1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Tanımlamalarımız - İsyankârlık ve Eşkıyalık
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Tanımlamalarımız - İsyankârlık ve Eşkıyalık

10 Temmuz 2011 Pazar 06:34A+A-

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (16/125)

Sindirilmiş ve çıkış yolu bulmak umudu ile muhafazakârlık ve milliyetçiliğe bürünmüş bir önceki kuşağa tepkiden olacak “İsyan” sözcükleri ile şekillendik. İlk dönem Batı kültürünün talanına karşı savunmacı bir anlayışla bütün kavramlarına cephe alışımız gibi bu da bizi birçok kirden korudu. Özde insanlık tarihinin birikimi olan, bunun yanında doğal olarak beşeri zaaflara sahip siyasi kavramlar bizim için korunmamız gereken yabancılardı. Zira kavramlar geliştikleri kültürü içeren, tarihi süreç içerisinde bulundukları inanç coğrafyasının değerlerini özümseyen kelimelerdi. Sağlam bir tahlili yapılmadığı, yapılsa da bunu algılayacak toplumsal melekelerin kazanılmadığı durumlarda, yıkıcı sızmalara neden olacak bu kültürel ve değerler saldırısına bu kavramların analizini geciktirdikçe geciktirdik.  Çocuklarına sokağa çıkma yasağı koyan bir baba gibi davrandık.

Oysa insan sosyal bir varlıktı, öyle ya da böyle toplumsal ilişkilere girecek, bun yapmasa da dış dünya evin içine kadar girecekti. Açılım, saçılım derken kapalı cemaat yapılanmalarının tedavülü doldu ve siyaset arenasında birçok Müslüman kendini farklı yaşam tarzının ortasında buluverdi. Hele de sistem içi diye nitelenen çalışmalarla idealist ve sloganik yapılanmaların yıllardır kavga ettiği baskıcı ve oligarşik yapıları kısmen çözülmesi buna tuz biber oldu. Değişim öyle güçlüydü ki; bir zamanlar bizim mahallemize uğramayan birçok kavram, bazen isimlerini gizleyerek bazen de dobra dobra kabul görmeye başladı. İsyan sözcükleri ile karşı çıktığımız Muhafazakâr-liberal-milliyetçi duruşlar, demokrasi, devrim, feminizm, insan hakları, aydınlanma vs kavramlardan biri ya da birkaçının kombinasyonları ile düşünce dünyaları şekillenmeye başladı. Doğulu olmanın totaliter, otoriter, merkezci ve tahakkümcü zihniyeti yanında insanlara bu kavramların çekici gelmesi son derece doğal değil mi? Ya da bu kavramların kısmen de olsa içerdikleri insani-doğru yönleri yok muydu?

Şimdi, geri dönüp, de korunmacı dönemlerimizde yapmayı geciktirdiğimiz kavramların irdelenmesi tartışılıyor. Bir yandan bu kritikleri yapamayan sokak devrimciliği, diğer yandan bir zamanların oluşturduğu karşı çıkış kimlikleri buna keskin tepkiler veriyor. Tabii ki noksan analizlerle yapılan kabullerin çözdüğü kimliklerimizde bıçağın öbür yüzü.

Bıçağın iki yüzü olan soyutlanma ve isyan kültürü arasında, adil şahitliğe anlam biçmeye çalışmamız ne derece sağlam temellere oturuyor?

Batı düşüncesinin tanımlayıcı siyasal kavramlarının analizini şimdilik bir kenara koyalım.

Bizim kendimizi tanımlamamızda mücadeleyi betimleyen iki kavram, toplumsal yönü ile beraber modern paradigmanın ürünü olarak gözümüzün önünde; “İsyan” ve “Eşkıyalık”

Bize Eşkıya, isyancı diyorlar ve “Evet isyancıyız” diye cevap veriyoruz. Hatta tanımlamayı kelime olarak reddedenler bile, onu içselleştiren bir ruh hali ile her şeye isyan ediyor. Altını doldurmadığımız bu tanımlamalar bizi içimizden, toplumsal yönümüzden vuruyor.

“İsyan”, mahallemizin en aktif genç zihinlerinde oluşan bir kavram olarak gündemimiz. Evet isyan, inadına isyan, tağutlara, oligarşiye, sisteme, global düzene isyan diyoruz. Bütün bunlar inancın gereği. Ama derinde bir sorun var; “İsyan” kelimesinin insanda oluşturduğu ruh hali. Dünyanın devrimler çağında, isyanlarla başa geçenlerin neden daha sonra monarklara döndüğünün anahtarı. Sanki gizli bir kopyaymış gibi bizim iktidar alanlarımızda da kendini hissettiren bir ruh hali.

“Öğrenme kolaylığı, hafıza, basiret, anlayış kıvraklığı, delikanlılık ve azametli bir ruh; insan doğasında düzenli bir yaşam, sakin ve durgun bir yaratılış ile nadiren birleşen özelliklerdir. Saydığımız nitelikleri taşıyan kişiler, cevvalliklerinden ötürü talihin yönlendirdiği gibi sürüklenirler ve tüm metanetleri uçup gider.

İnsanların daha çok güvendikleri metin, durgun mizaçlı, savaşta kolay korkuya kapılmayan kişilerse kolay kolay harekete geçirilemezler. Uyuşmuş gibi zorlukla öğrenirler ve onlara zihinsel bir görev verildiğinde esnemeye başlarlar. İnsan doğru ve güzel bir tertip içinde her iki ruh halinden de pay almalıdır.” (Platon)

Bu durum birçok halde gençliğin heyecanını tüketen bir hale dönüşüyor.

“Zorlukla ve uğraşıp uğraşıp azıcık ilerleme kaydedilen işten soğuma oluşur. Ve zorlanarak öğrenilenler unutulunca da insan bütün çabasının boşuna olduğunu düşünür nihayet bu işten nefret etmeye başlar.” (Platon)

İslam dünyasında her türlü işgale karşı isyan gerekli ve olmazsa olmaz bir hareketti. Ama temelleri önce çürümüş, sonra çökmüş ve en nihayet toplumun değerlerine kadar işlemiş yabancı kavramlar karşısında isyan ne anlama geliyor?

İsyan edecek kitlede ne tür bir bilinç ve duygusallık var?

İsyankâr ruhun eşkıya’ya çevirdiği kişilikler.

Eşkıya, şaki olmak!

İnsan, topluluklar halinde yaşayan beşer. Topluluk içerisinde oluşmuş dayanışma, iletişim ve ortak yaşam alanı. Bu toplumsal yapıyı oluşturan bağları bozan, isyan eden, eşkıya kim?

İtiraz ettiğimiz şey toplumsal dayanışma mı, yoksa bu toplumsal dayanışmanın içerisine yuvalanmış ve devleti kendi istediği formata sokmuş monarklar mı? Yüzyılın başlarındaki hemen hemen bütün kurtuluş savaşlarında isyan, işgalcilere karşı duyulan aşağılık kompleksi ile şekillendi, hatta kurtarıcıların baskısına karşı yapılan devrimlerde bile bu etki devam etti. İsyanı alt kademelerde eşkıyalığa dönüştü, günümüzde hala etkisini sürdüren bu eşkıyalık, kendisi haricindeki toplumun bütün katmanlarını isyan ettiği şeyle bütünleştirmektedir. Yıkıcılığa dönen bir hareketle kaldırım taşarını söken, çevresinde ne varsa tahribe yönelen kitleye karşı üst yapıda ise isyan ettiği şeye özenen bir kurumsallık ve totalitarizm doğurur.

Burada isyan ile adalete dayalı mücadele birbirinden ayrılmalıdır. İsyan, Eşkıyalık ve monarklık sürecini belirleyen kültür yapısı erdemini kaybetmiş toplumlara özgü bir haraket tarzıdır. Günümüz Batı medeniyeti tam anlamı ile bu sınıflamaya uyar. Bozulmuş toplum yapısı sürekli isyankâr ruhlar üretmektedir. İsyan duygusu gerçekte potansiyel bir tehlikedir de ve Batı Kapitalist Kültür bu isyan duygularını ıslah edecek değerden yoksun olduklarından kendilerine özgü emniyet sübapları geliştirirler. Futbol holiganlıkları, bazı müzik gurupları, çeteler, mafyalar, hatta şov içerikli kitleden kopuk protest yapılanmalar halinde şekillenen yelpazede dengeler sağlanır. Çöken Doğu Bloğunda ve Üçüncü Dünyanın diktatörlerinde ise doğrudan militer baskı ile sağlanan otorite de gittikçe çözülmektedir.

İsyan günümüzde daha çok Batı kültürü kaynaklı şekillenir. Doğu Kültürü daha çok uysaldır ve doğudaki isyan hareketlerinin dinamikleri ve düşünsel yapısı da batıdan ithaldir.

Batı insanı; ‘Çözümlemeci, bölücü, ayırıcı, nedenci, birey olmayan, düşünceci, nesnel, bilimsel, genelleştirici, kavramlaştırıcı, plancı, kişiliksiz, kanuncu, sistemli, güç-kullanıcı, kendini ileri sürücü, iradesini başkalarına kabul ettirmeye her an hazır olan vb.’dir. Doğu insanı ise; ‘Bireşimci, bütünleştirici, tam, bölmeyen, sonuççu, sistemsiz, inanlı, sezgisel (daha iyisi şefkatli), dolaştırmayan, öznel, tinsel bireyci, toplumsal grup insanı vb.’dir.” (D. T. Suzuki)

İsyan, eşkıyalı ve monarklık sürecinin psikolojisi olan “Yıkıcılık”  kavramı, düşünürler tarafından kendi paradigmaları içerisinde detaylıca da araştırılmış ve “Yabancılaşma” kavramı etrafında incelenmiştir. Psikiyatride yaban­cılaşma, genellikle normalden uzaklaşma, normalden bir sapış olarak görülmektedir ki, bu patolojik bir durum, bir akıl hastalığı veya delilik olarak değerlendirilmektedir. Psikoloji ve Sosyoloji yabancılaşma kavramını, kişinin topluma, doğaya, diğer insanlara ve en nihayet kendisine kar­şı duyduğu yabancılaşma hissi olarak ta­nımlamaktadırlar. Gerçekten topluma yabancılaşan kendini ondan soyutlayan kişi zamanla kendine de yabancılaşacaktır, zira insan sosyal bir varlıktır.

İlk olarak Hegel; aynı insanın özne (kendini geliştirmeye çalışan insan) ve nesne (başkaları tarafından etkilenip yönlendirilen insan) olarak ikiye ayırması ile özneden nesneye geçişi “Yabancılaşma” olarak tanımlar. O’na göre yabancılaşma; insan ve toplum var oldukça doğaldır. Form’un tanımlamasında; yabancılaşan birey pasif, boş, korkak ve izole edilmiş bir hale gelir. Modern insanın özgürlük ve mutluluk kaynağının tek ölçüsü “arzu edilen her şeyi alabilmesi” ölçeğine indirgenmiştir.

Freud yabancılaşmayı; “Sosyal Mahrumiyet” ve “Libido” ile özdeşleştirir. En nihayetinde yabancılaşmanın ve bunun doğurduğu isyan duygularının gücünün farkına varan Marks yabancılaşmayı ekonomik yapıya da bağlayarak sosyal devinimin merkezine koyar.

“Şiddetin devrimci rolünü keşfeden sömürge halkı için artık yapılacak tek bir şey vardır: Her ne pahasına olursa olsun eldeki tüm olanakları kullanmak ve sömürgeciyi ortadan kaldırmak. Sömürge halkı için doğru hareket tarzının ne olduğunun önemi yoktur. İyi ve doğru olan tek şey basitçe sömürgeciye zarar verendir. Özgürleşmek için sadece Ulusal Kurtuluş Savaşına katılmak da yeterli değildir. Sömürge insanı bizzat şiddet pratiğine girerek kendisini yeniden yaratacaktır.” (Frantz Fanon)

Form, insanın kendini bir putperest haline getiren yabancılaşmadan insani bir içeriğe sahip olan sevgi aracılığı ile kurtulacağını ileri sürer. Mant'a göre yabancılaşma insa­nın kendi kendisine yabancılaşmasının değişik görünümlerinden ve insanın insanlı­ğından, "özü" ve "doğasından" uzaklaşma­sının ve bunlara yabancılaşmasının muhte­lif biçimleri olmaktan başka bir anlama gel­memektedir. Gerçekten yabancılaşmanın fetişizm’in, putperestliğin kökeni olduğu bizce de tutarlı bir tahlildir.

“Şirk, ‘Allah'ın fıtratını, yaratış nizamını değiştirmek, bozmak’ anlamına gelmektedir” (Ebu's-Suud Efendi)

İnsanların, doğanın ve toplumların fıtratları vardır. İnsanın halifelik görevini inkârı ile doğrudan Allah’a olan sorumluluğunu putları ve Rab edindiği kutsi şahısları araya koyar. Yıkıcı ve isyankâr bir ruh da nefsindeki putların yansımasıdır.

“Öyle ki Allah size sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu.” (3/152)

İşgallere karşı direnişler, hak arama mücadeleleri ve toplumsal şahitlikler isyan olarak nitelenemez. Bu kimselere karşı asi ve eşkıya tanımlamaları kabul edilemez.

Bu kavramlara karşı çıkmanın sebebi var. Yaşadığımız toplumsal ortamda isyan duyguların körükleyen ve insanları eşkıyalaştıran faktörler vardır. Temel olarak bu özelliklerle hareket eden kişileri eleştirmekten ziyade, bu zemini ve faktörleri göz önüne almak gerek. Öncelikle iktidar sahiplerinin ve kural koyucuların oluşturduğu bu ifsad ortamında birçok kimsenin baskıcı kurallara karşı çıkarken bütün toplumsal yapıyı da karşısına alacak tepkiler vermesi sık gözlenen bir durum. Oysa sağlıklı hareket mustazaflar olarak tanımlayabileceğimiz toplum kesimlerini, bu mele ve mürtefin tahakkümünden kurtarmaya zihin dünyalarının açılmasına (fetih) yönelik olmalıdır.

Faktörlerin birincisi baskı altındaki, kendini ifade etmesi engellenen ve hak arama yönleri kapatılmış kesimlerde oluşan isyan duygusudur. Bu göreceli olarak daha makul, anlaşılır bir ruh halidir. Ama sağlam bir değerle işlenmeyip, sadece tepkiye dayalı olduğunda kolaylıkla kendisini ezen zalimleri kopyalamaya dönüşür.

“Soyutlanma ve güçsüzlük koşullan iki yıkıcılık kaynağı daha yaratırlar: kaygı ve yaşamın engellenmesi. Kaygının rolüyle ilgili olarak pek bir şey söylemeye gerek yoktur. İster maddi olsun ister coşkusal, yaşamsal çıkarlara yöneltilmiş her tehdit, kaygı yaratır; bu türden kaygıya gösterilen en yaygın tepkiyse, yıkıcı eğilimlerdir. Tehdit, belli bir durumda, belli kişiler tarafından belirlenebilir. Bu durumda bu kişilere karşı yıkıcılık duygusu uyanır. Dış dünya tarafından sürekli tehdit edilme duygusu da (bilinçli olmasa da) sürekli bir kaygı yaratabilir. Bu türden sürekli kaygı, soyutlanmış ve güçsüz bireyin konumundan doğar ve kişinin içinde gelişen yıkıcılık deposunun kaynaklarından birini oluşturur.” (Eric Fromm)

“O, iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu(ifsadı) sevmez.” (2/205)

“Demek, 'iş başına gelip yönetimi ele alırsanız' hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?” (47/22)

İkincil isyan duygusu, baskın toplumsal kesimlerin beslendiği zeminde gerçekleşir. Özünde yine mustazaf, ama monarklar tarafından muhafazakar ve milliyetçi duygularla doldurulmuş bu geniş kesimler, kendilerini sistemin sahibi ve koruyucusu olarak görürler. Öyle ki; diğer isyan hareketlerini kendilerine yönelik tehdit olarak algılarlar. Yeterince önlem alınmadığı hissi bu kesimlerde sitemkar bir isyan duygusuna neden olur.

“Genellikle, yıkıcılığın, yıkıcılık olduğunun bilincine varılmaz, çeşitli şekillerde aklileştirilir. Hatta aslında, yıkıcılığı aklileştirmede, ona neden uydurmada kullanılmayan hiçbir şey yoktur. Sevgi, görev, vicdan, yurtseverlik, başkalarını ya da kişinin kendisini yıkması için kılıf olarak kullanılmıştır ve de kullanılmaktadır.” (Eric Fromm)

Her iki isyan duygusu da kaos ortamlarında kitleselleşerek kısmi başarılara neden olur. Ama sonrasında daha derin yaralar açar. Birinci durumda kurtarıcıların monarklaşması, ikinci durumda ise kitle faşizmi oldukça sık gördüğümüz ve tecrübelerle sabit sonuçlardır. Bu karşılıklı isyankâr durumda her iki sonucun haricinde çoğunlukla mele ve mürtefin amacına ulaşır. Özde aynı değerlere sahip olsalar da, kitle içerisindeki toplumsal kesimlerin isyan duygularının birbirine yönlendirmesi klasik bir iktidar aracıdır.

 “Toplumsal süreçte yıkıcılığın oynadığı dinamik rolün ne denli önemli olduğunu anlamak kadar bu duygunun yoğunluğunu etkileyen koşulların neler olduğunu anlamak da önemlidir kuşkusuz. Reform çağında orta sınıfı saran ve Protestancılıktaki belli dinsel kavramlarda, özellikle de çilecilik anlayışında ve Calvin'in çizdiği, insanoğlunun bir kısmını işlenmemiş suçlardan ötürü ezeli lanetlenmişliğe mahkûm etmeyi hoşnutlukla karşılayan acımasız bir Tanrı tablosunda anlatım bulan düşmansılığı vardır. O dönemde, daha sonra da olduğu gibi orta sınıf düşmanlık duygularını daha çok yaşamdan zevk alma olanağına sahip kişilere karşı duyulan yoğun kıskançlığı ussallaştıran, bu kıskançlığa kılıf oluşturan ahlaksal öfke şeklinde dışa vuruyordu. Çağımızdaki görünümdeyse, aşağı orta sınıflardaki yıkıcılık duygusu bu yıkıcı isteklere seslenen ve onları yıkıcılığın düşmanlarına karşı savaşta kullanan Nazizm’in yükselişinde önemli bir etmen oluşturdu. Aşağı orta sınıflardaki yıkıcılığın kökeninin, bu tartışmada kabul edilen kökenin aynısı olduğu kolayca görülebilir. Yani bu, aşağı orta sınıflarda, yukarı ve aşağı sınıflara göre daha büyük boyutlarda görülen, bireyin soyutlanması ve bireysel genişlemenin bastırılması olgularında yatmaktadır.” (Eric From)

“Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır. Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” (2/10-11)

“Kurtar puslu havaları severler” Ve bu iktidar aracı, bizim “Belam” dediğimiz kişilerce inançlar açısından meşrulaştırılır.

“Çoğu durumda yıkıcı güdüler, öyle bir şekilde aklileştirilmiştir ki, aklileştiren kişi dışında hiç değilse birkaç kişi ya da bütün bir toplumsal grup, aklileştirmeyi, ya da uydurulan nedeni paylaşır ve grubunun üyesi gözünde bu nedenin, gerçekçiymiş gibi görünmesine yol açarlar.” (Eric Fromm)

Aklı selim ve sağlam değerlere bağlı hareketlerin mücadelelerindeki en zor aşama bu kaos ve nifak durumunun üstesinden gelmektir.

“Bir insan kendisine haksızlık edildiğini düşündüğünde öfkelenir, şiddet üretir ve haklı olduğuna hükmettiği şeylerin müttefiki olur. Soylu kimselerde ruh, bu tahriklere katlanır ve zaferi kazanır. Amacını gerçekleştirene ya da ölüm her şeye son verene kadar kendini koy vermez, aklı onu sakinleştirir.

Ruh içindeki hizipler; akıl, arzu ve coşkunluktur.

Bilgelik düşmana karşı yönetim melekesine akıl verir, cesaret ise savaşma enerjisi. Cesaret nelerden korkulması ve nelerden korkulmaması gerektiğini akıl tarafından vaaz edilen kuralı, acıların ve zevklerin ortasında dahi koruyabiliyor mu?

Adalet, bir insanın, ruhundaki ilkelerin birbirlerinin işine karışmasına, burnunu sokmasına izin vermemesidir.” (Platon)

Batı düşüncesinin ve ona tepki ile oluşan hareketlerin tamamında yer alan bir toplumsal davranış modu isyanı ve bunun sonucu kurtuluş çabaları da sağlıksız yapılanmalar doğuruyor dedik. Kavrama olumsuz (daha doğrusu yetersizliği üzerinden) yaklaştık.

Neden böyle bir yaklaşım?

İsyan ve asi; asa kelimesinden türeme bir kavram isyan, eli sopalı, zorba gibi bir şey. Laftan anlamayanın hakkı kötektir derler. Ne nasihat, ne de laf söylenmiş bir topluma kötek atmak gibi bir şey. Zira Kuran’da bütün kullanımları ile “İsyan” ve eşkıya olumsuz anlam yüklenmiş, aileden itibaren bütün toplum zihninde negatif kavramlardır. Bu kavramlar davranış biçimlerindeki tutarsızlığı, kişiliksiz bir mücadele tarzını ve topluma yabancılaşmayı getiren kavramlardır. Ve bu nedenle, bu ruh hali ile bir şekilde iktidar olabilenler zalimleşiyorlar. Diğer yandan bu tanımlamaları bize yakıştırmak, hak arayanları isyancılık ve eşkıyalıkla suçlamak, Tağut özelliklere sahip mele ve mütrefinlerin mesajımızı toplumsal alanda boğmak için bizi çektikleri bir tuzaktır.

“Dışımdaki dünyaya kıyasla güçsüz olduğum duygusundan o dünyayı yok etmekle kaçabilirim. Onu yok etmeyi başarırsam yalnız ve soyutlanmış olarak kalacağım, ama benimki, benim dışımdaki nesnelerin yenilmez gücü karşısında ezilmeme olanak tanımayan harika bir soyutlanmadır.” (Eric Fromm)

Soyutlanma toplumsal ayrılık ve çatışma kültürü ile beslenir. Bu toplumun alt yapısı olan zihinlerdeki şirk’in de kökleridir.

“Şirk dünya görüşü, gerçeklik bakımından üst yapı, zihinsel bakımındansa alt yapıdır. Ve şirk toplumun alt yapısına saldırır. Zihinlerde ve inançlarda şirki ezmekte olan Tevhid, insan toplumlarında egemen olan sınıfsal ve sosyal düzeni, temeli olan alt yapısından yok eder. Tevhid toplumsal birliği gerçekleştiren bir düzen olarak, şirk ise toplumsal ayrılığı açıklayan bir Din’dir.” (Ali Şeraiti)

Allah bize imanı sevdirir, onunla kalplerimizi süsleyip çekici hale getirir ve bize inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterir ki; irşad olalım.

Bize takılan isimlendirmelere ve alt yapımızı bozan bu tanımlamalara bir itirazımız olmalı:

İsyan eden, toplum düşmanı olan biz değiliz, sensin ey Tağut, bak Firavun Elçiye isyan etti. Biz elçilerin, İbrahim’in takipçisiyiz, seni büyük bir mucizeye çağırıyoruz, sen ise yalanlayıp isyan ediyorsun, sırtını dönüyorsun. Senden öncekilerde Rabbin ayetlerini tanımadılar, isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardına düştüler. Eğer isyan etmeye ve toplumumuza ziyandan başka şey arttırmayan kimseler olmaya devam ederseniz, biz sizden uzağız. Ey halkımız; Allah’ın bize verdiğine sımsıkı sarılın, dinleyin ve isyan etmeyin. İşitin; kim isyan eder ve haddi aşarsa ona ateş var bize düşen yalnızca davettir, isyan ise sapıklıktır.

“Yahya, ana ve babasına itaatkârdı ve isyan eden bir zorba değildi.” (19/14)

Ey tuğyan edenler ve elebaşları olan Tağut. Senin gözünde senin çıkarlarına aykırı hareket eden herkes eşkıyadır. Bozuk bir haleti ruha sahip, bedbaht ve çabaları boşa giden şaki kelimesi, bizi değil seni tanımlıyor. Senden öncekiler de tuğyanları dolayısı ile yalanladırlar ve onlarında senin gibi en şakileri yalanladılar ve düzeni bozdular. Bu ancak öğüt ve hatırlatmadır, içi titreyerek korunan öğüt alır ve düşünür, ancak şaki olan onu yalanlar ve yüz çevirir. Biz Rabbimize dua etmekle şaki olmadık ama siz bizi Allahtan başkasına çağırdığınızda sizden ayrılırız. Kitabımız bizi homurtular ve kaos ortamlarına, eşkıya olmaya çağırmaz.

“Biz sana bu Kuran'ı eşkıya olman için indirmedik.” (20/2)

İsyan ve eşkıyalık gibi kavramlara karşılık Kuran’da yoğun bir şekilde; cahiliye’ye tabi olmamak, şerde itaat etmemek, onlarla en güzel şekilde cehd etmek kelimeleri kullanılır. Bu topluma yapıcı bir model sunmanın, En olumsuz şartlarda bile adil olabilmenin ve tuğyana direnişin özlü şeklidir.

“Kayaları delen suyun şiddeti değil, sürekliliğidir” denir. İstikrarlı bir mücadele tarzı her zaman daha sağlıklı yürür.

“M. Weber’in de söylediği gibi bir dinin doğuşu, Marx’ın iktisadi determinizmiyle veya Freud’un “sosyal mahrumiyet” ve Nietzssche’nin ortaya attığı, dezavantajlı konumda bulunan güçsüz insanların, seçkinlerin yaşam biçimlerine yönelik itirazlarının ürünü olan ‘hınç güdüsü ile elbette açıklanamaz. Bununla birlikte, her kurtuluş ihtiyacını bir kısım sıkıntı ve rahatsızlıkların ifadesi olarak gören Weber, toplumsal ve ekonomik güçlüğün, asla tek kaynak olmasa da kurtuluş inançlarının etkili bir kaynağı olduğu görüşündedir:

‘Din, hayatın güçlük ve adaletsizliğine köktenci bir karşılıktır; güçlük ve adaletsizlikleri anlamlı hale getirmeye çalışır ve böylece insanları, sorunlarının üstesinden gelmeye ve bunlarla karşılaştıklarında kendilerini güven ve emniyette kılmaya muktedir kılar. Dini düşünce, esas itibariyle, hayatın tehlikelerle dolu (precarious) oluşunun ve belirsizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Belirsizlik, insanoğlunun belirli şeyleri arzuladığını, fakat arzularının daima gerçekleşmediğini görmesi anlamına gelir. Bizim, olmasını gerektiğini düşündüğümüz ile gerçekte olan arasında daima bir çelişki vardır. Bu çelişkinin doğurduğu gerilim dinî görüşün kaynağıdır. ... Kötü ekseriya başarılı ve zenginken, iyi ve adalet daima öyle değildir. Din bu tür gerçeklerin üstesinden gelme teşebbüsüdür; onun, tabiatüstü âleme aracılık etmesiyle maddi arzuların tatmin edilebileceğine inanılır. ... Din, böylece, keyfiliği aşikâr olan dünyayı, anlamlı ve düzenli görünüme çevirebilir’. Hamilton, Malcolm B.” (Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yönden İslam Öncesi Mekke Toplumu, Abdurrahman Kurt)

İsyan ve devrimlerin bittiği, İslami siyasetin tıkandığı denilen süreçte, kendi kavramlarımızla modern(!) paradigmanın kirlettiği ya da soyutladığı zihinlere karşı, İslam’ın Dünya’ya sunacağı mesaj yeni aşamada çok daha güçlü olacaktır.

“Mallarınızla ve canlarınızla mutlaka sınanacaksınız: Ve doğrusu, hem sizden önce vahiy verilenlerden hem de Allah'tan başka varlıklara ilahlık yakıştıranlardan birçok incitici söz işiteceksiniz. Ama eğer zorluklara sabırla katlanır ve O'na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız; bilin ki bu, azimle sarılınacak bir iştir.” (3/186) 

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum