1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. Suriye’de Yaşamak-1
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye’de Yaşamak-1

27 Kasım 2011 Pazar 00:57A+A-

Mart ayından buyana Türkiye’nin gündeminde olan Suriye genellikle bayramlaşmalardaki akraba ziyaretleriyle hatırladığımız, coğrafi olarak yakın ama ilgi olarak uzak komşumuzdu...

Suriye denince bir de aklımıza Öcalan’ı koruyan Hafız Esed akla gelirdi. İslamcılar için özellikle 1982 “Hama Katliamı” hakkında yazılan romanlar...

Son olarak Erdoğan’ın sarmaş dolaş fotoğraflar çektirdiği güleryüzlü sevimli Beşşar hatıraları.

Benim Suriye hikâyem ise İslâmî ilimler ve Arapça eğitimi için eşimle içine girdiğim Şam macerasıyla başlamıştı. Ailelerimizin itirazına rağmen –ki biz Temmuz 2006 İsrail-Hizbullah savaşının hemen ertesinde yola çıkmıştık.- evimizi kapatıp karayoluyla Şam’a gittik. 2006-2008 yılları arasında yaşadığımız Suriye bize bir çok açıdan dersler veren bir tecrübeydi...

Devlet Kapitalizmi Sınıfsal Uçurumu Arttırıyor

Suriye sınırından girer girmez ilk dikkatinizi çeken şey adeta 25-30 yıllık bir zaman tüneline giriyorsunuz. Ülkenin takriben 25 Milyonluk az nüfuslu bir ülke olmasına rağmen bu denli bir fakirlik içinde olması bizi şaşırtmıştı. Ülkenin darmadağın ve terkedilmiş bir hâlde olmasıyla son model arabaların ve küçük bir elit grubun lüks yaşamının oluşturdurduğu çelişkili tablo ise cabası...

Beşşar ’ın 2000 yılında iktidara “konmasıyla” birlikte yeşeren reform umutları boşa gidecek, Baas’ın reformdan anladığı şeyin Çin tarzı Devlet Kapitalizmi olduğu sonradan anlaşılacaktı. Siyasal diktaya devam, ekonomide ise dış sermayenin devletle ortak olduğu bir kapitalizme geçit vermesiydi Esed’in reformdan anladığı şey.

Suriye’de karşılaştığımız diğer bir nokta ise nüfusun etnik ve mezhebî kimliklerle bloklara ayrılmış olmasıdır. Zihinsel ve mekansal olarak gettolara ayrışmış olan Şiiler, Sünniler ve gayri-müslimler devletin kırmızı çizgilerini aşmadıkları sürece şekilsel bir özgürlük alanında yaşama hakkına sahiptiler.

Peki neydi bu kırmızı çizgiler? Devleti yöneten azınlık kadrolarının ve özelde Esed sülalesinin çıkar alanlarını eleştirmemek, bu oligarşik diktanın sorumlusu olduğu sorunları sorgulamamak.

Suriyeliler, bu çizgiler aşıldığı anda, yüzeysel özgürlüğün altında nasıl vahşi bir işkence devletinin olduğuyla karşılaşıyorlar. 12 Eylül darbe koşullarının Türkiye’ye yaşattığı travmayı hatırlayacak olursak bu travmanın 48 yıldır Suriye’de resmen ve fiilen yaşandığını hatırlatmakta fayda var.

Bu boğucu ortam, Suriye insanını ikiyüzlü olmaya zorlamış. Halkı istihbarat ağıyla sindiren ve işkence-katliam metotlarıyla “terbiye” etmeye çalışan rejim, köhnemiş bir bürokrasinin altında eziliyor. Onlarca yıldır hiçbir devlet yetkilisi yargıya hesap vermiyor. Çünkü bağımsız yargı Suriye için sadece bir hayal...

Stalin ve Hitler döneminden hortlamış gibi yaşayan ve aslında ömrünü çok önceleri tamamlamış olsa da sadece güç-korku ve dünya dengeleri vesilesiyle ayakta duran bir rejim Baas rejimi. Herkesin birbirini kandırdığı bir zombi. Devlet dış politikada kendisini İran-Batı gerilim hattının ortasına oturtmuş durumda. Bu gerilimde her iki tarafa da göz kırpan ve tüm taraflar açısından vazgeçilemezliğe oynayan bir siyaset bu. Bu açıdan rejim hem ABD ve İsrail’le görüşüp hem de İran-Rusya ve Çin’i idare eden pragmatist bir strateji izliyordu bugüne kadar. Bu ayakta kalma siyasetini içeride devam kılan şey ise halkın korku ile sindirilmesiydi. Şimdi Suriye devletinin bu “iç dinamiği” çökmüş ve korku duvarı aşılmış durumda. Dışarıdaki dengeleme de yitirilmiş durumda. Bu dengesizlik durumu Esed’i kontrolsüz şiddete başvurmak gibi bir hataya sürükledi. Suriye’de yaşamanın nasıl bir duygu olduğuna dair izlenimlerimizi bir sonraki yazımızda paylaşmaya devam edelim. Kalın sağlıcakla... 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum