1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Tunus'ta modernlik ve İslam
Tunus'ta modernlik ve İslam

Tunus'ta modernlik ve İslam

Talha Kılıç, Tunus'un geçmiş dönem İslam eserleri ve kültürü ile yeni dönem Fransız etkisi altındaki farklılaşmayı inceliyor.

03 Haziran 2023 Cumartesi 11:00A+A-

Talha Kılıç / Yeni Şafak

Tunus’u adımlarken…

Uçağımız Kartaca Havaalanı’na doğru alçalırken, son olarak 2019’da ziyaret ettiğim Tunus’u nasıl bulacağımı merak ediyordum doğrusu. O zaman –her şeye rağmen– hâlâ kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir Tunus vardı karşımda. Sonrasında ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinden ezici bir üstünlükle çıkan Kays Saîd, önce parlamentoyu feshedip hükümeti görevden almış, ardından da Nahda Hareketi lideri Râşid Gannûşî’nin hapsedilmesine giden süreç yaşanmıştı. Bunun elbette siyasî, sosyal ve ekonomik yansımaları olmalıydı.

31 Mayıs Çarşamba sabahı erkenden, Tunus’un başkenti Tunus’u (Arapçadaki telaffuzuyla: Tûnis) adımlamaya başladık. Mekânlarla ilgili notlarımı aktarmadan önce, Tunus şehrinin tarihindeki bazı önemli dönüm noktalarını hatırlatmak isterim:

Tunus, Müslüman fatihlerin Kuzey Afrika’yı fetih hareketleri çerçevesinde, 600’lü yılların sonunda İslâm toprağı haline gelmiş. Bizans İmparatorluğu’yla zorlu bir çekişmeye mal olan bu dönem, 732’de şehrin kalbini teşkil eden Zeytûne Camii’nin inşasıyla resmen sona ermiş. 800-909 arasında bugünkü Tunus’un tamamına hâkim olan Arap Ağlebî hanedanı, şehrin tarihinde bir dönüm noktasına işaret ediyor. Zeytûne başta olmak üzere bütün tarihî eserleri elden geçiren ve sağlam biçimde restore eden Ağlebîler, Hanefî mezhebinin Tunus’taki tohumlarını da atmışlar. Tarih akıp giderken Tunus’tan Fâtımîler (909-972), Zîrîler (972-1062), Horasânîler (1062-1159), Muvahhidler (1160-1228) ve Hafsîler (1228-1574) geçmiş. Nihayet 1574’te Tunus’ta Osmanlı asırları başlamış:

Osmanlılar, Akdeniz’deki diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi, Tunus’ta da yerel unsurlarla iş birliğini öne çıkarmış. Bu çerçevede “dayı” lakabını taşıyan bir askerî yönetici fiilî idareyi elinde tutarken, 1613’ten 1702’ye kadar Tunus’u Murâdî hanedanı, 1705-1957 arasında da Hüseynî hanedanı yönetmiş. 1881’de Fransız “himaye” yönetimi başladıktan sonra Osmanlı Tunus’tan resmen çekildiğinde bile, yerel hanedanlar iktidarlarını korumuşlar. 20 Mart 1956’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Tunus, 1987’ye kadar Habib Burgiba, 2011’e kadar da Zeynelabidin bin Ali tarafından yönetilmiş.

Şehrin ara sokaklarından yürüyerek Zeytûne Camii’nin önüne geldiğimizde, öğle namazının vakti girmek üzereydi, ancak cami kapalıydı. Mağrib bölgesinde camilerin namaz vakitleri dışında kapalı olmasına alışkındım, ama buradaki durum daha dikkat çekiciydi: Zira Zeytûne, 2011’den sonra eski faal durumuna döndürülmüştü. Şimdi yeniden “sosyal hayatın kalbi olma” misyonundan uzaklaştırıldığı görülüyordu.

Tunus çarşılarını çok ıssız ve sakin buldum. Türkiye’den geldiğimizi fark edip “Erdoğan’ın yeniden seçilmesi” sebebiyle bizi tebrik eden esnafın sıcakkanlılığı, bu manzarayı bir nebze hafifletse de, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin en net göstergelerinden biri ara sokaklardı:

İslâm dünyasının yüz akı meşhur tarihçimiz İbn Haldûn’un (1332-1406) doğduğu evi ve hemen yanında çocukken ilk eğitimini aldığı mahalle camiini ziyaret ederken, sokakların bakımsızlığına üzülmemek mümkün değildi. Tarihî –ve aynı zamanda turistik– bir İslâm şehrinin bu durumda olması, elbette ekonomik ve siyasî istikrar ihtiyacının Tunus’ta had safhada bulunduğuna işaretti.

Osmanlı döneminden kalma medreselerin yer aldığı semtleri adımlarken de aynı izlenimi edindik. Muhteşem bir tarihî miras vardı karşımızda, ama ona sahip çıkacak muktedir bir idarenin yokluğu kendini açıkça belli ediyordu.

Sur içi Tunus gezimizi, doğu istikametindeki Bâbu’l-Bahr’da tamamladık. Burada şehrin “Fransız yüzü” görülüyordu artık. Beyaz Avrupaî binalar, kiliseler ve büyük katedral, menülerinde Fransız usulü tatlıların yoğunlukta olduğu kafeler, geniş bulvarlar, tramvay hatları… Şehrin bu “pudralı” siması, dikkatle bakan bir göze aslında Tunus’un son 130 yıllık macerasını da bir çırpıda anlatıyordu. Bugün yaşanan pek çok problemin temelinde, Fransızların “himaye” adı altında başlattığı sömürge sistemi ve sonrasında Tunus’tan eksiltilenler (insan kaynağı, İslâmî ve siyasî şuur, doğal zenginlikler ve daha pek çok şey) yatıyordu.

Siz bu satırları okurken, ben Tunus’un tarihî şehirleri Kayravân, Mehdiyye, Sûse ve Munastir’i çoktan adımlamış olacağım. İzlenimlerim, nasipse, çarşamba günü bu köşede.

HABERE YORUM KAT