Suriye devrimi: algı, eleştiri ve ahlaki sorumluluk
Ortadoğu’da başlayan intifadaların amacı, niteliği ve seyri belirginleşince, bunun Suriye’ye de yansıyacağını tahmin etmek zor değildi. Zira on yıllardır Suriye’de despotik karakteri ön planda olan; iktidarını sürdürmek adına her türlü vahşeti, zulmü ve kötülüğü hiç çekinmeden işleyen Nusayri azınlığa karşı toplum vicdanında büyük bir öfke birikmişti.
Sivil ve barışçı yöntemlerle başlayan hak taleplerine rejim, despotik doğasına uygun şekilde zulüm ve şiddetle yanıt verince muhalefetin dili ve söylemi de değişmeye başladı. Başlangıçta “Eşşa’byüridıslahınnizam” (Halk, rejimin ıslah edilmesini istiyor) şeklinde dile getirilen talepler, zamanla “Eşşa’byüridıskatınnizam” (Halk, rejimin devrilmesini istiyor) sloganlarına dönüştü. İran ve Rusya’nın bu sürece dâhil olmasıyla da Suriye bir enkaz yerine döndü.
Can havliyle ülkemize sığınan bu insanlara karşı daha ilk günden itibaren maalesef iftira ve karalama kampanyaları hiçbir ilke ve kural tanımdan sürgit devam ediyor. Hatırlayınız, yerinden yurdundan muhacir olarak çadır kentlerde veya şehrin varoş semtlerinde kendi imkânlarıyla hayata tutunmaya çalışan bu insanlara karşı; lokantalarda yemek yedikten sonra ‘biz Erdoğan’ın misafirleriyiz’ diyerek ücret ödemedikleri, doktora gidip güneş kremi, cilt bakım ürünleri ve güneş gözlüğü yazdırdıkları ve hiç para ödemedikleri gibi türlü yalan ve iftirayı atmaktan çekinmediler.
Bu yalan ve iftiraların kaynağına dikkatle bakıldığında; ideolojik saplantıları sebebiyle, apaçık zulmüne, fasid niteliğine ve mücrim yapısına rağmen Baas rejimini destekleyen Kemalist, Sol, Alevi ve Ulusalcı kesimler başta olmak üzere, Suriyeli nefreti üzerinden siyasi rant devşirme hesabı yapan bazı siyasi partiler ve İran’ın mezhepsel taassubu ve propagandasına bilerek veya bilmeden alet olanlar göze çarpmaktaydı.
Açıkça ifade etmek gerekirse; ideolojik saplantılarının bir gereği olarak seküler kesimlerin, mücahitlere yönelik düşmanca tutumları ahlaki olmasa da, bir yere kadar anlaşılabilir. Kendi inançlarının gereğini yerine getiriyorlar. Fakat İslami bir söyleme sahip, adalet ve hakkaniyet iddiasında bulunduğu halde, Suriyeli mücahitlere karşı mütemadiyen derin güvensizlik algısını canlı tutanların bu tavırlarını anlamak mümkün değil.
Suriye hadisesi üzerinden oluşan tavır alışlar; Baas rejiminin devrilmesi ve ortalığa saçılan tüm çirkinliklerine rağmen hiç değişmedi ve halen devam ediyor. Suriye devriminin doğasını, taraflarını ve dinamiklerini sağlıklı bir şekilde değerlendirmekte zorlanan kişi ve çevreler her aşamada bu zaaflı yaklaşımlarının esiri olmaktan maalesef kurtulamadılar. Bu söz konusu kişi ve çevrelerin bir an önce kendilerini sorgulamaları gerekmektedir.
Hiçbir delil veya mesnet olmaksızın kendilerine sunulan her iddia ve söylemin üzerine hiç sorgulamadan atlamak bir müminin hali değildir. Suriye'deki süreci kriminalize ederek arkasında kim veya kimlerin olduğuna dair spekülatif bilgiler peşinde koşmak veya sosyal medyada yayılan her iddianın peşine sorgusuz sualsiz bir şekilde takılmak, sadece cehalet değil, aynı zamanda ahlaki bir krizi de işaret etmektedir. İslam ahlakı, haberin doğruluğunu araştırmayı emreder. Rabbimiz: “Eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu araştırın.” Diye buyurmaktadır.
İsrail’in kendisi açısından tehdit olarak gördüğü için etnik ve mezhebi temelde bölmek ve parçalamak istediği, askeri lojistiğini topyekûn hedef aldığı Suriye’nin yeni hükümetini; ‘İsrail’e savaş ilan etmediği için’ devrimin ilk gününden itibaren hainlikle ve işbirlikçilikle itham etmek için insanın aklında bir zorunun olmasını gerekir.
Hakeza, ülkesinin üzerindeki ekonomik ambargonun kaldırılması için Trump’la görüşme fotoğrafını; ‘bu devrimin en fazla İsrail’in işine yaradığı veya bu devrimin arkasında İsrail ve ABD’nin bulunduğunu’ ispat etmek için enerjilerini harcayanlar, adeta bu iddialarını ispat etmiş olmanın verdiği gururla, bahse konu fotoğrafı ‘ihanetin ifşası’ şeklinde takdim etmekte beis görmediler.
Zulmün her türlüsüne karşı durmuş, ırkçılıktan uzak ve İslami bir şuurla hareket edeceğinden şüphe etmediğimiz Devrim Hükümeti, bugün eğitimden sağlığa, belediye hizmetlerinden ekonomiye kadar pek çok alanda Baas rejiminin bıraktığı ağır enkazı kaldırmak için büyük bir özveriyle mücadele etmektedir. Bu kadar hassas ve kırılgan bir süreçten geçen kardeşlerimizin, başlarındaki belaları savuşturma çabasına destek olamıyorsa bile hiç değilse iftira ve önyargılarla kardeşlik hukukunu çiğnediklerinin farkına vararak susmayı gerektiğini bilmeleri gerekir. Zira, susmak da bir tercih olabilir; fakat zannı, iftirayı ve yalanı büyütmeye ortak olmak sadece bir kusur değil, aynı zamanda bir vebaldir.
YAZIYA YORUM KAT