1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Siyonist zulme karşı her platformda mücadele etme zorunluluğu!
Siyonist zulme karşı her platformda mücadele etme zorunluluğu!

Siyonist zulme karşı her platformda mücadele etme zorunluluğu!

Sümeyye Sakarya, Gazze halkının ortaya koyduğu direnişi büyütmek için tüm imkanların seferber edilmesi gerektiğini belirtiyor.

07 Mayıs 2024 Salı 18:00A+A-

Sümeyye Sakarya / Tezkire

Soykırım notları 3: Zalim olmayan katiller ve boykot üzerine

Bir önceki yazıda da belirttiğim üzere, Zygmunt Bauman, modern medeniyetin üç özelliğinin kampları mümkün kıldığını söylemektedir: Uzaktan iş yapma kabiliyeti, eyleme karşı ahlaki kayıtsızlık (adiaforizasyon) ve rasyonel olarak dizayn edilmiş yapay bir nizamı amaçlayan bahçıvan duruşu. Bu yazıda büyük ölçüde ilk iki özelliği özetlerken, bir sonraki yazıda bahçıvan duruşunu ele alacağım.

Uzaktan iş yapma kabiliyetini, en basit ve bariz haliyle, “kurbanın yüzüne bile bakmadan öldürebilme” becerisi olarak düşünebiliriz. Modern teknolojiler sayesinde, bir bilgisayar ekranından, bir düğmeye basılarak insanların üzerine bırakılacak bombalarla veya laboratuvarlarda hazırlanmış kimyasallarla katliamlar gerçekleştirilebilir. Artık hiç kimse öldürmek için bıçaklamak, yakın mesafeden vurmak veya boğmak durumunda değildir. Dolayısıyla da “katilin merhametsiz olmasına gerek yoktur;” zira “merhamet hissedeceği bir durum yoktur.”[1] Katil kurbanı olan bedenlerin gözlerine, çığlıklarına, acılarına veya parçalanışlarına şahitlik etmez. Bu da katliamı kolaylaştırır. Vicdan azabı duyulacak bir durum olmadığı için vicdanı olan bile katil olabilir. Ancak Bauman’a göre “uzaktan iş yapma kabiliyetinin” asıl önemi, aktör ve hedef arasında yarattığı bu “fiziksel ve görsel mesafeden” ziyade “toplumsal ve psikolojik mesafede” yatmaktadır. Modern zamanlardaki örgütlenme sistemi bu mesafeyi üç farklı yönden üretmektedir.

Birincisi, bir fikir ve onun etkisi arasında uzun bir icracılar zinciri olduğu için, her bir bireyin icra ettiği iş aslında “aracı” bir iştir. Herkes bir zincir içinde emir alır, emri yerine getirir veya emir verir. Kimse işin tek sahibi, yazarı veya sorumlusu değildir.[2] Mesela IDF’ye sponsorluk yapan Starbucks’ta veya Burger King’te çalışan bir kasiyer; Nazi bürokrasinde bir Yahudi’yi evinden edecek bir evrakı taşıyan odacı ya da Doğu Türkistan kamplarına kurulacak kamera sistemlerinin kontrolünü yaptıran veya yapan Çinli bir yetkili kendi açısından sadece bir emri veren veya yerine getiren bir aracıdır; ne amaçlanan düzenin ne de bunun için yapılan işin “yazarı” ya da sorumlusudur.

İkincisi, modern sistemde, bir görevin gerçekleştirilmesi yatay ve işlevsel olarak da bölünmüştür. İş bölümü çok ayrıntılı ve spesifiktir. Aktörler projenin genelinden bağımsız gibi görünen, nihai sonucunu düşünmedikleri veya bu sonuca katkıda bulunduklarını fark etmedikleri, kendilerine has küçük işler yapmaktadırlar.[3] Mesela Nazilerin kullandığı postalların veya silahların bir parçasını veren fabrikada üretim sürecinde çalışan bir işçi; IDF yemekhanelerinde pişen domatesin ve pirincin ihracatını yapan tüccar; veya Uygur kamplarındaki kameraların yazılımlarının kontrolünü yapan firmanın bir mühendisi, ilk bakışta sonuçla pek de bağlantılı görünmemektedir. Hepsi, sadece, devasa iş bölümünde kendi küçük profesyonel işlerini yapan aktörlerdir ve eylemin nihai sonucunda çok da “belirleyici” bir etkileri yoktur. Sonuçla olan bağları, aktörlerin “vicdanen, yalnızca geriye dönük bakıldığında görülebileceğini iddia edebilecekleri bir bağdır.” Bir McDonald’s çalışanı, benim Bağcılarda kızarttığım patatesle Filistin’deki soykırımın ne alakası var diyebilir bir an için. Aynı şekilde, o McDonald’s’a yağ satan esnaf veya o yağı taşıyan şoför, iş bittikten sonra geriye dönüp bakmadıkları sürece, kendi açılarından insan öldürme eyleminde “belirleyici” bir etkilileri olmadığını iddia edebilirler.

Üçüncüsü, modern örgütlenmede hedefler, faillerin gözünde nadiren “tam insanlardır.” Zira modern projeler hedeflerine, özellikler, sayılar, veriler ve istatistikler olarak yaklaşırlar. Dolaysıyla da hedefin ya da etkilenen diğer insanların çok da bir “ahlaki önemi” yoktur. Fabrikatör için önemli olan kaç çift ayağa postal istendiğidir. İhracatçı, IDF askerlerinin kimliğiyle, işiyle değil kaç ton domates veya pirinç tüketecekleriyle ilgilenir. Mühendis için de önemli olan çalıştığı firmayla olan ilişkisidir. Bu eylemlerinin hedefindeki veya bir şekilde bu eylemlerinden etkilenecek insanlar, “tam insanlar”, dolayısıyla da “ahlaki sorumluluk nesneleri” veya “ahlaki özneler” değillerdir. [4] Onlara ne olacağı ya da onların verilen hizmet aracılığıyla ne yapacağı aktör için ahlaki açıdan önemli değildir.

Bauman’a göre modern örgütlenmenin bu yönleri kampları mümkün kılan ikinci özelliğe sebep olur: eyleme karşı ahlaki kayıtsızlık (adiaforizasyon). Tüm bu süreç sonucunda, bireysel eylemlerin toplu ve nihai etkisinin ahlaki önemi, o eylemleri değerlendirirken bir ölçüt olmaktan çıkar ve bireysel eylemler, sonuçları itibariyle, ahlaken nötr hale gelir. Postal parçası yapmanın, pirinç satmanın, bir odadan diğerine evrak götürmenin, patates kızartmanın, yağ taşımanın sonuçlarının ahlaken ne olduğu bu işleri değerlendirirken bir kriter değildir. İş konusunda ahlak sadece organizasyona bağlılık, üretkenlik, proje hedefleri ve emirlere itaat gibi noktalarda akla gelir. Böylece işler gibi aktörler de parçalanarak “rol-icracılarına” dönüşürler. Artık “tam insanlar,” bireyler değil, her an yeri doldurulabilecek memurlardır.[5] Yani Ahmet, Sümeyye, Mesut, Yasin, Ayşe, Fatma değil, postal bağcığı üreticisi, odacı, pirinç tüccarı, patates kızartıcısı veya yağ taşıyan şoför olurlar ve yerleri hemen doldurulabilir. Oynadıkları roller Ahmet’i, Sümeyye’yi değil, onların sadece ilgili melekelerini ve yeteneklerini kullanmalarını gerektirir, hatta fazlasını istemez. Bu durum da, rol-icrasını ahlaki olarak nötr hale getirir. Çünkü yalnızca bütün, tam ve biricik olan insanlar ahlaki sorumluluk alabilir. Postalı giyenin, pirinçle karnını doyuranın, patatesin parasıyla fonlananın ne yaptığı ahlaken rol-icracısının meselesi değildir. Özetle, bahsettiğimiz modern örgütlenme şeklinin parçalı yapısı, yani “hiç kimsenin idaresi” olması, ahlaki sorumluluğun da oradan oraya kayarak “hiç kimsenin sorumluluğu” olmasıyla sonuçlanır. Çünkü bir soykırımın sorumluluğunu postal üreticisi, pirinç tüccarı veya patates kızartıcısı gibi isimsiz ve öznelliği olmayan aracı melekeler değil, Mesut, Yasin, Ayşe gibi ismi ve ahlaki bütünlüğü olan tam insanlar alabilir. Ancak modern sistemde soykırıma giden süreçlerin büyük çoğunluğunda ismi cismi olan tam insanlar bulunmaz.

“Bilimsel yönetim” dediğimiz bu iş sistemi sayesinde modern eylem, ahlaki kaygılardan ve sınırlardan kendini kurtarır. Duygular ve ahlaki dürtüler yapılan işle ilgisiz hale gelir. Hatta işi daha etkili hale getirmek için susturulmaları gerekir. Bauman bu durumu şöyle özetler: “Modernlik insanları daha zalim yapmamış; yalnızca, zalim olmayan insanların zalimce şeyler yapabileceği bir yol icat etmiştir. Modernliğin bayrağı altında, kötülüğün daha fazla kötü insana ihtiyacı yoktur. Rasyonel insanlar, yani modern organizasyonun, gayri şahsi, ahlaken nötrlenmiş (adiaforikleştirilmiş) ağına iyice perçinlenmiş erkeler ve kadınlar, bu işi mükemmel bir şekilde ifa edecektir.”[6]

Aslında Bauman’ın bu tespiti boykotun önemini ve sınır(lılık)larını anlamamıza yardımcı olabilir. Zira, boykot “hiç kimsenin idaresi” olduğu için “hiç kimsenin sorumlu” olmadığı bu katliam zincirindeki sorumluluğumuzu fark ederek zinciri bir noktada da olsa zayıflatma ve kırma teşebbüsüdür. Kendi halinde CocaCola içen “zalim olmayan” katiller olarak, modernliğin icat ettiği kola içerek zalimce şeyler yapma yolunu fark etmek ve soykırıma giden bu yolu tıkamak demektir. Hiç kimsenin sorumlu olmadığı bir sistemde herkesin sorumluluk kabul etmesiyle, kötülüğün sadece kötü insanlarla sınırlandırılması ve kamplar gibi büyük ölçekli kötülüklerin engellenmesi demektir. Ancak öte yandan,

Bauman’ın zamanından farklı olarak, “modern organizasyonun gayri şahsi, ahlaken nötrlenmiş (adiaforikleştirilmiş) ağı” artık insanların düştüğü ve perçinlendiği bir ağın da ötesinde, dışında oksijen olmayan kapitalist bir katliam döngüsüne dönüşmüş gözükmektedir. Dışında oksijen olmaması, döngünün içinden çıktığımız anda yok olmaya mahkûm olduğumuz anlamına da gelir. Mesela Filistinlilerin soykırımına destek olan büyük sosyal medya firmaları aynı zamanda Filistinlerin soykırıma rağmen seslerini duyurmalarına ve İsrail’in 70 yıllık sömürgeciliğinin dünya ölçeğinde artan bir şekilde sorgulanmasına imkân veren araçlardan biri, hatta belki de en önemlisi olmuştur. Döngünün içinde soykırıma uğrayan Filistinliler ve soykırıma giden zincirin “zalim olmayan” halkalarından olan soykırım karşıtları, döngünün dışında tamamen yok olacaktır. Bu da, paradoksal olarak, hepimizi bir katil adayı, belki de birer katil yapar. Dolayısıyla, belki de, sormamız gereken soru katil (adayı) olup olmadığımız değil, tek oksijen kaynağımız olduğu için elimizde tutmak zorunda olduğumuz silahı -döngüyü- kimin, ne için ürettiği ve kime doğrulttuğumuzdur. Boykotun sınır(lılık)larını da gösteren bu paradoks, boykotla bir oksijen akışını durdurarak bazı zincirleri ve döngüleri kırmanın ötesinde, başka oksijen kaynakları sağlamak için yeni, alternatif zincirler ve döngüler inşa etmenin gerekliliğine de işaret etmektedir.


[1] Zygmunt Bauman, “A Century of Camps?”, içinde Life in Fragments: Essays in Postmodern Morality (Blackwell Publishing, 1995), 195.

[2] A.g.e., 196.

[3] A.g.e.

[4] A.g.e.

[5] A.g.e., 197.

[6] A.g.e., 197-98.

HABERE YORUM KAT