1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Türkiye'de yerel seçimlerin kısa tarihi: 1963'ten günümüze
Türkiye'de yerel seçimlerin kısa tarihi: 1963'ten günümüze

Türkiye'de yerel seçimlerin kısa tarihi: 1963'ten günümüze

1963’ten bu yana yapılan yerel seçimlerin tarihini inceleyen Tanju Tosun, Türkiye toplumunun seçim farkındalığı ve yerel seçimlerin belirleyiciliğine dikkat çekiyor.

27 Mart 2024 Çarşamba 16:00A+A-

Prof. Dr. Tanju Tosun / Fikir Turu

Türkiye siyasetinin yerel seçim hafızası – 1

Türkiye siyaseti özellikle seçim dönemlerinde partileri, adayları ve seçmenleriyle bir hayli hareketlenir. Demokrasi açıklarımıza rağmen seçimler genel olarak demokrasi şöleni havasında geçer. Yerel seçimlerde bu hava daha belirgindir. Çünkü, genel seçimlerden farklı olarak yerel seçimler halkın yaşadıkları idari, coğrafi birimlerde sadece yerel yöneticilerini seçme fırsatı vermez, yerel yönetimlerin doğası gereği, yaşadıkları mekanlarda hizmetlerden memnun olmadıkları takdirde, belediye başkanının, meclis üyelerinin karşısına çıkıp, hesap sorma, masaya yumruğunu vurma imkânı da verir.

Bu özelliği nedeniyledir ki yerel seçimlerdeki tercihler salt vekalet ilişkisine dayalı olmayan, yurttaşların seçecekleri karşısında kendilerini daha fazla özgüvende hissettikleri, oylarının değerini daha çok bildikleri, ona göre karar verdikleri siyasal karar anlarıdır.

Geçmişten günümüze yerel seçimlerde değişmeyen temalar

Seçmenler 31 Mart 2024’te, 17 Kasım 1963 seçimlerinden bugüne 13. kez sandığa gitmiş olacak. Partilerin, adayların ve seçmenlerin her seçimde sandıkta kazanmak ve kazandırmak için birbirinden farklı strateji, taktik, söylem ve vaatlerle seçim süreçlerinin özneleri oldukları malum. Bu yazıda özellikle parti ve adayların 1963’ten günümüze seçim kazanmak için ne tür refleksler geliştirdiklerine bakmak istiyoruz.

1963 seçimi: Hayat pahalılığı, gecekondu sorunu

27 Mayıs sonrası demokrasiye geçiş sürecinde ilk yerel seçim olan 17 Kasım 1963 seçimine askerî rejim sonrası gidildiği için, 1961 genel seçimlerine paralel bir rekabet ortamında yapılması beklenmekteydi. Nitekim öyle olmuştur.

Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın kampanya sürecindeki açıklamaları bu havayı resmeder. Gümüşpala bir konuşmasında “İktidar kazanan partiye verilmez ise, bu diktatörlük olur… derken, partisinin Afyon ve Akşehir mitinglerinde “Milli iradeye hürmeti öğreteceğiz” ifadesiyle, kampanyayı genel seçim ekseninde yürüttüklerini ima ediyordu.

Kampanya döneminde partilerin propagandalarında hükümet sorunu, KİT’lerin durumu, ülke ekonomisi ile seçimin taşıdığı anlam üzerinde durulurken, belediye başkan adayları seçim bölgelerinin sorunlarına vurgu yapıyorlardı. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir adayları yoğun biçimde gecekondu sorununa değinmişlerdir. Ayrıca pahalılıktan söz edip, seçildikleri takdirde halk pazarlarının kurulacağını vadediyorlardı. Adayların kampanya söylemlerinde hayat pahalılığının öne çıkarılması o günden bugüne değişen pek bir şeyin olmadığını yansıtması anlamında dikkate değerdir.

CHP seçim sürecinde geleneksel ilkelerini sahiplenip, 1950’lere göre söyleminde daha reformcu bir dili tercih ederken, AP geleneksel çizgisindeki yaklaşımları benimsiyordu. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) ise “vatanı yeni baştan kurmak” şeklinde iddialı, radikal söylemi dikkat çekerken, Türkiye İşçi Partisi (TİP) diğer partilerle karşılaştırıldığında devrimci ve yenilikçi kimlikle seçmenin karşısındaydı.

Adayların propagandalarında öne çıkan tartışma konuları dikkate alındığında, aslında bugün rakipler arasındaki tartışma konularının benzerliği söz konusudur. Örneğin; AP Ankara belediye başkan adayı Cevat Önder gecekondu sorununa şu şekilde vurgu yapıyordu:

“…Gecekondu denilen meskenler bir ihtiyaçtan ve zaruretten doğmuştur. Bu ihtiyaç, normal bir şekilde karşılanmadıktan sonra, bu mevzu halledilemez… Evveliemirde mevcut gecekonduları hukukileştirmek, belediye hizmetlerinden istifade ettirmek ve iyi bir şekle sokmak icabeder”.

Partinin İzmir adayı Osman Kibar ise konuşmalarında yerel yönetimlerinin özerk olması gerektiğine vurgu yapıyordu. Kentte Adalet Partililer CHP’yi partizanlık yapmakla suçluyor, CHP adayının seçim beyannamesi ile oy pusulalarını belediye personeli ile evlere dağıttırdığı ileri sürülüyor, özellikle buna partizan bazı daire müdürlerinin önayak oldukları iddia ediliyordu.

Bugünün tartışmalarının benzerlerinin yarım asır önce yaşanması tarihin tekerrürüne dair açıklayıcı bir gösterge olarak kabul edilebilir.

1968 seçimi: bugün de geçerli propaganda malzemesi “İzmir Körfezi kurtarılacak”

Benzer şekilde 1968 seçiminde AP İzmir belediye başkanı adayı Osman Kibar İzmir’e ilişkin projelerini anlatırken, İzmir’de bugün de adaylar arasında propaganda malzemesi olan bir konuya dikkat çekmekteydi: “Foseptik haline gelen İzmir körfezi kurtarılacak. Kanalizasyon sistemi yeniden tanzim edilerek, körfeze aktarılması kurtarılacak.

Hatırlatalım; Ak Parti sene 2023’te İzmir’de CHP’li büyükşehir belediyesini eleştirirken, körfez kirliliğini sıklıkla dillendiriyor. Seçim sonuçlarına göre, CHP belediye meclis üyeliğinde oyların % 38’ini, AP % 49,6’sını, CKMP %2,4’ünü, Millet Partisi % 3,1’ini, TİP % 0,9’unu, YTP % 4,4’ünü almıştır.

Genel seçim havasında geçen yerel seçimler

1963 sonrası yapılan 1968, 1973 ve 1977 yerel seçimleri de genel seçim havasında geçmiştir.

2 Haziran 1968 seçiminin en önemli özelliği yerel ve senato seçiminin birlikte yapılması nedeniyle, genel siyaset ve aktörlerinin daha fazla ön plana çıkmasıydı. Siyasi liderler bu hava nedeniyle, konuşmalarında ulusal konulara ağırlık verirken, İnönü ve CHP’nin öne çıkardığı konular Anayasanın tehlike altında olduğu, AP’nin düzeni tehdit eden bir parti olduğu yönünde iken, şu ifadeleri de bugünün tartışmalarına benzemesi açısından dikkate değerdir:

AP Anayasayı değiştirmek için seçimleri bir hedef olarak tutmuştur… anayasayı değiştirince ne yapacaktır, kendi anladığı demokrasiyi kuracaktır.”

AP’nin kampanyalarında ise şu slogan dikkat çekiyordu: “Atatürk Türkiyesi Sosyalist Türkiye değildir, Bedavacı Cenneti Ham Hayaldir, Türkiye Artık Fukara Bir Devlet Değildir, Türkiye Aydınlık Bir Yolun Yolcusudur”.

AP 1968’te oyların % 49’unu, 1973’te % 34,1’ini alırken, CHP 1968’te % 35,1, 1973’te % 44,2 oy elde etmiştir. AP’den ayrılanların kurduğu Demokratik Parti f973’te % 8’e ulaştı. TİP’in oy oranı 1963’ten 1968’e 1,4 puan artarak % 2,3’e çıkarken, Millet Partisi’nin 1968’te % 3,4 olan oyları 1973’te % 0,2’ye geriledi. MSP ilk kez katıldığı bu yerel seçimde % 5,2, MHP de % 1,5’lik bir oy gücüne sahip oldu. 1973 seçiminde bağımsızların % 3,5 gibi düşük sayılmayacak bir oya ulaşması da dikkate değerdir.

1973 seçimlerinde zaman zaman rekabet ulusal politik, ekonomik sorunlar üzerinden şekillense de, özellikle yerelde adaylar yerel nitelikli sorunlara çözüm vaatleriyle dikkat çekiyordu. Örneğin CHP İzmir adayı İhsan Alyanak yerel gazetelere verdiği demeçlerde “Esnafı büyük sermayeye ezdirmeyeceğiz, el ele vererek halın belediyesini kuracağız… Gecekonduların alt yapı tesisleri en kısa zamanda bitirilecek, bu arada 1966’dan sonra yapılmış gecekondular yıkılmayacak ve meşrulaştırılacaktır” derken, AP adayı Osman Kibar “Yaptıklarım, Yapacaklarımın Teminatıdır” sloganıyla yarışın içindeydi. O da rakibi Alyanak’a benzer biçimde gecekonduları ıslah edip tapu sorunlarını çözerek imara açma, ev sahibi olmayan İzmirlilere arsa verme vaadinde bulunuyordu[1].

1977 seçimleri: Terör, hayat pahalılığı, şiddet, dış politika, komünizm tehlikesi

14 Ekim 1973 genel seçimlerinin ardından yaşanan hükümet krizleri, siyasi istikrarsızlık ve kaos nedeniyle, 11 Aralık 1977 yerel seçimleri 1973 seçimine benzer biçimde ülkedeki iktidar krizini çözmek için adeta bir genel seçim havasında yapıldı.

AP yerel seçimlerin genel seçime benzemesine karşı çıkarken, CHP bu seçimde sadece yerel yönetimlerin değil, iktidarın da değişeceği düşüncesiyle kampanyasını yürüttü. Bu bağlamda özellikle CHP ve AP ekseninde kampanyalar daha çok terör, hayat pahalılığı, şiddet, dış politika, komünizm tehlikesi gibi tartışmalı konular üzerinden sürdü.

Bu dönemde seçim sonuçları il genel meclisi üyeliği sonuçları çerçevesinde değerlendirildiğinde, partilerin oy oranlarında CHP ve AP bakımından tersine bir eğilim dikkat çeker. AP oyları 1963’ten 1968’e önce % 45’ten % 49’a yükselmiş, ardından % 30’lara gerilemiştir. CHP oyları ise 1963’te % 36 iken 1968’de % 27,9’a gerilemiş, daha sonra 1973’te önce % 37’ye, 1977’de ise % 41,7’ye yükselmiştir. MHP oyları 1973’te % 1,3 iken, 1977’de % 6,6’ya çıkmış, Demokratik Parti’nin 1973’te yüzde 10,7 olan oyları bir sonraki seçimde % 1’e gerilemiştir. MSP oyları 1973 ve 1977’de yüzde 6’larda seyrediyordu 1973 seçimlerinde bağımsızların oy oranının yüzde 8,9’a yükselmesi dikkati çeken bir sonuçtu.

CHP oylarının 1970’lerde genel seçimlere paralel biçimde yükselmesinin nedeni, genel siyasetin yerel siyasette etkisini hissettirmesiyle ilgilidir. CHP elitlerinin bu dönemde partiyi ideolojik anlamda dönüştürmek için başlattığı yeniden yapılandırma girişimi yerel seçim sonuçlarına yansımıştır. Genel seçimlerdeki AP ve CHP oylarındaki farklılık bu durumun en tipik göstergesiydi. Aynı dönemde AP içindeki bölünme sonucunda kurulan Demokratik Parti’nin oylarındaki keskin düşüş bu partinin kimliği dikkate alındığında tarım burjuvazinin sınırlılığıyla ilgiliydi denilebilir. MHP’nin oylarında 1973’ten 1977’ye yerel seçimde de yaşanan 5 puanlık artış partinin ülke genelindeki oy artışına paralel bir seyir izlerken, MSP’nin son 2 seçimde yüzde 6-7 arasındaki oy gücü genel seçimlerle karşılaştırıldığında (1973 % 11,8, 1977 % 8,6) yerelde daha zayıf kaldığının işaretidir.

1989’lerden günümüze yerel rekabette değişen dinamikler ve yansımaları

12 Eylül askerî rejiminin ardından demokrasiye geçiş süreci ağır aksak da olsa 6 Kasım 1983 seçimleriyle başlarken, seçmenlerin yerelde iradelerini sandığa yansıtarak belediye başkanları, belediye ve il genel meclisi üyeleriyle muhtarları seçtiği ilk seçim 25 Mart 1984 yerel seçimleridir.

1984 seçimleri: Askerî rejiminin ardından ilk irade beyanı

O tarihten bugüne 8 yerel seçim yapıldı. 6 Kasım genel seçimlerine Milli Güvenlik Konseyi vetoları nedeniyle sadece ANAP, Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Halkçı Parti katılırken, 25 Mart’ta seçmenin önünde tercih etmeleri için 6 parti ve yerel yönetimin organlarında görev almak için adaylar vardı.

Bu partiler; Anavatan Partisi (ANAP), Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), Doğru Yol Partisi (DYP) ve Refah Partisi’ydi. 3 Kasım’da seçime katılmadıkları için parlamento dışı kalan partilerin temel stratejisi seçimde “icazetli 12 Eylül Partileri” olarak tanımladıkları partilerle, özellikle de ANAP’la hesaplaşmaktı. Yerel seçimlerde ülke genelindeki oy üstünlüğü parlamento dışı partilere geçerse meşruiyet tartışmalarıyla genel seçimlerin öne alınması hedeflenmiştir.

ANAP kampanyasında icraatçı yönünü öne çıkararak, siyasi kavgadan değil, barışçı ve birleştirici olmaktan bahsediyor, “6 ayrı parti, 6 ayrı zihniyet” olarak tanımladığı partiler içinde yerel sorunları ancak kendisinin çözeceğini, gecekondu sahibine gerçek tapu verileceğini, 1 milyon gecekondu affı için imar affı çıkardıklarını, particiliği bir yana bırakarak, hangi görüşten olursa olsun seçmenin ANAP’a oy vermeleri isteniyordu. Hedefini “işbitirici zihniyet”i belediyelerin başına getirme, ayırmayan, kayırmayan birleştirici anlayışı belediyelere kazandırma olarak tanımlayan parti, seçmeni gerçekçi olmaya davet ederek, partinin akılcı, işbitirici, yapıcı yönetimini şehirleriyle bütünleştirmeye davet etmiştir. Çünkü, belediye gemisi lafla yürümezdi.

DYP ve SODEP ise kampanyalarında yerel seçimden çok bir genel seçime gidildiği izlenimi yaratarak, ulusal sorunları çözmeye aday oldukları mesajını seçmene vermiştir. Afişlerinde “Büyük Türk Milleti! Doğru Yol Partisi “Büyük Türkiye” Davasının Sahibidir” şeklindeki seslenen DYP’ye karşılık SODEP ilan ve afişlerinde “Sosyal demokratlar Birleşiniz SODEP’e Evet” sloganıyla seçmeni yanına çekmeye çalışıyor, hızlı ve dengeli sanayileşme, planlı ekonomi, emeğe yüce değer tanıma için alternatifin kendileri olduğu mesajını veriyordu[2].

Seçimin galibi belediye meclis üyeliği sonuçları dikkate alındığında % 43,6’lık oy oranıyla ANAP olurken, SODEP % 25,5 ile ikinci, DYP % 12 ile üçüncü parti oldu. RP ancak % 3,9, HP % 8,1, MDP % 5,7 oy alabildi. ANAP 52 il merkezinde, SODEP 7, MDP 2, RP 2 ve Tunceli’de 1 bağımsız aday belediye başkanlığını kazanmıştır.

1989 seçimleri: Büyük kentlerde iktidara tepki oyu

ANAP’ın ulusal düzeyde uyguladığı ekonomi politikaları ile büyük kentlerde ağırlıklı olarak kendisine yakın olanlara kaynak tahsisine yönelik politikaları veri alındığında, 1989 yerel seçiminin 1984’teki sonuçlardan farklılaşacağı açıktı.

Seçim öncesinde büyük kentlerin sayısı 5’ten 8’e çıkarılırken, ANAP lideri Özal propagandasını yine merkezi yönetimle yerel yönetimlerin uyum içinde çalışması gereği üzerinde oturturken, Refah Partisi siyasi yasağı 1987 referandumuyla kalkan lideri Necmettin Erbakan’la yerel sorunlara çözüm ve alternatif proje vaatleriyle seçmen karşısına çıkıyor, DYP, lideri Demirel’le seçim stratejisini makro ekonomik sorunları çözmeye aday parti olma iddiasıyla kurgularken, halkın yoksulluktan yerel yönetimlerdeki DYP iktidarıyla kurtulabileceğini vaat ediyordu. DSP adalet, hakkaniyet vurguları ve SHP ile birleşmeme nedenlerini halka anlatmayı tercih ediyor, SHP ise çoğulcu, demokratik yerel yönetimler vaat ediyordu. Slogan olarak “İşte mühür, haydi süpür” sloganını kullanan SHP’nin temel vurgularından biri; ANAP’ın kontrol ettiği belediyelerden sandıkla uzaklaştırılmasıydı[3].

ANAP’ın seçim afişleri ve ilanlarında “Eli Kolu Bağlı Bir Belediye Başkanı” İster miydiniz?”, “Farklı Dilden Konuşan Bir Belediye Başkanı İster miydiniz?”  sloganları partinin seçim rekabetini hangi eksene oturttuğunu göstermesi anlamında çarpıcıdır. DYP ise rekabeti ulusal ve yerel politikadaki sorunları öne çıkarırken, seçmenden şu sloganlarla destek istemiştir; “Söylemedi demeyin. Pahalılık, zam, işsizlik, yolsuzluktan kurtulmak için Çareyi Demirel Bilir”, “Ülken, Belden, Ailen İçin Bize Güven”[4].

Seçimde belediye meclis üyeliği ortalamasına göre ANAP % 23,5, DSP % 6,7, DYP % 23,7, RP % 8,9, SHP % 33,1, MÇP % 3,3 oy almıştır. SHP’nin İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde belediye başkanlıklarını kazanması seçmen tercihlerinde radikal bir kırılmaya denk düşüyordu.  Seçmen özellikle büyük kentlere bu partiyi ANAP iktidarındaki yoksullaşmaya, gelir dağılımdaki adaletsizliğe karşı bir çare, umut olarak görse de, SHP seçmenin kendisine vermiş olduğu bu krediye özellikle Ankara ve İstanbul’da iyi kullanamamıştır.

1994 seçimleri: Seçime en hazırlıklı giren Refah Partisi’nin zaferi

1994 yerel seçimleri partilerarası rekabetin şiddetinin yoğun ve katılan parti sayısının fazla olduğu bir seçimdir. Nitekim 1989 seçimine 6 parti katılırken, bu sayı 13’e yükselmiştir.

Farklı söylemlerin, sloganların öne çıktığı seçim kampanyasını yürüten partilerden ANAP, ağırlıklı olarak geçmiş dönemlerde yerel yönetimlerdeki başarılarına vurgu yaparken, fırsat tanınırsa bu başarıyı yeniden yakalayacaklarının altını çizmiştir. CHP 1992’de yeniden açıldığı için, seçimden fazla beklentisi yoktu. DSP ağırlıklı olarak rakibi SHP’ye yükleniyor, DYP özellikle PKK karşıtlığına dayanan söylemlerle seçmene sesleniyordu.

Partiler arasında en planlı, hazırlıklı biçimde seçime hazırlanan RP, kampanyasını ağırlıklı olarak lideri Erbakan öncülüğünde ulusal siyasal sorunlar çerçevesinde yürütmüştür. SHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Korel Göymen vaatlerini yaşam kalitesini yükseltecek çağdaş kent üzerine oturturken, İstanbul’da Zülfü Livaneli kaçak yapılaşmayla mücadele edileceği mesajını sıkça vermiştir. İzmir adayı Yüksel Çakmur çağdaş, yenilebilir, temiz kente vurgu yapıyordu[5].

Seçimler 1989’da özellikle büyükşehirlerde ortaya çıkan tabloyu altüst edecek şekilde sonuçlanmıştır. Belediye meclis üyeliklerinde DYP % 18,9, ANAP % 22,7, RP % 19,1, CHP % 4,3, DSP % 8,4, SHP % 16,8, MHP % 7,6 oy almıştır.  Bu seçim 80’lerden itibaren uygulanan ekonomi politikalarına karşı, başta büyük kentler olmak üzere seçmen tepkilerinin açığa çıkmasıyla açıklanabilecek sonuçlarla doludur.

Özellikle RP’nin oylarındaki yükseliş bunun en açık kanıtı. Seçmen çareyi önce sosyal demokratlarda, ardından muhafazakârlarda aramıştır diyebiliriz. Merkez sağ ve solun klasik partilerinin merkezi ve yerel yönetimlerde toplum adına sorun çözme yerine, taraftarlarına destek, kaynak tahsisi bu kanatlardaki partilerin tabanlarındaki erimeyi açıklayıcıdır ki söz konusu seçmen refleksi RP lehine kendisini özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde belediye başkanlıklarını kazanmasıyla, ayrıca aday sayısının çokluğuna bağlı oy parçalanmasıyla göstermiştir.

RP’nin seçim başarısı sadece muhafazakârlığın kapsama alanının genişlemesiyle açıklanamaz. Seçmenin mevcut partilere tepkisi yanında, ANAP’ın ekonomi politikalarıyla yeni bir sınıf olarak yükselen Anadolu merkezli muhafazakar burjuvazinin RP ile kurduğu ittifakın payı da önemlidir. Konya, Kayseri, Çorum başta olmak üzere, Anadolu’nun bu dönemde iktisadi bakımdan büyüyen kentlerinde RP’ye olan destek bunu açıklayıcıdır. Özellikle büyük kentlerin yoksul kesimlerinde RP’nin “Adil Düzen” söylemiyle kitleleri yeniden toplumsallaştırıcı örgütlenme modeli ve siyasi pratikleriyle makus talihlerini yenme konusunda ikna edilmiş, bunun da başlangıcının yerel yönetimler olduğu seçmen tarafından kabul edilmiştir.

SHP kampanya sürecinde ideolojik kimlik vurgusunu öne çıkaran “Sağ mı Geliyor? Hadi Canım Sen de!”, “Işığa Az Kaldı… Yarım Bırakmayın! Demokratiklik, Laiklik ve Üretkenlik SHP’de Birleşecek” sloganlarıyla kendisinden 1991’de uzaklaşan seçmenini yeniden konsolide etmeyi hedeflerken, Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP partisine ülkenin ihtiyacı olduğu mesajlarını seçmene şu sloganlarla vermiştir; “Yeter! Söz Gerçeğin! Türkiye İyi Yönetilmiyor. Türkiye Geri Kayıyor. Türkiye Zaman kaybediyor. ANAP işbaşına geliyor”, “Yeter! Bu beceriksizlere Artık “Dur” Diyelim”. Hükümet Çocuklarımızın Geleceğinden Yiyor”. DYP’nin sloganlarından bazıları ise şöyleydi; “ Biz Çözeriz”. DYP’ye verilen her oy Teröre Darbe, On Yıldır Bozulan Ekonomiye Çaredir”, “Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez. Belediyelere DYP’den Yeni Güç”, “Zaman, Doğru Karar Zamanı İstikrar İçin DYP’ye Evet”.

RP ana slogan olarak “Türkiye’nin Teminatı” sloganı yanında, kampanyasında “Şehirlerin ve beldelerin yerinden yönetildiği bir Türkiye’nin teminatı, Rüşvetin kökünden kazındığı bir Türkiye’nin teminatı” sloganlarını kullanıyor ve halka “Açık teminat” adı altında, belediyecilik anlayışını da yansıtan “Adil Düzen Teminatı” sloganı ile seçmenlere sesleniyordu.

MHP ise yerel seçimi genel seçim kimliğine büründürmüştür. Bu sloganlarından da belli olmaktadır; “MHP’ye verilecek her oy, bölücü terörün umudunu zayıflatır. Güçlenen MHP, Güçlenen Ulusal Bütünlük demektir”, “İlkeli Siyaset, ilkeli yönetim. Türkiye’nin MHP’ye ihtiyacı var. Bilinçli oylar MHP’ye!”[6].

Terör eylemleri, RP’nin politik mirası ve makro ekonomik sorunlar

1990’ların ikinci yarısı Türkiye’nin içeride ve dışarıda ekonomik, politik sorunlarla uğraştığı yıllardır. Ekonomik alanda hayat pahalılığı, halkın alım gücünün düşüklüğü, politik alanda Güneydoğu’daki terör eylemleri ve bunun ülke içinde yarattığı etnik gerilimler, milliyetçi dalganın yükselişi doğaldır ki genel seçimlerle aynı gün yapılan 18 Nisan 1999 yerel seçimlerine de yansıyacaktı.

1999 seçimleri: 21 partili kalabalık seçim, büyük rekabet

Özellikle seçim öncesinde Öcalan’ın yakalanarak ülkeye getirilmesinin seçmen tercihlerini önemli ölçüde etkilemesi bekleniyordu. RP’nin 1995 genel seçimlerinin ardından DYP ile kurduğu koalisyon hükümetindeki bazı icraatları, yöneticilerinin kimi söylemleri laik Cumhuriyet rejimini tehdit ettiği gerekçesiyle 28 Şubat sürecinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. RP’nin politik mirasını üstlenen, fakat kimliğini esnekleştiren Fazilet Partisi kurulmuş, seçime bu parti katılmıştır. Yerel seçim genel seçimin gölgesinde yapılırken, partiler daha ziyade ulusal makro ekonomik, politik sorunların çözümüne yönelik vaatlerini dillendirmişlerdir.

18 Nisan 1999 yerel seçiminin en önemli özelliklerinden biri seçime katılan parti sayısının fazlalığıdır. 21 partinin katıldığı seçimde belediye meclis üyeliği oyları itibarıyla FP % 18,2’lik oyla 1.parti olurken, ANAP seçimden % 17,1 ile ikinci parti olarak çıkmış, DSP % 16,2, MHP %15,7 oy almıştır. CHP’nin oy oranı % 13,3, DYP’nin % 12,5’te kaldı.

Kampanya sürecinde partiler arasındaki rekabet ağırlıklı olarak ekonomik meselelere odaklanma şeklindeydi. Nitekim bu, partilerin sloganlarına yansıyordu. CHP, “Boş Verme, Karar Ver” şeklindeki ana sloganında seçmenlerin ülkenin içinde bulunduğu ve yaşadıkları ekonomik sorunları dikkate alarak karar vermesini talep ederken, Türkiye’nin politik gidişatına da dolaylı vurgu yaparak, 18 Nisan’ın niçin bir karar günü olduğunu şu sözlerle dillendirmiştir, “18 Nisan sadece bir “seçim günü” değil, 18 Nisan, hepimiz için bir tarihi fırsat. Aydınlıkla karanlık arasındaki “karar günü”. Ezilmeden, soyulmadan, başı dik ve mutlu yaşayabileceğimiz bir Türkiye yaratmak için “seçimini” yap. Sakın boşverme! 18 Nisan’da sizden oy istemiyorum: karar vermenizi bekliyorum. Aydınlık bir Türkiye için çözüm sosyal demokrasi”.

CHP ilan ve afişlerinde laik Cumhuriyeti koruma, sosyal devleti gerçekleştirme, üretken ve yarışmacı bir ekonomiyle Türkiye’yi ve halkı zenginleştirme iddiasını da dillendirirken, DYP “Yeni 1000 Yıla Büyük Çağrı! Yeter! Hak Milletin” ana sloganını kullanarak, toplumun farklı kesimlerine “Çare Bizde” sloganıyla da seslenmiştir. DYP vergi oranlarının düşürülmesinden medyanın milletin sesi olacağına, seçmenlerin ekmeğine sahip çıkacaklarına, mafyayla, kartelle, lobilerle, yolsuzlukla kavga edeceği iddiasıyla liderini partiyle şu sloganla özdeşleştirmiştir; “Millet Hazır! Çiller hazır! ANAP bu seçimde “İş, Aş, huzur için: Türkiye sözleşmesi” sloganıyla seçim sonuçlarını etkileyeceğini düşündüğü seçmeni “sessiz çoğunluk “şeklinde tanımlayarak seslenmiştir. Partinin vaatleri arasında pahalılığı yok etme, eğitim hamlesini tamamlama, hastanelerin deva kapısı olması, kimsenin işsiz kalmayacağı ve Türkiye’yi mutlu ve güçlü yarınlara kendilerinin taşıyacağı mesajı öne çıkmıştır.

DSP merkezi iktidarda başarılı oldukları, bunu yerel yönetimlere de taşıyacağı iddiasıyla seçmene seslenirken, dayandığı toplumsal kesimleri şu sloganla ilan ediyordu; “Hakça düzen için demokratik solda köylü işçi girişimci el ele. Demokratik Sol Parti: Huzur ve Güven Veren Parti”. Ayrıca kendisini “çözüm üreten, dürüstlüğün simgesi parti” olarak tanımlamıştır.

Fazilet Partisi ise kampanyasını büyük ölçüde ekonomik ve toplumsal sorunların çözüm adresi olduğu iddiasıyla yürütmüştür. “Mutfaktaki yangını kim söndürecek? Ancak Fazilet!”, “gelişmiş ülkelerdeki özgürlüklere bizi kim kavuşturacak? Ancak Fazilet”, “bana kim iş bulacak? Ancak Fazilet!”, “Çocuklarımızı ve gençlerimizi uyuşturucudan kim kurtaracak? Ancak Fazilet!”.

MHP 1995 seçimlerinde parlamento dışında kaldıktan sonra, yeniden parlamentoda temsil edilme hedefiyle seçmene “19 Nisan’da Millet Meclise Giriyor” sloganıyla seslenmeyi tercih etmiştir. “Şimdi Değilse ne Zaman? MHP Değilse Hangisi” şeklindeki ilanında kendisini seçmenin “denenmemiş gerçek gücü, milli birlik ve beraberlik gücü” şeklinde sunarken, ilanlarında istikrar vurgusuna dikkat çekiyordu; “Biz İstikrar için kararlıyız. Can ve mal emniyetin için kararlıyız. Yoksulluğu ve yolsuzluğu yok etmek için kararlıyız. Millet iradesini temsil için kararlıyız”[7]. Partiler arasındaki rekabetin bu sloganlarla da yarıştığı 18 Nisan seçimlerinde yerel sorunlarla partilerin yerel sorunlara çözüm yaklaşımları, vaatleri, genel seçimin gölgesinde kalmış, sonuçlar genel seçim sonuçlarına benzer biçimde merkez sağ ve merkez soldaki parçalanmanın sürdüğü bir dönemde oylar birbirine yakın olmuştur.

Türkiye siyasetinin yerel seçim hafızası – 2

2002 sonrası Türkiye siyasetinin yerel seçimler

17 Kasım 1963 seçimlerinden 18 Nisan 1999 yerel seçimlerine kadar olan seçimleri önceki yazıda ele almıştık. Bu seçimden 3,5 yıl sonra gidilen 3 Kasım 2002 seçimleriyle birlikte sandıktan çıkan sonuçlar Türkiye parti siyasetinde yeni bir dönemin başladığını, seçmen tercihlerindeki radikal kırılmalar ve yeniden mevzilenmelerle parti siyasetinde AK Partili yılların başlamakta olduğunun habercisiydi.

3 Kasım’da tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi 2000’lerde yapılan 4 yerel seçimde de ülke genelinde birinci parti olmayı başarırken, 31 Mart 2019 genel seçimleri hariç, Ankara, İstanbul gibi büyükşehir belediye başkanlıkları da dahil çoğu kentte belediye başkanlıklarını kazanmıştır.

2004 seçimleri: AK Parti için “tam iktidar” zaferi ve seçime katılımda düşüş

28 Mart 2004 yerel seçimi 3 Kasım seçimiyle seçmenlerin yeniden tanzim ettiği parti sisteminde partilerin oy güçleri açısından benzerliklerle doludur. AK Parti % 34,3 olan 3 Kasım’daki oy oranını belediye meclislerinde % 40,3’e yükselterek, parti sisteminde oy gücü, seçmen tabanı açısından hakim aktör olmaya devam edeceğinin izlenimini veriyordu. Başlıca rakibi CHP oylarını bir önceki yerel seçime seçime göre 7,3 puan arttırken, ANAP % 17,1’den % 2,9’a, DSP % 16,2’den % 2,’ye, MHP % 15,7’den % 10,5’e dramatik düşüş yaşamıştır.

Bu seçimin dikkat çekici bir özelliği de seçime katılımın dikkate değer biçimde düşmesidir. 1984’te % 91,1, 1989’da % 81,5, 1994’te % 92,2, 1999’da % 86,9 olan katılım % 76,3’e geriliyordu. AK Parti’nin rakipleri karşısında ulaştığı güç ve konum, 1990’ların ikinci yarısında çoğu belediyelerde iktidara gelen RP’nin yükselişine benzerdi. Bir tek farkla ki, RP’de Milli Görüş’ten esinlendiği Adil düzenci muhafazakar belediyecilik tonları belirginken, AK Parti gerek iktidar uygulamaları, gerekse yerel seçim beyannamelerinde 80’lerdeki ANAP türü icraatçı belediyeciliği piyasacı ve muhafazakâr değerlerle harmanlayarak, pragmatik bir sağ parti kimliğiyle o yıllarda seçmenin karşısına çıktı ve seçmenden destek aldı.

Partiler hangi strateji ve sloganlarla oy istedi?

AK Parti’nin bu seçimdeki “Türkiye Karar Verdi: Yerel Kalkınma Başlıyor” isimli beyannamesinde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin baskılarının nispeten hafifletildiği dönemde yerel kalkınmanın da bir an önce hayata geçirilmesinin gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Parti altyapı, işsizlik, çevre kirliliği, kaynak yönetimi, gecekondu sorununun çözümü, şeffaflık ve katılımcılık gibi temel sorunlar üzerinden seçim kampanyası yürütürken, temel önceliğinin merkezi hükümet desteğiyle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılması olduğunu sürekli vurgulamıştır[1].

CHP seçim stratejisi başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde seçimi kazanmak ve oy oranını artırmak iken, SHP diğer sol partilerle ittifak yaparak CHP’yi seçimlerde zorlamayı hedefliyordu. 2002’de baraj altında kalan MHP yerel seçimlerde Türkiye genelinde yüzde 10 oranında oy alarak yeniden seçmenin güvenini kazanmak isterken, Doğu ve Güneydoğu’da önemli bir oy potansiyeline sahip olan DEHAP seçimlere SHP çatısı altında girerek AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu’daki yükselişini durdurmayı hedeflemiştir.

Bu seçim AK Parti için yerel seçimleri de kazanarak “tam iktidar” ile hizmete devam anlamına gelirken, diğer partiler için AK Parti ile rekabet ettikleri ve oy oranlarını artırmayı amaçladıkları bir siyasi rekabete denk düşüyordu.

Partiler kampanyalarında hizmet vurgusunu öne çıkarırken, ülkenin içerisinde bulunduğu durum itibarıyla ekonomi referanslı söylemleri baskındı. Altyapı, işsizlik, çevre kirliliği, kaynak yönetimi gibi konular tüm partiler tarafından farklı şekillerde dile getirildi, “şeffaflık” ve “karar alma süreçlerine katılım” vaatleri öne çıktı.

CHP ise kampanyasının merkezine yerel seçim olmasına rağmen, çağdaşlık ve laikliği oturtmayı tercih etmiştir[2]. “Cumhuriyet Halk Partisi Söz Veriyor!” başlıklı seçim beyannamesinde özellikle yerel demokrasinin geliştirilmesi, güçlendirilmesi üzerinde durulurken, tarım, bankacılık ve kredi politikası, vergi ve maliye politikası, turizm ve yabancı sermaye, dış ticaret, sanayi ve küçük esnaf başlıkları altında bu kesimlere ve sektörlere yönelik yapılacakların altı çiziyordu. Dikkati çeken bir diğer nokta; partinin kendisini sağ iktidar, partilerden ayrıştıran bir dille genel siyasetin gündem konularına ilişkin söylemlerle öne çıkmasıydı.

MHP seçim sürecinde yerel yönetimlere yönelik bir vizyon ortaya koymaktan ziyade, temel stratejisini popüler belediye başkan adayları üzerine kurmayı tercih etmiştir. İstanbul’da Meral Akşener, Ankara’da Alparslan Türkeş’in damadı Hamit Homriş Kıraç beldesinde milli sporcu Naim Süleymanoğlu’nun aday gösterilmesi bu stratejinin sonucuydu. Bir diğer stratejisi de bazı ilçe ve köylerde DYP ile işbirliğine gitmesi, MHP’li adayların il ve ilçelerde genel olarak istihdam, altyapı düzenlemesi, temizlik gibi konularda vaatlerde bulunmasıydı.

DEHAP ise 2004 yerel seçim sürecinde yerel yönetim vizyonunu dillendirmek yerine, ağırlıklı olarak ulusal politik meselelere dair ideolojik bir söylemiyle kampanya yürütmeyi tercih etmiştir[3]. Seçime Demokratik Güç Birliği çatısı altında SHP ve dört sol partiyle katılması da dikkat çekiciydi.

2009 seçimi: Ulusal siyasetin yerel yönetim meselelerinin önüne geçişi

29 Mart 2009 yerel seçimlerinde de baskın gelenek bozulmamış, partiler arasındaki rekabette ulusal siyaset konuları yerel yönetime dair vaatlerinin önüne geçmiştir.

CHP, AK Parti karşıtlığı üzerinden kampanyaya ağırlık verirken, işsizlik, yolsuzluk gibi vurguların öne çıktığı bir söylem benimseyen parti bu süreçte “çarşaf açılımı” da yapmış, MHP ise o dönemin koşulları içinde parti kimliği ve politikasıyla örtüşen “ülkenin bölüneceği söylemi” üzerinden bir strateji geliştirerek kendi seçmenini konsolide etmeye çalışmıştır.

DTP geçmiş seçimlerdekine paralel biçimde “bölge partisi” olmadığı iddiasına rağmen kimlik siyaseti üzerinden bir kampanya yürütürken, AK Parti hizmet odaklı söylemi çerçevesinde yerel yönetim vizyonunu 29 Mart için, “İşimiz Hizmet, Gücümüz Millet” sloganı üzerinden “Marka Şehirler” şeklinde güncellemiştir. Vizyonunu “yaşanabilir, yaşam kalitesi yüksek, ulusal ve uluslararası ilişki kurma kapasitesi artan kentler oluşturmak” ifadesiyle ortaya koyarken, misyonunu ise “insan merkezli ve hizmet odaklı çalışmak” şeklinde tanımlamıştır.

Buna karşılık CHP “Çağdaş ve Sosyal Demokrat Belediyecilik Anlayışı” vurgusuyla yerel yönetim vizyonunu dillendirmiştir. Belediyeciliği sosyal demokrat vizyonla şu şekilde tahayyül etmiştir; “Cumhuriyet Halk Partisi sosyal demokrat yerel yönetim anlayışıyla kentlerimizi yeniden kuracak; çağdaş, demokrat, güvenli, yaşam kalitesi yüksek, insanı merkeze alan kentlerle hayatı yaşanır kılacak”[4].

29 Mart’ta belediye meclis üyeliklerinde AK Parti % 38,1, CHP % 23, MHP % 16,6, DTP ise % 5,2 oy almıştır. 2004 yerel seçimlerine kıyasla AP Parti yüzde 3 civarında oy kaybederken, MHP ve CHP oylarını % 5 oranında artırdı.

AK Parti Parti Adana ve Antalya olmak üzere 2 büyükşehir, 9 il merkezi ve 36 ilçe belediyesini kaybetmiştir. Bu parti 10 büyükşehir belediye başkanlığı, 35 il belediye başkanlığı ve 448 ilçe belediye başkanlığı; CHP 3 büyükşehir, 10 il ve 170 ilçe belediye başkanlığı kazanmıştır. MHP 1 büyükşehir, 9 il, 129 ilçe belediye başkanlığı elde ederken, DTP belediye başkanlığı sayısını artırarak, 1 büyükşehir, 7 il ve 50 ilçe belediye başkanlığı kazanmıştır[5].

2014 seçimleri: AK Parti’nin baskın olduğu konjonktür

30 Mart 2014 yerel seçim sürecine AK Parti’nin ulusal ve yerel siyasette baskın olduğu bir konjonktürde girildi. Yakın dönem seçimlerinden farklı olarak bu seçim 17-25 Aralık yargı darbesi, Gezi Parkı Eylemleri, Çözüm Süreci ve FETÖ’nün AK Parti karşıtı iş birliklerinin ulusal siyasetin tartışmalı konularının seçim tartışmalarına dahil olması anlamında dikkate değerdi.

AK Parti bu seçimde marka şehirler vizyonuna “medeniyet ve gelenek” vurgusunu eklerken, akıllı belediyecilik, göç, şehir estetiği ve şehir güvenliği gibi güncel yerel nitelikli konulara seçim beyannamesinde yer vermiştir. Beyannamesini “Büyük Medeniyet Yolunda: İnsan-Demokrasi-Şehir” şeklinde adlandıran parti “Katılımcı Belediyecilik”, “Kültürel Belediyecilik”, “Sosyal Belediyecilik”, “Çevre Dostu Belediyecilik” ve “Hizmet Belediyeciliği” ana başlıklarıyla yerel yönetim vizyonunu takdim etmiştir.

CHP seçim beyannamesinde plansız kentleşme, yaşanabilir şehirler, sosyal belediyecilik, şeffaflık gibi konulara yer verirken, seçime katılan hemen her parti sıklıkla altyapı sorununa değindi ve bu konuda seçmene birtakım vaatlerde bulundu. CHP, “Türkiye’nin Birleştirici Gücü” isimli bildirgesinde kutuplaşma, normalleşme, demokrasi ve özgürlük konularını ön plana çıkarırken, “Varlık İçinde, Birlik İçinde, Özgür Biçimde” sloganını kullanmıştır.

MHP diğer yerel seçimlerle karşılaştırıldığında, 30 Mart seçimine daha kapsayıcı bir yerel yönetim vizyonuyla seçmenin karşısına çıkarken, dillendirdiği “üretken belediyecilik anlayışı” afişlere “ayrıştırıcı değil birleştirici belediyecilik” şeklinde yansıyor, vizyon belgesinde bu anlayış “üretken belediyecilik” olarak kentlilerin beraber üretmesini, “bütüncül yaklaşım” kentlinin çeşitli özelliklerini bütüncül biçimde ele almayı, “birlikte yönetim” kentlinin tüm süreçlere katılmasını esas alıyordu.

DTP’nin kapatılması nedeniyle BDP seçimlere “Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku” isimli plaformla bağımsız adaylarla katılmış, Kürt sorununun çözümü için “demokratik özerklik” vaadini öne çıkarmıştır. Kavram kampanyanın merkezine otururken, parti yönetiminde uygulanan “eş başkanlık modeli” yerel yönetimler için de öngörülmüştür[6].

Seçim sonuçlarına göre AK Parti belediye meclis üyeliğinde % 42,8, CHP % 26, MHP %17,8, BDP % 6,3’lük oy oranlarına ulaşmışlardır.

Siyasette yeni bir kırılma anı: 31 Mart 2019 seçimi ve büyükkent seçmenlerinin “duy” dedikleri

2000’li yıllardaki yerel seçimler arasında 31 Mart 2019 yerel seçim sonuçları Türkiye parti siyasetinde yeni seçmen gruplaşmaları ya da mevzilenmelerinin oluşabileceğine ilişkin sinyallerle doludur. Bunun göstergesi özellikle AK Parti’nin bir önceki genel ve yerel seçimlere göre uğradığı oy kaybı ve özellikle büyükşehirlerde CHP’nin diğer muhalefet partileriyle yaptığı işbirliği sonucunda 11 büyükşehirde belediye başkanlıklarını kazanmasıdır.

AK Parti %42,5 oy ortalamasıyla 742 belediye başkanlığı kazanırken, CHP %29,8 ile 240, MHP %7,4 ile 233, İYİ Parti %7,7 ile 24, HDP %4,5 ile 57 belediye başkanlığı elde etmiştir. 13 bağımsız aday da belediye başkanı seçilmiştir.

31 Mart 2024 öncesi son seçim olan 31 Mart 2019 yerel seçim süreci[7], İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçiminin iptal edilerek yeniden yapılması 31 Mart’ı kendine özgü bir yerel rekabet yarışına büründürmüş, seçim sonrası yaşanan gelişmeler ise 31 Mart’ın etkisinin ulusal boyuta taşmasına neden oldu. Seçim öncesinde 24 Haziran 2018 genel seçimlerine kadar uzanan partilerarası rekabet, ittifak biçimleri, AK Parti ve MHP’li Cumhur İttifakı ile CHP ve İYİ Partili Millet İttifakı arasındaki şiddetli rekabetin toplumda özellikle iktidarın tetikleyiciliğinde keskin bir siyasal kutuplaşma şeklinde tezahür etmesi 31 Mart’ta sandıktan nasıl bir tablo çıkacağına dair merakları arttırmıştır.

31 Mart seçiminin ardından YSK kararıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptal edilip, seçimin yenilenmesine karar verilmesi bu sürece dair en tartışmalı hususlardan biriydi. Kampanya sürecinde Cumhur İttifakı söyleminde “Daha iyi kentlerde nasıl yaşanabilir” sorusuna yanıt arayan siyasa ve projeler üzerinde yoğunlaşmak yerine, kendi seçmenlerini konsolide etme odaklı “beka” vurgusu öne çıkarılırken, rakip parti ve adayların ötekileştirilmesi, varolan kutuplaşmayı daha da pekiştirmiştir.

CHP ve İYİ Parti’nin içinde olduğu, HDP’nin ise bazı seçim çevrelerinde seçmenini bu işbirliğinin adaylarına yönlendirdiği kampanya sürecinde Millet İttifakı kutuplaşma yerine, uzlaşma, yaşanabilir kentlerde bir arada refah içinde yaşamaya odaklı siyasa ve projelerin öne çıktığı, yumuşak bir kampanya diliyle seçmenin karşısındaydılar.

CHP kampanyasında “Martın sonu bahar” ve “Derman belediyeciliği” sloganlarını kullanırken, İYİ Parti “Çünkü vakit geldi, İYİ Parti geliyor” sloganını tercih ediyordu. AK Parti “Gönül belediyeciliği” sloganı ile seçim yarışına girerken, MHP aktif bir kampanya yürütmeyi tercih etmediği için, slogan ya da seçim bildirgesi hazırlamaya ihtiyaç duymamıştır. DSP yerel yönetimler bildirgesinde “ne ezilen ne ezen, insanca, Hakça bir düzen” sloganına yer verirken, HDP “birlikte demokrasiye” sloganıyla kampanya sürecini yönetmiştir. Saadet Partisi “dürüst belediyecilik” sloganını tercih ederken, TKP’nin 31 Mart seçimleri için ne bir bildirge hazırlamış ne de bir ana slogan kullanmıştır. Vatan Partisi’nin sloganı ise “Tek seçenek Vatan Partisi” idi.

Partilerin seçim bildirgelerinde hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkesi gereği belediyelerin bütçeleri dâhil olmak üzere her türlü eylem ve işlemlerinin, vatandaşların bilgisine ve onayına sunulması, bütçe toplantıları dâhil olmak üzere meclis toplantılarının canlı olarak yayımlanması AK Parti, CHP, İYİ Parti, HDP, DSP ve Saadet Partisi’nin seçim bildirgelerine yansıyan diğer vaatler arasında” dikkat çekmiştir[8].

Kampanya sürecinde AK Parti ve CHP genel seçimlerle karşılaştırıldığında liderler düzeyinde proaktif bir kampanya yürütmemekle birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan özellikle “beka” söylemini dillendirerek, zaman zaman mitinglerde seçmenin karşısına çıkmıştır. CHP lideri Kılıçdaoğlu ise daha ziyade geri planda kalarak, mini salon toplantılarıyla seçmenle buluşmayı tercih etmiştir.

Büyükşehirlerde kıyasıya rekabet, değişen stratejiler

31 Mart seçiminde özellikle İstanbul ve Ankara’da Cumhur İttifakı’yla Millet İttifakı arasında kıyasıya bir seçim rekabeti yaşanmıştır.

23 Haziran yenilenen İstanbul seçim kampanyası sürecinde AK Parti stratejisinde değişikliğe giderek, beka söylemini terketmiş, Erdoğan geri planda kalırken, Binali Yıldırım İstanbul için projeleriyle daha fazla öne çıkarılmıştır.

CHP’de 31 Mart’ta olduğu gibi, 23 Haziran sürecinde de İmamoğlu kampanyada başat aktördü. Partinin kampanya stratejisinin temeli; “Tayyip Erdoğan’ı veya AK Parti’yi görmezden gel, ama onu sevenleri sev” şeklinde olup, geçmişte CHP’nin izlediği stratejiden farklı bir strateji izlenmiş, rakip seçmen ötekileştirilmek yerine, kazanmaya çalışılmış, hatta bunun yolunu teşkilata öğretilmek için, “radikal sevgi kitabı” hazırlanarak, teşkilat bu konuda seçmene nasıl dokunulacağı konusunda bilgilendirilmiştir.

31 Mart’ta bu stratejiyle seçmene dokunmayı başaran CHP İstanbul’da 23 Haziran sürecinde de başarılı bir sınav vermiştir. Özellikle YSK kararıyla seçimin iptali ve yenilenme kararı CHP ve İmamoğlu’na psikolojik üstünlük kazandırırken, mağduriyetle takviyeli “sosyal adalet” teması kampanyada hep merkezde olmuş, “Her Şey çok Güzel Olacak” sloganıyla İmamoğlu’nun İstanbul tahayyülü adeta birleşmiş ve başarıyı getirmiştir. Binali Yıldırım’ın bu seçimde öne çıkan sloganı ise “Ne dediysek yaptık, yine biz yaparız” şeklinde formüle edilmişti.

Sandıkların efendisi ne mesaj verdi?

31 Mart’ta seçmenin halet-i ruhiyesini sandığa yansıtan psikoloji ve irade, sandıkların efendisinin başta büyükkentler olmak üzere, gidişata dair itirazlarının olduğunu tıpkı, 1989 ve 1994’teki gibi ilan etti. Seçim sonucuna göre özellikle büyük kentlerde ortaya çıkan tablo, çeyrek asırdır buraları yöneten AK Parti adayları kazanmasın diye, partileri ittifak yapsın (CHP-İYİ Parti örneği) ya da yapmasın (HDP örneği) İstanbul, Ankara başta olmak üzere açığa çıkan değişim arayışı, iktisaden daraldıkları alandan çıkış arayanların, daha özgür, demokratik, adil bir ülkede yaşama arzularının sonucudur.

Bu tepki, Erdoğan’la mevcut özdeşlik ilişkisinin sürmesi nedeniyle, sandıkta bölünmüş bilet oylaması ile (split Ticket voting) ya büyükşehirlerin bir kısmında büyükşehir belediye başkanlığı için rakip parti, ilçelerde kendi partisine oy verme ya da politikalarına tepki duydukları fakat tepkinin de düzeyini hassas bir teraziyle ölçerek Cumhur’un diğer ortağına yönelerek stratejik oy verme ile gerçekleşmiştir.

Sonuç olarak; 31 Mart seçimi ülke genelinde AK Parti’yi cezalandıran, CHP ve MHP’yi umutlandıran, İYİ Parti’yi daha fazla çalışmaya yönlendiren, Saadet Partisi’ni belirsizliğe sürükleyen, HDP’ye patinaj yaptıran seçmen tasarrufuydu. Bu sonuç aynı zamanda Daron Acemoğlu ve Robinson’ın da ifade ettiği gibi, son yıllarda popülist otoriter niteliği süratle artan siyasi rejimde demokrasinin nasıl kazanılacağını da göstermiştir[9].

İstanbul seçimleri bir yönüyle de Erdoğan’ın öncülüğünde Türkiye siyasetinde son dönemde inşa edilen çaprazlama kesen toplumsal bölünmenin (cross-cutting social cleavage) muhafazakar sacayağında konumlanmış popülizmdeki “sessiz muhafazakar-mütedeyyin çoğunlukla aktif batıcı-seküler azınlık”[10] arasındaki siyasi rekabette kazananın ne geleneksel ideolojik/kültürel sorun ve çatışma boyutlarından beslenme ne de geçmişin seçkinci sol tahayyülüne yaslanma olmadığını ilan ediyordu. Kazanan; yüzü topluma dönük, ona dokunan, ideolojik özlerini koruyarak, toplumu birleştiren değerlerle, onları hak, hukuk, adalet, yeniden demokrasi, refah kümesinde buluşturan yeni siyaset tahayyülüdür.

Son yerel seçimin ardından 5 yıl sonra Türkiye yeni bir seçime gidiyor. 14 Mayıs genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 9 ay sonra yapılacak bu seçimde özellikle büyükkentlerde muhalefetin 2019’daki başarıyı gösterip gösteremeyeceği, partilerin son seçimdeki oy güçlerini koruyup koruyamayacakları, arttırıp arttıramayacakları seçimin en fazla bilinmeyenleri arasında, Özellike büyükkent belediye başkanlıklarında muhalefetin 2019’da olduğu gibi işbirliğine gitmemesi sandıktan nasıl bir sonuç çıkacağı kosounda kamuoyunun merağını arttırıyor. Birkaç gün sonra bu soruların yanıtlarını seçmen özgür iradesiyle yapacağı tercihlerle verecek, biz de göreceğiz.

HABERE YORUM KAT