Andrew Gardner, “Türkiyeli yetkililer bir an evvel tarafsız ve detaylı olarak Enver Aydemir’in askerler tarafından kötü muamele gördüğüne dair iddialarını incelemeli ve sorumluları kanun önüne çıkarmalıdır.” demişti. Amnesty International geçtiğimiz günlerde bu çağırısını tekrarladı ve bir acil eylem başlattı.

Aydemir, 31 Temmuz 2007 tarihinde Eskişehir 1. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Cezaevine konmuş. Aydemir nizamiyede aşağılayıcı muameleye tabi tutulmuş, yine işkence ve kötü muameleye maruz kalmış, yoğun psikolojik baskı altında tutulmuş, linç teşebbüsünde bulunulmuş, ölümle yüz yüze kalmıştı. Keza burada da karısı ve annesi inançlarına göre giyindikleri için keyfi inisiyatifle Aydemir’i görememişti.

İkamesi olan bir ‘görev’ mi?

Enver Aydemir, 4 Ekim 2007 günü Eskişehir Askeri Mahkemesi’nde yapılan 2. duruşmada, 2 gün içinde mevcutsuz olarak birliğine teslim olması istenerek tahliye edilmişti. Aydemir ise vicdani reddini sürdüreceğini açıklamıştı.

Üzerindeki bu baskılara karşın silahlı kuvvetlere hizmet etmemek konusunda kararlı olan Aydemir ancak askerliğe sivil bir alternatife de ‘hayır ‘ demiyor.

İşte benim vicdani redde kibarca “eksik” diyeceğim taraf bu. Bu sebeple total reddi yeğ tutuyorum. Çünkü total red askerliği, bunu dayatan sistemi tümden reddederken, vicdani red sistem içinde askerlik yapmayı reddeder ama sistem içinde buna mukabil bulunacak başka bir “hizmet”i kabul eder. Yani bu noktada askerliğin başka bir şeyle ikame edilecek bir “görev” olduğunu kabul eder.

Enver, bir konuşmamızda vicdanı red hususunda kendisini taklit etmek isteyen dindar gençlere karşı çıktığını, çünkü bunun bir şekil değil, inançtan kaynaklanan sahici bir ihtiyaç olması gerektiğinden bahsetmişti.

Enver ısrarla “Asker olmayı kabul etmediği için sivil mahkemede yargılanmak istediğini” söylüyor.

TC, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığı ve “vicdani red” de bu sözleşmede bir hak olduğuna göre hukukçulara çok iş düşüyor... Ki Osman Murat Ülke, Halil Savda gibi vicdani redcilerin müracaatlarında, AIHM

(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), vukuattın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesinin (insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı) ihlali olduğuna oybirliğiyle karar vermiş ve TC’yi mahkum etmişti.

Haydi, Enver’in durumu karşısında vicdanlarınızın sürüklediği yere gitmeye mukavemet etmeyin!

Sizin de Enver’in maruz kaldığı zulüm karşısında yapabileceği bir şeyler vardır, lütfen bundan imtina etmeyin.

[email protected]

STAR

YAZIYA YORUM KAT