1. YAZARLAR

  2. Simon Jenkins

  3. Terör endüstrisi terörden tehlikeli
Simon Jenkins

Simon Jenkins

Yazarın Tüm Yazıları >

Terör endüstrisi terörden tehlikeli

26 Nisan 2009 Pazar 19:35A+A-

Terörizmi işkenceye başvuracak kadar abartan Britanya ve ABD'nin son yıllarda kullandığı terör dili, siyasi ve ticari çıkarlar adına suiistimal ediliyor. Güvenlik danışmanları, savunma lobicileri veya elektronik savaş yorumcuları sürüler halinde siyasilerin peşinde dolaşıyor

İşkenceyle ilgili vahim olan mesele, zaman zaman işe yaraması; ve işe yaradığında şeytanın şakımaya başlaması. Scarpia göğsünde Tosca’nın bıçağıyla ölebilirdi, fakat işkencecileri Cavaradossi’den istediklerini almıştı. Eski ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ABD’yi yeni bir 11 Eylül’den koruyan sorgulama yöntemlerinden yana olduğunu söylediğinde kim karşı çıkabilirdi ki?

Britanya ve ABD gibi demokrasilerin 21. asrın başında kendilerini aşırı tecrit, uykusuz bırakma ve boğacak gibi suya daldırma benzeri ortaçağa özgü işkencelerin etkinliğine dair bir tartışmanın içinde bulmaları inanılmaz geliyor olabilir. Ancak gelinen noktada iki ülkenin de, işkence altında alınan bilgileri kullanmaya hevesli terörle savaş histeriklerince ayağa düşürüldüğü açıkça ortada. Öylece affedip unutacak mıyız?

‘Saatli bomba’ bir bahane

Bu hafta açıklanan CIA iç yazışma-larına özürler eşlik ediyordu. Bu özürler, Amerikan vatandaşlarının sadece işkenceye karşı uluslararası anlaşmalara değil, bizzat CIA’in kılı kırk yaran el kitabına dair olası ihlallerden kaynak-lanıyordu. 11 Eylül’ü planlayan Halid Şeyh Muhammed 183 kez waterboarding (başa çuval geçirilip su dökülerek boğulma hissi yaratan sorgu tekniği) işkencesine maruz bırakılmış ve doktorlar durdurana dek, iki haftada 100 kez çeşitli sert sorgu teknikleriyle darmadağın edilmişti. Bu muamelede hangi etik doktorların dahline izin verdi? Üst düzey Kaide komutanı olduğu iddia edilen Ebu Zübeyde’nin, Tayland’a işkence için gönderilip 83 kez waterboarding’e tabi tutulduğu söyleniyor.

Bu eylemlerin işkence özürcülerinin ‘saatli bomba’ krizleriyle sınırlı olmadığı da aşikâr. Bunlar sistematikti ve suç ortaklarının, geçmiş olayların, tarihlerin ve yerlerin teyit edilmesini amaçlıyordu. Görünen o ki Muhammed son 10 yıldaki bütün yasadışı eylemleri ‘itiraf etti’.

2. Dünya Savaşı’ndan da bilindiği gibi, işkence süreci işkencecileri öyle insanlıktan çıkarır ki, bunu dizginleyecek tek şey sorumlu tutulma riskidir.

Obama işte bu riski ortadan kaldırıyor. Bunu yaparak ilk bakışta, hükümetleri hafif veya ağır düzeyde işkenceyle suçlananları tutuklama yükümlülüğüyle ‘bağlı kılan’ işkence anlaşmasını ciddi şekilde ihlal ediyor. Açık savaş hali bile bu anlaşmaya uymamayı meşrulaştırmıyor. Bu yüzden anlaşmayı uygulamak başkana değil Adalet Bakanı Eric Holder’a düşüyor. Blogları ve yayınları tıka basa dolduran materyalin ağırlığı göz önüne alındığında, Holder’ın nasıl olup da özel bir savcı atayamadığını anlamak zor. Bu zehir sistemden sızdıkça Britanya’nın suç ortaklığı da giderek açığa çıkacaktır.

Cheney’nin argümanı art arda gelen Britanya içişleri bakanlarınca alkışlanıyor, zira otoriter devletin düğmesine basmış durumdalar. Bir bomba patlarsa, içişleri bakanının yeni yetkiye ihtiyacı oluyor. Patlamazsa, o son yeni yetkinin işe yaradığı kanıtlanmış oluyor. Bombanın emriyle karanlığa doğru sendeleyerek ilerliyoruz. Araçlar ‘ulusal güvenlik’ amacını her daim haklı çıkarıyor.

İşkencenin ahlakiliği sadece etkili olup olmadığına dair iddialar ve karşı-iddialarla ‘lekeleniyor’. Bazıları için ‘saatli bomba’ vakalarında işkence mazur görülebilir. Ancak bu bahane, böyle bir durumsal etikten, verili bir devlet tehlikesi eşiğinin ötesinde meşrulaştırılan genel bir işkence teorisine atılan her adımın tehlikesine dikkat çeken filozoflar tarafından daha sık dile getiriliyor.

Hukuki olgu şu: Tutuklulara fiziksel veya zihinsel kötü muamele evrensel olarak nefret uyandırıcı sayılıp yasaklanmıştır ve etkinliği söz konusu dahi edilemez - medeniyete doğru gidişin işaretlerinden biridir bu. İşkence özürcüleri (ki hepsi de bunu, tam işkence olmadığı yönünde yeniden tanımlıyorlar), bombacının iki adım ileri atmasını engellemek için bazen bir adım geri atılması gerektiğini söyleyerek itiraz ediyorlar. Bu çılgın bir mantık yürütme, zira böylesine açık bir geriye gidiş çok geçmeden azmanlaşır, tıpkı Britanya’nın terörle mücadele yasası gibi.


Güvenlik ödleklikle sağlanmaz

Sorun eski düşmanımızdan, korku terminolojisinden beslenir görünen bir çağın ortaya çıkardığı bir yaratık mahiyetinde, terörle savaştan kaynaklanıyor ve Obama haklı olarak bu balonu söndürmeye çalışıyor. New York, Bali, Londra, Madrid ve Mumbai’deki katliamlar korkunç, fakat siyaseten önemsizdi. Dengesiz bir fanatizmden yükselen birer öfke ulumasıydı, hayatları ve mülkleri tehdit ediyordu ama hiçbir devletin güvenliğini tehlikeye atmıyordu. Onlara yapılacak en iyi muamele, küreselleşme kazaları olarak görmekti.

Her kim bir intihar bombacısı yüzünden Amerika veya Britanya’nın İslamcı halifelik olmaya doğru gittiğini düşünüyorsa, demokrasinin sağlamlığına zerre kadar inanmayan aciz bir ödlektir. Buna açıkça eski ABD başkan yardımcısı da dahil. Hükümetlerin vatandaşlarını koruma görevi vardır, fakat bu bir güvenliği sağlama rolüdür. İslamcı tehdit hiçbir şekilde bir savaş teşkil etmiyor. Yeni saldırılar pekâla özenli polisiye önlemlerle engellenebilir. İşkencenin buna katkıda bulunacağına inanmak zor.

Katkıda bulunduysa (ki Cheney’in savı bu yönde), o zaman özgürlükçüler özgürlük için her zaman bir bedel ödenmesi gerekeceğini kabul etmek zorunda.

11 Eylül bizzat gevşek güvenliğin bedeliydi, zira aynı hedef 1993’te de saldırıya uğramıştı. İşkenceyi yasaklamanın bedeli, eğer bir bedeli varsa, yıkılmış hayatlar ve yıkılmış duvarlarla ödenecektir, demokratik devletin geleceğiyle değil.

Terörizmi abartmanın tehlikesi, üzerine atlamayı bekleyen bir endüstrinin olması. ‘Savaş’ veya ‘devlet güvenliği’ ya da ‘medeniyete yönelik tehdit’ diye mırıldanıp durursanız, mahşerin atlısının süvari olup çıktığını görürsünüz. Bu hafta, içişleri bakanı yardımcısı Lord West tümüyle o atlının etkisinde olduğunun işaretini verdi. West, “Britanya’daki bütün kamu binalarını koruma yönünde bir plan açıklayıp Kaide’yle savaşı yükseltme’ tasarılarından dem vurdu.

Britanya’yı bir kaçık mı yıkacak?

Lord, bütün alışveriş merkezlerini, spor sahalarını, okulları, hastaneleri ve restoranları (hatta kiliseleri) intihar bombacılarına karşı güçlendirmeyi istediğini söylüyor. Haliyle milyarlarca dolarlık bir bütçe gerektiğinden, Lord’un çevresinde güvenlik danışmanları, savunma lobicileri, müteahhitler, elektronik savaş yorumcuları ve sağlık-güvenlik poliçesi tacirlerinden oluşan sürüler dolaşıyor. Lord, Kaide’ye (ki sürekli olarak bize ‘can cekişmekte’ olduğunu söylüyorlar) hazineyi tamtakır etme imkânı verip Britanya vatandaşlarını korkunun puslu viranelerine düşürmedikçe de durmayacak.

Britanya devleti, Britanya hoşgörüsü ve Britanya hayat tarzı, Pakistan’da medresede yaşayan bir kaçıktan çok daha fazla, Lord West ve benzerlerince tehdit ediliyor. Terör dilinin, siyasi ve ticari çıkarlar adına bu şekilde suiistimal edilmesi utanç verici. Obama’nın sona erdirmeyi umduğu düşünce biçimi tam da bu. O zihniyet ki, güvenliği her tür mantıktan arındırıyor ve Guantanamo’nun işkence tezgahlarında sonuçlanıyor. (21 Nisan 2009)

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT